Anayasa
Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı :
2010/49
Karar Sayısı :
2010/87
Karar Günü :
7.7.2010
İPTAL
DAVASINI AÇAN:
Ankara Milletvekili Hakkı Suha OKAY,
İzmir Milletvekili Kemal ANADOL ile birlikte 111 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un;
A) Kanun teklifinin
getirilmesi, Anayasa Komisyonunda görüşülmesi, TBMM Genel Kurulunda
görüşülüp oylanması, ivedilikle görüşülme yasağı ve yöneldiği amaç
bakımından tüm maddelerinin;
B) Ayrıca
özel Anayasaya aykırılık nedenleriyle de:
1- 8.
maddesiyle 7.11.1982 günlü, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın
74. maddesine, üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırılarak eklendiği ifade
edilen; madde başlığında yer alan “… ve kamu denetçisine başvurma…”
ibaresinin ve üçüncü fıkrada yer alan “… ve kamu denetçisine başvurma… “
ibaresi ile dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının,
2- 14.
maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 144. maddesinin,
3- 16.
maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 146. maddesinin birinci, ikinci,
üçüncü ve dördüncü fıkralarının,
4- 19.
maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 149. maddesinin
a- Birinci
fıkrasının “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.”
Biçimindeki dördüncü tümcesinin,
b- Üçüncü
fıkrasının,
5- 22.
maddesiyle değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin ikinci, üçüncü,
dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu,
onbirinci, onikinci, onüçüncü fıkralarının,
6- 25.
maddesiyle Anayasa’ya eklenen;
a- Geçici
Madde 18’in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarının,
b- Geçici
Madde 19’un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d), (e) bendlerinin,
ikinci fıkrasının, üçüncü fıkrasının, dördüncü fıkrasının, altıncı
fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin, yedinci ve sekizinci fıkralarının,
7- 26.
maddesinde yer alan “…ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle… “
ibaresinin,
Anayasa’nın 2., 4., 87. ve 175.
maddelerine aykırılığı savıyla iptallerine ve yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- İPTAL VE
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava
dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
“I.A. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
Tümünü İlgilendiren Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
I.A.1. Teklifin Getiriliş Biçimi Bakımından
7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175
inci maddesinde “Anayasanın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir…
Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki
tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında,
kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabidir” hükmü yer
almaktadır.
Bu hükümden hemen anlaşılabileceği
gibi, teklif bakımından, Anayasa değişikliğine yönelik kanunlar ile diğer
kanunlar arasında iki önemli fark bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, Anayasa
değişikliğine ilişkin olmayan kanun teklifleri tek bir milletvekili
tarafından yapılabilirken, Anayasa değişikliğine yönelik kanun teklifleri
için TBMM üye tamsayısının en az üçte birinin imzasının gerekmesidir.
İkinci fark ise, Bakanlar Kurulunun
sıradan kanunlar için tasarı ile değişiklik önermesi mümkün iken, Anayasa
değişikliklerinin yalnız milletvekillerince teklif edilebilmesidir.
“Tasarı” ve “teklif” arasındaki
görünürdeki temel ayrım, sunulan metni imzalayanların kişisel ve kurumsal
farklılığı olmakla birlikte, gerçekteki temel ayrım, “imza iradesi”dir. Bu
iradenin gerekli incelemeyi, araştırmayı ve usulü yansıtması gerekir.
Anayasanın 175 inci maddesiyle getirilen teklif kuralı, aynı zamanda
“tasarı” yasağını içermektedir.
Bu yasak, Anayasanın Anayasa
değişikliklerinin bakan ya da başbakanların değil, tamamıyla
milletvekillerinin iradesinin ürünü olmasını istemesinden kökenlenmektedir.
Bir metnin teklif niteliğini
taşıyabilmesi, tasarı ya da bir parti metni olmamasına; o metnin tümüyle
milletvekili iradesine dayanmasına bağlıdır.
Oysa 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı
Kanunun teklif olarak sunulmadan önce geçirdiği süreç, bu Anayasa
değişikliğinin tümüyle milletvekili iradesine dayalı bir öneri niteliğini
taşımadığını; Başbakanın başkanlığında bir tasarı gibi hazırlandığını; daha
sonra hazırlanan metne sadece Adalet ve Kalkınma Partisi TBMM Grubundaki
milletvekillerinin imzalarının alınması yoluyla bir teklif görünümü
kazandırılarak, Anayasaya uygunluğun sağlanmaya çalışıldığını
göstermektedir. Ancak bu durum, Anayasa değişikliği teklifinin, teklif
görünümü verilmiş bir kanun tasarısı olduğu gerçeğini değiştirmeye
yetmemektedir. Kaldı ki bizzat Başbakan bile, bu Anayasa değişikliği
teklifinden çoğu kez “tasarı” olarak söz etmek suretiyle durumu açıkça
ifade etmiş; durum, kamuoyunca da böyle algılanmıştır.
Dahası, oylama sürecinde Adalet ve
Kalkınma Partisinin üç kez grup toplantısı yapması; Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın “ya tarih yazarsınız ya tarih bizi siler” açıklaması da,
değişiklik önerisinin bizzat Başbakanca sahiplenildiğini ortaya
koymaktadır.
Böyle bir durumun Anayasanın 175 inci
maddesinin birinci fıkrasına aykırı düştüğü açıktır.
Öte yandan, Anayasa değişikliğinin
bir tasarı niteliğini taşımasına rağmen, teklif görünümü verilmeye
çalışılarak önerilmesi, kamunun hukuka güven duygusunu da sarsmıştır. Bu da
hukuk devleti ile bağdaşmaz. Çünkü Anayasa Mahkemesinin de belirttiği gibi,
“hukuk devleti, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir” (Bkz. AYMK. 2.7.2009 günlü
E.2005/66, K.2009/102). “Vatandaşların Devlete karşı güven duyabilmeleri,
maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri hukuk
güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır” (Bkz. AYMK.
28.9.1995 günlü E.1995/24, K.1995/52).
Bu durum, 5982 sayılı Kanunun, bir
tasarı niteliği taşımasına rağmen teklif görünümü verilerek önerilmesinin,
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen ve hukuk güvenliği temel unsuru olan
“hukuk” devleti ilkesine de aykırı olduğunu ortaya koymaktadır.
5982 sayılı Kanun bir Anayasa
değişikliği gerçekleştirdiği için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesinin Anayasanın 4 üncü maddesindeki
değiştirilmezlik ilkesine aykırı olarak değiştirildiği anlamına
gelmektedir. Bu da yasakoyucuya yetki tanınmamış bir husustur ve Anayasanın
2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırıdır.
Bu açıklamalardan hareketle, 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun daha teklif edilirken, Anayasaya aykırı
düştüğü ve bu aykırılığın 5982 sayılı Kanunun tüm hükümlerini
ilgilendirdiğini göstermektedir.
Anayasanın 148 inci maddesinde,
Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliklerini şekil açısından denetleme
yetkisi verilmiş ve bu şekil denetiminin teklif ve oylama çoğunluğuna ve
ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı
olduğu belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen hususlar “teklif”
unsuru ile ilgili olduğundan Anayasa Mahkemesinin denetim alanı içinde
kalacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin 7.5.2010 tarihli ve
5982 sayılı Kanunu, tüm hükümleri bakımından şekil açısından denetleyerek
Anayasanın 175 inci maddesine aykırı biçimde, teklif görünümü verilmeye
çalışılmış bir tasarı olarak önerildiği gerekçesiyle iptal etmesi
gerekmektedir. Aynı zamanda yukarıda açıklandığı gibi yapılan bu Anayasa
değişikliği önerisi, bir tasarı niteliği taşıması bakımından, yukarıda açıklandığı
gibi hukuk güvenliği temel unsurlarından birisi olan ve Anayasamızın 2 inci
maddesinde açıklanmış bulunan hukuk devleti ilkesini değiştirici niteliği
nedeniyle Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddesine de aykırı düşmüştür. Bu da
bir başka iptal nedenidir.
I.A.2. Anayasa Komisyonundaki Görüşme Biçimi
Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık
Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun Anayasa Komisyonunda görüşülmesi aşamasında da, Anayasaya aykırı
uygulamaların yapıldığı görülmektedir.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ ve Samsun Milletvekili
Suat Kılıç ile 214 Milletvekili “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”ni TBMM
Başkanlığı’na sunmuşlar ve 2/650 E. sayılı bu teklif, TBMM Başkanlığınca
Anayasa Komisyonuna havale edilmiştir. Anayasa Komisyonu Başkanı bu teklifi
görüşmek üzere Anayasa Komisyonunu 07.04.2010 Çarşamba günü 10:30 da
toplantıya davet etmiş ve bunu TBMM’ndeki siyasi parti grup başkanlıklarına
yazı ile bildirmiştir.
Ancak daha sonra, söz konusu
teklifteki milletvekili imzalarının “stok imza” olarak adlandırılan,
milletvekillerinden hangi konuda kullanılacağı belirtilmeden önceden alınan
imzalar olduğu; bu nedenle de aralarında TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in
de imzası bulunduğu ortaya çıkmıştır. Ancak TBMM Başkanlığına verilen kanun
teklifindeki imzaların bulunduğu çizelge Anayasa Komisyonuna gelme
aşamasında değiştirilmiş, ikinci stok imza teklif metnine eklenerek Anayasa
Komisyonuna sunulmuştur. Bu gelişmelerden sonra 61 Milletvekili 2/650 E.
Sayılı kanun teklifinden imzalarını geri çekmişlerdir.
Bunun üzerine Anayasa Komisyonu
Başkanı, 2/650 E. sayılı Teklifi, Anayasa Komisyonunda görüşmeye açmadan,
resen ve imza sayısının Anayasanın 175 inci maddesinde öngörülen
yetersayının altına düştüğü gerekçesi ile TBMM Başkanlığı’na geri göndermiş
ve 2/650 E. sayılı teklifin görüşüleceği 07.04.2010 tarihli toplantıyı
iptal etmiştir.
Bu arada Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanı İstanbul Milletvekili Recep Tayyip ERDOĞAN VE 264
milletvekili, “07.11.1982 Tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi”ni TBMM Başkanlığına sunmuşlar ve 2/656 E. sayılı bu teklif Anayasa
Komisyonuna havale edilmiş; Anayasa Komisyonu Başkanı bu teklifi görüşmek
üzere Anayasa Komisyonunu 8 Nisan 2010 tarihinde toplantıya davet etmiştir.
2/656 E. sayılı kanun teklifi, Anayasa Komisyonunda görüşülerek kabul edilmiş;
TBMM’de de kabulünden sonra 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun olarak,
Resmi Gazete’de halkoyuna sunulmak üzere yayımlanmıştır. Bu süreçte göze
çarpan Anayasaya aykırı uygulamaları şu şekilde özetlemek mümkündür:
· Bir Anayasa değişikliği teklifi Anayasa
Komisyonunun gündemine alındıktan ve hatta toplantı tarihi belirlendikten
ve toplantı daveti yapıldıktan sonra bu teklifteki kimi imzalar geri
çekilmiş ve kalan imzalar Anayasanın öngördüğü kabul yetersayısının altına
düşmüşse; bu durumda Komisyonun TBMM İçtüzüğünün 26 ncı maddesi uyarınca
gündemine sahip çıkması ve önergenin akıbeti hakkında karara varması
gerekir. (Bkz.Dr. Erdal Onar, “1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme
Sorunu; Ankara 1993, sa.1, dipnot 28)
Böyle bir durumda Anayasa Komisyonu
Başkanının yapılacak işlemi belirlemek için Komisyonda müzakere açmak
yerine, Anayasa değişikliği teklifini, teklifteki imzaların kimilerinin
geriye alınması nedeniyle, Anayasanın öngördüğü teklif yetersayısının
altına düştüğü gerekçesiyle res’en TBMM Başkanlığına geri göndermesi kabul
edilemez ve Anayasa Komisyonunun gündemine sahip olmasını, TBMM İçtüzüğünün
26 ncı maddesine aykırı olarak engelleyen bir durumdur.
· Belli sayıda imza ile yapılabilecek olan Anayasa
değişikliği teklifleri, kollektif bir iradenin kullanımı sonucunda yapılan
ortak irade beyanları niteliğini taşıdıkları için, bu tekliflerin geri
alınması da, ancak aynı toplu irade tarafından yapılabilir; yani yukarıdaki
koşullar doğrultusunda yapılmış bir anayasa değişikliği teklifinin geri
alınmış olması sonucu, ancak teklifi yapanların tümünün imzalarını geri
çekmeleri halinde doğar.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de
25.7.2005 günlü, E.2004/2 (Siyasi Parti-İhtar), K.2005/4 sayılı kararında
bu hususu vurgulamıştır.
Bu nedenle 2/650 E. sayılı kanun
teklifini imzalayanlardan sadece altmış bir kişinin imzasını geri çekmesi,
bu teklifin geri alınmış olduğu sonucunun doğması için yeterli değildir. Bu
bakımdan 2/650 E. sayılı kanun teklifinin söz konusu 61 kişi imzasını çekse
bile, Anayasanın öngördüğü teklif yetersayısına uyularak TBMM Başkanlığına
yapılmış ve Anayasa Komisyonunun gündemine girmiş geçerli bir teklif olma
niteliğini koruduğunun kabul edilmesi gerekir.
Bu durumda da, Anayasa Komisyonunun
bu geçerliliğini koruyan teklifi, TBMM İçtüzüğünün 35 inci maddesinin
verdiği yetki çerçevesinde, yakından ilgili olduğu 2/656 E. sayılı teklifle
birleştirerek görüşme imkanının doğacağı açıktır.
Ancak Anayasa Komisyonu Başkanının,
2/650 E. sayılı kanun teklifini, teklifteki imza sayısının Anayasanın 175
inci maddesinde öngörülen yetersayının altına düştüğü gerekçesiyle resen
TBMM Başkanlığına iade etmesi, hem Anayasa Komisyonu Başkanı için bir yetki
aşımı olmuş; hem de Anayasa Komisyonunu, gündemine hakim olarak TBMM İçtüzüğünün
26 ncı maddesi uyarınca 2/650 E. sayılı kanun teklifinin geçerliliğini
müzakere ve karara bağlamak ve 2/656 E. sayılı kanun teklifi ile TBMM
İçtüzüğünün 35 inci maddesi uyarınca birleştirerek görüşmek imkanından
mahrum bırakmıştır.
Bunun, milletvekillerinin Anayasanın
87 nci maddesinde TBMM’ne verdiği kanun koymak yetkisini, Anayasanın 95
inci maddesinin birinci fıkrası gereğince TBMM’nin yaptığı TBMM İçtüzüğünün
26 ncı ve 35 inci maddeleri doğrultusunda kullanmasını engelleyen bir durum
olduğu ve Anayasanın 87 nci maddesine aykırı düştüğü ortadadır.
Öte yandan, Komisyon Başkanının
görevleri İçtüzükte sayılmıştır. Gündeme alınan bir tasarı ya da teklif
hakkında karar verme yetkisi Başkanın değil, usulüne uygun olarak toplanan
Komisyonundur. Başkan, Komisyona ait yetkiyi kullanmıştır. İçtüzük
değişikliği niteliğindeki bu işlem, Komisyona ait karar yetkisinin, hukuka
aykırı olarak Komisyon Başkanı tarafından kullanılması nedeniyle Anayasanın
2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Söz konusu 5982 sayılı Kanun bir
Anayasa değişikliği yaptığı için bu aykırılık, 5982 sayılı Kanunun
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğini
değiştirdiği anlamına gelmektedir ki, bu da Anayasanın 4 üncü maddesindeki
değişmezlik ilkesine aykırıdır.
Yukarıda da belirtildiği gibi
Anayasamız, 148 inci maddesinde Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliği
yapan kanunları şekil açısından denetleme yetkisini vermiş; şekil
denetimini de teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına
uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlandırılmıştır.
Yukarıda belirtilen durum “teklif”
aşaması ile ilgili ve söz konusu Kanunun tüm maddelerini ilgilendiren bir
şekil aykırılığıdır ve Anayasa Mahkemesinin denetim alanına gireceği
açıktır.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin,
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tüm maddelerini, yukarıda açıklanan
gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 4 üncü, 87 nci ve 95 inci maddelerine aykırı
olduğu için iptal etmesi gerekmektedir.
I.A.3. Türkiye Büyük Millet Meclisinde Oylanma
Biçimi Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175
inci maddesinde Anayasanın değiştirilmesi hakkında kanun tekliflerinin
kabulünde gizli oy esası getirilmiştir.
Ancak 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun, TBMM’deki görüşmelerinde 1 ve 2 nci tur oylamalarında oy
gizliliğine uyulmamış olduğu görülmektedir.
Oy gizliliğinin ihlal edildiği; oy gizliliğinin
sağlanması için önlem alınması gerektiği muhalefet partilerinin
milletvekilleri ve Grup Başkanvekillerince sıklıkla dile getirilmesine, bu
konuda tartışmalar yapılmış olmasına rağmen TBMM Başkanlığınca herhangi bir
önlem alınmamıştır.
Ekte sunulan belge ve bilgilerden, kimi
milletvekillerinin diğerlerinin oy pulunu gördüğü, oy zarfını denetlediği,
oy kabinine birlikte girdiği, bu görüntülerin özellikle 5982 sayılı kanunun
çerçeve 8 inci maddesinin düşmesinden sonra yeni numarası ile çerçeve 16
ncı ve devamı ile çerçeve 22 inci maddelerinde ihlallerin doruk noktasına
ulaştığı, sonuç olarak oylamalarda gizlilik ilkesinin ihlal edildiği açık
olarak görülmektedir.
Böyle bir durum, Anayasanın 175 inci maddesine
açıkça aykırıdır ve bu aykırılık, söz konusu Kanunun 1 inci tur
oylamalarında sözkonusu olsa bile, Kanunun tümünü geçersiz kılacak
niteliktedir. Çünkü Kanunun 2 nci tur oylamaları ve tümü hakkındaki oylama
1 inci tur oylamaların hazırladığı zemin üzerinde yapılmaktadır.
Anayasamızın 148 inci maddesinde, Anayasa
Mahkemesinin Anayasa değişikliği yapan Kanunları ancak şekil açısından
denetleyebileceği bildirilmiş ve bu denetim teklif ve oylama çoğunluğuna ve
ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile
sınırlandırılmıştır.
Bir oylamanın öngörülen çoğunlukta yapılıp
yapılmadığı ancak geçerli oylar bakımından belirlenebilecek bir husustur.
Bu nedenle oylama çoğunluğuna uyulup uyulmadığının anlaşılabilmesi için
önce kullanılan oyların ne kadarının geçerli olduğu ortaya konulmalıdır. Oy
gizliliğinin ihlal edilmiş olması ise, oyun geçerliliğini ortadan kaldıran
bir durumdur. Bu nedenle, Anayasanın 148 inci maddesinin Anayasa
Mahkemesine verdiği oylama çoğunluğuna uyulup uyulmadığını denetleme
yetkisinin evleviyetle oylamanın geçerli olup olmadığı hususunu da içerdiği
kabul edilmelidir.
Duruma bu açıdan bakılınca, olayda Anayasa
Mahkemesinin oylamanın geçerliliğini de denetlemesi ve oy gizliliğinin
Anayasanın 175 inci maddesine aykırı olarak bozulduğu gerekçesiyle 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tümünü iptal etmesi gerektiği görülmektedir.
I.A.4. İvedilikle Görüşülmeme Şartı Bakımından
7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175
inci maddesinin 1987 tarih ve 3361 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki şeklinde
“Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez”
denirken; maddede, anılan Kanunla yapılan değişiklikten sonra, bu ifade
“Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa
görüşülür” şekline dönüştürülmüştür.
Bu nedenle Anayasanın 148 inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı”
ibaresinin, “Anayasa değişikliği teklifinin TBMM Genel Kurulunda iki kere
görüşülüp görüşülmediği” olarak anlaşılması gerekmektedir. (Bkz. Erdal
Onar, “1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu”, Ankara 1999, s. 153;
Ergun Özbudun, “Türk Anayasa Hukuku”, Gözden Geçirilmiş 6. baskı, Ankara
2000, s. 151; Erdoğan Teziç, “Anayasa Hukuku”, 13. bası, İstanbul 2009, s.
171)
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun ise TBMM Genel Kurulunda Anayasanın öngördüğü biçimde iki defa
görüşülmediği görülmektedir. Çünkü Anayasanın 175 inci maddesinde,
Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu
maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki
hükümlere tabi kılınmıştır. Kanunların TBMM Genel Kurulunda nasıl
görüşüleceği, TBMM İçtüzüğünün 81 inci maddesinde belirtilmiştir. 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun TBMM Genel Kurulundaki birinci görüşmesinde,
İçtüzüğün 81 inci maddesi hükmü doğrultusunda uygulama yapıldığı
görülmektedir; ancak ikinci görüşmede, İçtüzüğün 81 inci maddesinde
kanunlar için öngördüğü usulün dışına çıkılmış ve sadece maddeler üzerinde
verilmiş değişiklik önergeleri görüşülmüş; siyasi parti gruplarına,
maddeler üzerinde söz verilmemiştir.
Böyle bir yöntemle yapılan ikinci
görüşmenin Anayasanın 175 inci maddesinde belirtilen anlamda bir ikinci
görüşme sayılamayacağı ortadadır. Çünkü Anayasanın 175 inci maddesinin
birinci fıkrası uyarınca iki defa yapılacak görüşmenin, her ikisinin de,
kanunların görüşülmesinde uygulanan ve TBMM İçtüzüğünün 81 inci maddesinde
belirtilen usul doğrultusunda gerçekleştirilmesi; bu bağlamda ikinci
görüşmede de tüm maddeler üzerinde siyasi parti gruplarına söz verilmesi
gerekmektedir.
Bu şekilde yapılmayan bir ikinci
görüşmenin, Anayasanın 175 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına
aykırı düşeceği ve bu aykırılığın, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun
tüm maddelerini ilgilendireceği açıktır.
Ancak burada 7.5.2010 tarihli ve 5982
sayılı Kanunun yasalaşma sürecinde TBMM’de yapılan ikinci görüşmede
uygulanan yöntemin TBMM İçtüzüğünün 93 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına
dayandırıldığının belirtilmesi gerekir. Ne var ki, ikinci görüşmenin
İçtüzüğün 93 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına uygun bir yöntemle yapılmış
olması, bu görüşmenin Anayasaya da uygun bir nitelik kazanmasını
sağlamamaktadır. Çünkü TBMM İçtüzüğünün 93 üncü maddesinin üçüncü
fıkrasında getirilen görüşme yöntemi, Anayasanın 175 inci maddesinin
birinci ve ikinci fıkralarına aykırıdır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin
Anayasanın 148 inci maddesinin kendisine verdiği şekil açısından denetim
yetkisi kapsamında, ikinci görüşmesi Anayasanın 175 inci maddesinin birinci
ve ikinci fıkralarına uygun olarak yapılmadığı için Anayasanın 175 inci
maddesine yukarıdaki gerekçelerle aykırı düşen 7.5.2010 tarihli ve 5982
sayılı Kanunun tüm maddelerini denetlemesi ve iptal etmesi gerekmektedir.
I.A.5. Amacı Bakımından 7.5.2010 Tarihli ve 5982
Sayılı Kanun’un Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası,
yürürlüğe girdiği günden bu yana, çeşitli açılardan eleştirilerin hedefi
olmuş; kimi hükümlerinde bu eleştiriler doğrultusunda önemli değişiklikler
yapılmıştır.
Bugün toplumumuz yeni bir Anayasa değişikliği ile
karşı karşıyadır. 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunla gerçekleştirilen
bu Anayasa değişikliğinin, özellikle bu değişiklik paketini hazırlayan ve
yasalaşmasını sağlayan iktidar partisi ve ona yakın çevrelerce, “toplumun
beklentileri doğrultusunda yapılan bir reform” olarak nitelendirildiği
görülmektedir.
Ancak dikkatli bir inceleme, bu değişikliğin asla
toplumun beklentileri doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir reform olmadığını
ortaya koymaktadır.
Çünkü bu Anayasa değişikliği, Adalet
ve Kalkınma Partisi tarafından, sivil toplum örgütlerinin, ilgili meslek
kuruluşlarının, üniversitelerin, konuyla ilgili bilim insanlarının ve
siyasi partilerin katkısı alınmadan, görüş ve önerileri de gözardı edilerek
ve bir uzlaşma arayışına girilmeksizin hazırlanmıştır. Hatta bu süreçte
anayasal kurumların da görüşü alınmamıştır. Bu durum, AB Komisyonunca
hazırlanan 3. İstişari Ziyaret Raporunda da “yasa yapma sürecinde Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunun görüşlerinin alınabilmesine imkan tanıyacak
resmi görüşme mekanizmasının bulunmadığını öğrenmekten şaşırdık”, “Yüksek
Kurul ile Parlamento üyeleri arasında adaletin yönetimi ile ilgili yasal
reformların tartışılacağı resmi toplantılar yapılmasını teklif ediyoruz” ifadeleriyle
belirtilmiştir. Bu görünüm, bu değişikliğin bir dayatmaya, bir parti
metnine dönüşmesine neden olmuş; toplumdan ve siyasi partilerden dayatılan
metne sadece destek istenmiştir. Halbuki Anayasa değişikliklerinde temel
unsurlar “katılım, müzakere ve uzlaşma”dır. Anayasamızın 175 inci
maddesinde Anayasa değişikliklerinin teklif ve kabul aşamalarında nitelikli
çoğunluk aranmasının amacı da aslında bu hususların yaşama geçirilmesidir.
Bu Anayasa değişikliğinde, toplumun üzerinde
anlaştığı çözümlerin aksi yönde çözümlere yer verilmesi de belirtilmesi
gereken bir husustur.
Söz konusu Anayasa değişikliğinin, çağdaş
demokratik toplumun gereklerine, Avrupa Birliği çerçevesinde ortaya
konulmuş önerilere, değerlendirme ve ilkelere uygun bir nitelik taşımadığı
da görülmektedir.
Toplumumuzda ve Avrupa Birliğinde, yargı alanında
devletin yapılanması bakımından üzerinde anlaşılarak ve vurgulanarak
yıllardır yapılması beklenenler; yargının tam anlamıyla tarafsızlığının ve
bağımsızlığının sağlanması, bir bağlamda Cumhurbaşkanına Anayasa
Mahkemesinin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üye seçiminde rol
tanınmaması, Adalet Bakanı ve Müsteşarına Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunda yer verilmemesi, yargıç ve savcıları denetleyecek müfettişlerin
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması, denetimde Adalet Bakanına
ve adalet müfettişlerine rol verilmemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu sekreteryasının Kurula bağlanması, hakim adaylarının seçiminde
Adalet Bakanına rol tanınmaması, hakimlerin idari yönden Adalet Bakanlığına
bağlılıklarının kaldırılması, Anayasa Mahkemesinin yasama ve yürütmeden
bağımsız ve daha hızlı çalışmasını sağlayacak bir oluşuma kavuşturulması
olarak sıralanabilir.
Bu istemlerin yalnız toplumumuzdan gelmediğini;
özellikle Avrupa Birliği bünyesinde de aynı doğrultularda genel veya
Türkiye’ye yönelik önerilerin yapıldığını belirtmekte yarar vardır.
Örneğin yargı bağımsızlığı konusunda Avrupa
standartını oluşturacak temel ilkeleri belirleyen Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesi’nin (R[94]12) kararında; “Hakimlerin seçimi ve
kariyerleri konusunda karar veren merci, hükümet ve idareden bağımsız
olmalıdır. Bu merciin bağımsızlığını teminat altına almak için getirilecek
kurallarla, merciin üyeleri yargı tarafından seçilmeli ve bu merci kendi
usul kurallarını kendisi vaz’etmelidir.” ilkesi ortaya konulmuştur. (Bkz.
Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliği’ne Bakı”dan naklen, Cumhuriyet
Gazetesi, 3 Nisan 2010)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 13 Ekim 1994
tarihli 518 inci toplantısında kabul edilmiş olan bu kararda, yargı ile
ilgili olarak benimsenen bu temel ilkenin dışındaki, değişik ülkelerde
görülen ve bir kısmı gelenekten kaynaklanan farklı atama usullerinin ancak
uygulamada bağımsızlığı sağlayan hukuki ya da fiili güvencelerin varlığı
halinde geçerli sayılabileceği ifade edilmiştir. Hemen belirtelim ki, Avrupa
Yargıçları Danışma Konseyi (CCJE)’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine
sunduğu 10 (2007) No’lu görüşte de, hakimlerin seçimleri ve kariyerleri
hakkında karar verecek Kurulun yalnız yargıçlardan oluşması ve bu
yargıçların kendi emsallerince seçilmesi, birinci tercih olarak
sunulmuştur. CCJE’nin, Kurulun yalnız yargıç üyelerden oluşmadığı durumlarda
ise, yargıç olmayan üyelerin yürütme tarafından seçilmemesini önerdiği
görülmektedir. (Bkz. Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliği’ne Bakış”,
Cumhuriyet Gazetesi, 13 Nisan 2010, ayrıca Bkz. “Avrupa Yargıçları İstişare
Konseyi (CCJE)’nin Toplum Hizmetine Adanmış Yargı Yüksek Kurulları Hakkında
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Dikkatine sunduğu 10 (2007) No’lu
Görüş, III.A madde 16 ve 17, III.C.2 nci madde 32)
AB Komisyonu uzmanları tarafından Türk yargı
düzeniyle ilgili olarak hazırlanan İstişari Ziyaret Raporlarında da benzer
yaklaşımların öne çıktığı görülmektedir.
Örneğin (28 Eylül 2003 – 10 Ekim 2003) tarihli
1. İstişari Ziyaret Raporunda öncelikli öneri; Cumhurbaşkanının, Avrupa
Konseyi’nin Hakimlerin Bağımsızlığına İlişkin Tavsiyelerinin I (2) (c)
ilkesi uyarınca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliklerine atama
yetkisinin kaldırılması ve söz konusu yetkinin hakim ve savcıların bizzat
kendilerine verilmesidir. Aynı Raporda öneriler arasında, yukarıda
belirtilen Avrupa Konseyi tavsiyelerinin I (2) (c) ilkesine göre, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinin, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulundan Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının çıkarılacak
şekilde yeniden düzenlenmesi; hakim adaylarının seçilmesi usulünde Adalet
Bakanının yetkisinin kaldırılması; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 144
üncü maddesinin, yeniden düzenlenerek adalet müfettişlerinin Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun denetimi altında çalışacak şekilde yeniden
atanması; yargı mensupları hakkında inceleme ve soruşturma iznini vermek
veya talep etmek yetkisinin Yüksek Kurula bırakılması da tavsiye
edilmiştir. (Bkz. “İstişari Ziyaret Raporu (28 Eylül – 10 Ekim 2003), IX.
Sonuçların ve Tavsiyelerin Özeti”, bu rapor dilekçenin ekinde Ek. 9 olarak
sunulmuştur.
Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlattırılan
(11 – 19 Temmuz 2004) tarihli 2. İstişari Ziyaret Raporunda da; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu
maddesinin Adalet Bakanı ve Müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulundan çıkarılmasını sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve
Cumhurbaşkanının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin
kaldırılması; Kurula kendisine ait sekreterya bağlanması; hakim adaylarının
seçiminde Adalet Bakanına değil Kurula yetki tanınması; adalet
müfettişlerinin Kurula bağlanması gibi önerilerin yinelendiği ve bunlara
uyulmadığı hususunun vurgulandığı görülmektedir. (Bkz. “İstişari Ziyaret
Raporu (11 – 19 Temmuz 2004)”, Avrupa Birliği tarafından hazırlattırılan
13 – 22 Haziran 2005 tarihli İstişari Ziyaret Raporunda da aynı
hususlar üzerinde durulmaktadır. (Bkz. İstişari Ziyaret Raporu (13 Haziran
– 22 Haziran 2005), Tavsiyelerin Özeti, madde 1, 4, 5, 7, 9.)
Aynı yaklaşım daha genel ifadelerle, Avrupa
Birliğinin Türkiye ile ilgili İlerleme Raporlarında da kendisini
göstermektedir. Örneğin 2006 yılı İlerleme Raporunda (Bölüm 2.1’de
“Yargı Sistemi” alt başlığı altında) “… Adalet Bakanı ve Müsteşarı da
Kurulun oy hakkında sahip yedi üyeliğinden ikisini oluşturmaktadır… Bu yapı
… yürütmenin Türkiye’deki hakimlerin mesleki ilerlemelerine yönelik
alınacak kararları etkileme potansiyeli yaratır” değerlendirmesi
yapılmıştır. (Bkz. Fazıl Sağlam, “AKP’nin Anayasa Değişikliğine Bakış”,
Cumhuriyet Gazetesi, 13 Nisan 2010)
Bu açıklamalar, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun Genel Gerekçesinde ve Madde Gerekçelerinde, her ne kadar Avrupa
Birliği gereklerine uyum amacı öne sürülse de, getirilen düzenlemelerin
böyle bir uyumu sağlamayı hedeflemediğini kanıtlamaktadır.
Çünkü yapılan bu yeni düzenlemede de Adalet
Bakanına ve Müsteşarına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda yer
verilmiştir; Adalet Bakanı Kurulun Başkanıdır; Kurul üyeliklerinin
seçiminde Cumhurbaşkanının hakim veya savcı kökenli olmayan kimseler
arasından da Kurula üye seçmesine olanak tanınmıştır. Savcı ve yargıçlar
hakkındaki inceleme ve soruşturmaları Kurula bağlı müfettişlerin yapacağı
esası kabul edilmekle birlikte getirilen geçici maddelerle, ilgili
kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıp kurul müfettişleri atanıncaya kadar
adalet müfettişlerinin aynı zamanda Kurul müfettişi olarak görev
yapacakları hükme bağlanmış ve ne zamana kadar tamamlanması gerektiği
bildirilmemiş olan ilgili kanunlardaki düzenlemeler yapılmadığı sürece,
eski düzenin sürdürülmesi sağlanmıştır.
Kısaca, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunla,
hakim ve savcıların kariyerleri ve mesleki ilerlemeleri konusunda karar
yetkisine sahip olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yürütmeye
bağımlı karakteri değiştirilmemiş; aksine bu Kurul, yürütmenin etki ve
baskılarına daha açık bir hale getirilmiştir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, Anayasa
Mahkemesini yeniden yapılandıran hükümleri de Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunu yapılandıran hükümlerden farklı nitelikte değildir. Çünkü bu
hükümler de, bir yandan Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin kullanılmasını
güçleştirirken; (örneğin parti kapatma ve Anayasa değişikliklerini iptal
kararı verme yetkisini, karar yetersayısını yükseltmek yoluyla nerede ise
kullanılamaz hale getirirken) diğer yandan da, üyelerinin seçiminde eskiden
Cumhurbaşkanına verilen yetkileri, yargı bağımsızlığı konusundaki tüm
Avrupa Birliği tavsiye ve kararlarını gözardı ederek korumuş, hatta
artırmış; ayrıca TBMM’ye de Anayasa Mahkemesine üç üye seçmek yetkisi
tanıyarak, Mahkemeyi yasamaya da bağımlı hale getirmiştir. TBMM’deki
çoğunluk ile Cumhurbaşkanının aynı siyasal parti kökenli olduğu durumlarda
bu bağımlılığın, iktidar partisine bağımlılığa dönüşeceği ortadadır.
Halbuki yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, bir
hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Çağdaş çok partili parlamenter
rejimlerde, iktidar partisi kanalıyla yasama – yürütme arasında yaratılan
fiili bütünleşmenin yasama – yürütme arasındaki denetim araçlarını işlemez
hale getirmesi nedeniyle ortaya çıkacak denetim boşluğu karşısında, siyasi
iktidarın hukuki sınırları içinde kalmasını sağlayacak tek güç, yargıdır.
Yargının yargı organlarının üyelerinin seçiminde
yasama veya yürütmeye tanınan yetkiler nedeniyle tarafsızlığını ve
bağımsızlığını, yitirip, yandaş yargıya dönüşmesi; yasama – yürütme
arasındaki fiili bütünleşmeye yargının da katılması sonucunu doğuracaktır.
Böylesi bir bütünleşmenin ise, demokrasinin bir totaliter rejime dönüşmesi
tehlikesine yol açacağı kuşkusuzdur.
Anayasa değişikliği kapsamında ortaya konulan bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde ortaya çıkan tablonun,
demokratik hukuk devleti anlayışı, Cumhuriyetimizin temel değerleri ve
Avrupa ortak demokratik standartları açısından kabul edilebilir bir yanı
yoktur. Çünkü değindiğimiz düzenlemelere göre; yargı, yürütme ve yasamanın
güdümüne girecek ve yandaşlaşacak; Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü
fıkrası hükümlerine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline gelen
partilerin bile kapatılması ve Anayasaya aykırı Anayasa değişikliklerinin
iptali hemen hemen imkânsızlaşacaktır.
Bu tablo karşısında, akla gelecek ilk soru, böyle
sonuçlar yaratacak bir Anayasa değişikliğinin hangi amaçla yapıldığıdır.
Bu soruya, söz konusu Anayasa değişikliğinde yer
alan bu düzenlemelerin, kamu yararı amacıyla yapıldığı yanıtını vermek
olanaksızdır.
Çünkü bu düzenlemelerde, Avrupa Birliğinin, ilgili
kurum ve kuruluşların, bilim insanlarının ve siyasi partilerin üzerinde
anlaşmış olduğu hemen hemen hiçbir çözüm yer almadığı gibi; toplumumuzda
oluşmuş hiçbir ortak beklenti de karşılanmamıştır; hatta bunlara aykırı
yönlere yönelinmiştir. Bu durum, söz konusu Anayasa değişikliğinin kamu
yararına değil, birtakım öznel amaçlara yönelik olarak gerçekleştirildiğini
ortaya koymaktadır.
Bu öznel amacın ne olduğu sorusunun yanıtı ise
kuşkusuz, bugünün koşullarında yasama – yürütme ve yargı, daha açık ifade
etmek gerekirse, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile yargı arasındaki
ilişkide saklıdır.
Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Adalet ve Kalkınma
Partisi iktidarının yargı ile, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve
Anayasa Mahkemesi ile sorunu vardır. Çünkü, Adalet ve Kalkınma Partisinin
kapatılması için dava açan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısıdır. Bu davada
Adalet ve Kalkınma Partisinin demokratik ve laik Cumhuriyet karşıtı
fillerin işlendiği bir odak olduğunu karara bağlayan ve Adalet ve Kalkınma
Partisi çoğunluğunun TBMM’de çıkardığı birtakım Anayasaya aykırı yasaları
iptal eden de, Anayasa Mahkemesidir. İdari ve adli yargı organlarının
kararları, artık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının öznel
beklentilerini karşılamaktan uzaklaşmış; Adalet ve Kalkınma Partisi ve bu
partinin milletvekili, bakan ve yandaşlarından oluşan blok ile yargı
arasında bir gerginlik ve çekişme başlamıştır.
Örneğin, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı Cihaner
olayında, Erzurum Cumhuriyet savcılarının özel yetkilerini, hukuka açıkça
aykırı işlemleri nedeniyle kaldıran Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
kararı, Adalet ve Kalkınma Partili çevrelerce “saldırı” denebilecek şekilde
eleştirilmiştir.
Adalet Bakanı ve Müsteşarının Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu çalışmalarına katılmamak suretiyle Kurul çalışmalarını
kilitlemeleri ve bunu bir alışkanlık haline getirmeleri nedeniyle Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunun Müsteşar hakkında suç duyurusunda bulunması
da, aynı çevrelerde benzer tepkilere yol açmıştır. Bu durum “yetki aşımı”
olarak tanımlanmıştır. Başbakan, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun
siyasallaşmakla suçlamış ve “Bu kadar siyasete meraklılarsa seçim
yaklaşıyor, mesleklerini bırakıp herhangi bir partiden üye olsunlar”
sözleri ile duygularını ifade etmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partili hükümet üyeleri hakkında
ortaya atılan yolsuzluk iddiaları, bunlar hakkında muhalefetin soruşturma
açılmasına ilişkin taleplerinin reddedilmesi suretiyle rafa kaldırılmakta;
ancak bu, Yüce Divan’da yargılanma tehlikesini bertaraf etmeye
yetmemektedir.
Bütün bunlara ek olarak, milli iradeyi TBMM’deki
parti çoğunluğunun iradesinden ibaret sanmak yanılgısına kapılan Adalet ve
Kalkınma Partisi, artık hukuka sığmayan icraatına “dur” diyen yargıyı
kendisi için bir engel olarak da görmeye ve yandaş bir yargı yaratma özlemi
çekmeye başlamıştır. Oysa yargı, kamusal bir faaliyet olup hiç kimsenin
değil, herkesindir (bkz. Kunter-Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Baskı,
Beta, İstanbul, 2000, s. 119); ulusun egemenliğine dayanan hukuki bir
faaliyettir.
Bütün bu durumlar, Adalet ve Kalkınma Partisinin
yargıya bakış açısının ve yargıdan beklentilerinin ortaya konulmasına
yardımcı olduğu gibi, tümü Adalet ve Kalkınma Partili olan
milletvekillerince önerilen Anayasa değişikliğinin asıl amacının
belirlenmesini de sağlamaktadır. Bu amaç; Adalet ve Kalkınma Partisinin
yasama ve yürütmedeki iktidarına bağımlı ve aynı zamanda yandaş bir yargı
yaratılması, bir başka deyişle yargının fethedilmesi; Anayasa Mahkemesinin
etkisizleştirilmesi ve Yüce Divan olarak tehlike arzetmekten
uzaklaştırılması; kısaca Adalet ve Kalkınma Partisine ve bu Partinin
iktidarına yargıya karşı korunma sağlanmasıdır.
Bunlar gerçekleştirildiğinde ise, artık yargı,
hukuki sınırlarına sığamayan Adalet ve Kalkınma Partisi için bir engel
oluşturmaktan çıkacak; kapatılma davaları ve Yüce Divan yargılamaları korku
yaratmaktan uzaklaşacaktır.
En önemlisi de, bu Anayasa değişikliği, Anayasayı
Anayasaya aykırı olarak değiştiren kanunların iptalini getirdiği
düzeneklerle imkansız denecek kadar güçleştirdiği için; Cumhuriyetin,
kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerinin
dışındaki niteliklerini örneğin laikliği veya Cumhuriyet yönetim biçiminin
kendisini değiştirecek başka Anayasa değişikliklerinin de önünü açacaktır.
Böylece Cumhuriyetin temel felsefesi ve bu felsefeye dayalı Devlet yapısı,
yapılacak yeni Anayasa değişiklikleri ile rahatça başkalaştırılabilecektir.
(Halen New York’taki New School For Social
Researh’te öğretim üyeliği yapan ve çalışmalarını anayasa hazırlama
süreçleri üzerinde yoğunlaştırmış bulunan Macar asıllı Prof. Dr. Andrew
Arato’nun da söz konusu Anayasa değişikliği ile ilgili değerlendirmesinde
özellikle bu hususa dikkat çektiği görülmektedir. Bkz. “soru cevap”,
Milliyet Gazetesi, 26 -27 Nisan 2010)
Bunun, uygulanan seçim sisteminin çoğunluk
partisine aldığı oya oranla aşırı temsil imkanını sağladığı ülkemizde,
“toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Anayasanın Başlangıcında
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devleti olan ve devleti ile ülkesi bölünmez bir bütün oluşturan Türkiye Cumhuriyeti
için, belki de üzerinde durulması gereken en büyük tehlike olduğu
ortadadır.
Bu sonuç ve imkanları hazırlayan bir Anayasa
değişikliğini kabul edilebilir hale getirmek için, söz konusu Anayasa
değişikliği paketinde temel hak ve özgürlüklerle, eşitlikle ve bunun
yanısıra askeri yargı, yargı kararları, Ekonomik ve Sosyal Konsey, TBMM
Başkanının görev süresi ile ilgili toplumun beğenisini kazanacağı düşünülen
ilgili birtakım başka düzenlemelere de yer verilmiştir. Bunlar, Anayasanın
10, 20, 23, 41, 51, 53, 54, 84, 94, 125, 128, 129, 145, 147, 148, 156, 157,
166 ncı maddeleri ve “Geçici 15” inci maddesi ile ilgili değişikliklerdir.
Bu düzenlemelerin, TBMM’de muhalefetin bu Anayasa
değişikliğine karşı çıkmasını önleyeceği veya desteğini sağlayacağı düşünülmüştür.
Dahası, halkoylamasında beğenileceği düşünülen bu hükümlere,
reddedileceğinden korkulan hükümlerin taşıttırılması amaçlanmış ve bu
nedenle halkoylamasında 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun tümüyle
oylanacağına ilişkin bir hüküm, bu Kanunun yürürlük maddesine
yerleştirilmiştir.
Kullanılan bu yöntemler, Adalet ve Kalkınma
Partisinin, gerek TBMM Genel Kurulundaki görüşmelerde gerekse yapılacak
halkoylamasında bu Anayasa değişikliğinin mutlaka kabul edilmesini sağlama
kararlılığının bir göstergesidir.
Bu Anayasa değişikliğinin kabulü halinde düzende
oluşacak değişimlerden sonra, TBMM’de gerekli karar yetersayısı çoğunluğuna
sahip bir partinin, yukarıda belirtildiği gibi Cumhuriyetin temel
niteliklerini, başka yeni Anayasa değişiklikleri yoluyla değiştirmesinin
önünde de artık önemli hiçbir engel kalmayacaktır; hatta Anayasa
Mahkemesinin söz konusu 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunla ilgili
kararı halkoylaması sonrasına kalacak olursa, bu Kanunun halkoylamasında
kabulü halinde, karar yetersayısının yükselmesi nedeniyle bir iptal
kararının verilmesi de çok güçleşecektir.
Bütün bu hususlar dikkate alınarak, 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun amacı değerlendirildiğinde, bunun “kamu
yararı” olmadığını söylemek gerekli hale gelmektedir.
Bilindiği ve yukarıda da ifade edildiği gibi bir
hukuk devletinde, kamu erki kullanılarak yapılan tüm işlemlerin nihai
amacının “kamu yararı” olması gerekir.
Kamu erki kullanılarak yapılan bir işlemin kamu
yararı nihai amacına yönelik olmaması, hukuk devletine aykırıdır.
Hukuk devleti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2
nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilmiştir. Bu
nedenle, hukuk devletine aykırı bir Anayasa değişikliği, Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğinin Anayasanın 4 üncü maddesine
aykırı bir biçimde değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu da Anayasanın 4
üncü maddesinde ifade edilen değişmezlik ilkesine aykırıdır. Yöneldiği amaç
bakımından yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine
aykırı düşen 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, tüm hükümlerinin
iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
8’inci, 14’üncü, 16’ncı, 19’uncu, 22’nci, 25’inci ve 26’ncı Maddelerine
İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
I.B.1. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
8’nci maddesinin 7.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 74’üncü Maddesinin Üçüncü Fıkrasını Yürürlükten Kaldırarak
Maddeye Eklediğini İfade Ettiği Üçüncü Fıkradaki “ve Kamu Denetçisine
Başvurma” İbaresi İle Madde Başlığındaki “ve Kamu Denetçisine Başvurma”
İbaresinin, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 8 inci
maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74 üncü maddesinin üçüncü
fıkrasını yürürlükten kaldırarak maddeye eklediğini ifade ettiği üçüncü,
dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarda, Kamu Denetçiliği Kurumu
oluşturulduğu görülmektedir. Ancak Kamu Denetçiliği Kurumunu oluşturmak
için T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine eklenen fıkralarda Anayasaya
aykırı hususlar vardır. Şöyle ki:
·
5982 sayılı Kanunun 8 inci
maddesinin değiştirdiğini ifade ettiği T.C. Anayasasının 74 üncü maddesinin
yeni eklenen dördüncü fıkrasında, Kamu Denetçiliği Kurumunun Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak, ancak idareyle ilgili şikayetleri
incelemek üzere kurulduğu görülmektedir.
Şikayetleri incelemekle görevli bir idari kurumun
TBMM Başkanlığına bağlanması, yasamanın bu kurumun işlevleri bakımından yürütme
üzerinde üstünlük kazanması anlamına gelmektedir. Bu durumun ise Anayasanın
2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanan Başlangıç
ilkelerinden kuvvetler ayrılığı ile bağdaşmayacağı ortadadır.
·
Diğer yandan T.C. Anayasasının
74 üncü maddesine eklendiği ifade edilen beşinci fıkrada, Kamu
Başdenetçisinin seçiminin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olması,
yukarıda belirtilen “yasamanın yürütme üzerinde kuvvetler ayrılığına aykırı
olarak üstünlük kurması” durumunun, daha da somut bir görünüm kazanmasına
neden olmaktadır. Seçim için, söz konusu beşinci fıkrada belirtilen yöntem
ise, Kamu Başdenetçisinin seçiminde tamamen Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki çoğunluk partisinin belirleyici olmasını sağlamaktadır. Bu da,
yasamanın bu bağlamda yürütme üzerinde üstünlük kurmasını sağlayan bir
başka husus olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü ilk iki oylamada seçilmek için
üye tamsayısının üçte iki ve 3 üncü oylamada üye tamsayısının salt
çoğunluğu aranırken, dördüncü oylamada, seçilmek için, en fazla oyu almak
yeterli görülmüştür. Bu da Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin
nitelikleri arasında sıralanan Başlangıç ilkelerinden kuvvetler
aykırılığına aykırıdır.
5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin, T.C.
Anayasasının 74 üncü maddesine eklediğini ifade ettiği altıncı fıkrada ise,
Kamu Denetçiliği Kurumunun görevlerine, yetkilerine, inceleme sonunda
yapacakları işlemlere ilişkin hiçbir belirleme yapılmamış; bu hususların
kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Bir başka deyişle Kamu Denetçiliği
Kurumunun yetkileri, inceleme sonunda yapacakları işlemler, tamamen Türkiye
Büyük Millet Meclisine bırakılarak adeta isimden ibaret işlevi ve yetkileri
belirsiz bir kurum oluşturulmuştur. Böyle bir belirsizliğin hukuki güven
duygusunu sarsacağı, keyfiliğe yol açacağı ve bu nedenlerle Anayasanın 2
nci maddesinde belirtilen “hukuk devleti” niteliği ile bağdaşmayacağı
açıktır.
Ayrıca Kamu Denetçisi Kurumunun idarenin işleyişi
ile ilgili şikayetleri inceleyeceği belirtilmiş; ancak, bu inceleme sonunda
yapılacak işlemler belirtilmemiş; özerk kurumlar ayrık tutulmadığı için,
onlar da bu denetimin kapsamı içine girmişlerdir. Aynı durum yargıya
intikal etmiş veya yargı kararına bağlanmış idari işlemler için de söz
konusudur. Bunlar da ayrık tutulmadıkları için söz konusu denetimin kapsamı
içinde kalmışlardır. Denetimin sonucunda yapılacaklar hakkında da
belirsizlik vardır. Bu belirsizlikler de hukuki güven duygusunu zedelemekte
ve söz konusu düzenlemenin hukuk devleti ilkesine aykırılığı çok açık hale
gelmektedir.
Bu nedenle, 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin
Anayasanın 74 üncü maddesine eklediği dördüncü, beşinci ve altıncı
fıkraların Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti niteliğine
aykırı düştüğünün, 8 inci madde bir Anayasa değişikliği yaptığı için bu
aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti niteliğinin
Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirilmesi anlamına
geldiğinin, söz konusu fıkraların bu nedenle iptal edilmesi gerektiğinin
söylenmesi gerekmektedir.
Bu belirsizlikler hukuki güven duygusunu
zedelemekte ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşmektedir. Diğer yandan
hakkında yargıya başvurulan veya yargı kararı verilmiş idari işlemlerin
denetim alanı içinde olması da, kuvvetler ayrılığı ilkesi ile
bağdaşmamaktadır.
Bu nedenle, 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin
Anayasanın 74 üncü maddesine eklendiğini ifade ettiği dördüncü, beşinci ve
altıncı fıkraların, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin
“hukuk devleti” niteliği ile Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına
aykırı düştüğünün; söz konusu 8 inci madde bir Anayasa değişikliği yaptığı
için, bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesindeki yukarıda belirtilen
niteliklerin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirildiği
anlamına geldiğinin ve bu nedenle söz konusu dördüncü, beşinci ve altıncı
fıkraların iptalinin gerektiği söylenmelidir.
Diğer yandan 5982 sayılı Kanunun Anayasanın 74 üncü
maddesine eklediği ifade edilen üçüncü fıkrada, Anayasaya aykırılığı
açıklanan Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru hakkı düzenlenmektedir. Bu
hakkın da, Kamu Denetçiliği Kurumunun ve bu uygulamanın Anayasaya aykırı
olduğu dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralar için yapılan açıklamalarda
ortaya konulmuş olduğu için, bu açıklamalarda belirtilen gerekçelerle
Anayasaya aykırı düştüğü söylenmelidir ve bu nedenle bu fıkrada yer alan
“ve kamu denetçisine başvurma” ile madde başlığındaki “ve kamu denetçisine
başvurma” ibareleri iptal edilmelidir.
I.B.2. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
14’üncü Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Bir hukuk devletinde yargı erkinin sağlıklı bir
biçimde işleyebilmesi, öncelikle yargı bağımsızlığının ve yargıç – savcı
güvencelerinin sağlanmış olmasına bağlıdır.
5982 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci tümcesinde yer alan hüküm, adalet hizmetleri ile
savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetiminin, adalet
müfettişleri ile hakim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma,
inceleme ve soruşturma işlemlerinin ise adalet müfettişleri eliyle
yapılacağını ifade etmektedir.
Böyle bir düzenlemenin savcıların, idari görevleri
yönünden yapılacak denetimler ve araştırma, inceleme ve soruşturmalar
aracılığı ile Adalet Bakanının etki ve baskısı altına girmesine yol
açabileceği ortadadır. Son günlerde ülkemizde savcıların denetimi
bağlamında yaşananlar, bu olasılığın hiç uzak olmadığını göstermektedir.
Savcıların, idari görevleri bakımından yapılacak
denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların Adalet Bakanlığının etki ve
baskısı altına girmesine yol açabilecek husus, söz konusu madde
değişikliğinde bu denetimin, inceleme, araştırma ve soruşturmaların adalet
müfettişleri ile hakim ve savcılık mesleğinden gelen iç denetçilere
bırakılmış olmasıdır. Çünkü iç denetçiler de, adalet müfettişleri de Adalet
Bakanlığına bağlıdırlar ve bu nedenle Adalet Bakanının denetim süreçlerini
etkileme olasılığı söz konusu olabilir. Böyle bir olumsuzluğu aşmanın yolu,
söz konusu denetim, inceleme, araştırma ve soruşturmaların Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı müfettişler eliyle yapılmasını sağlamaktır.
Savcıların idari görevlerinin denetimi, araştırma,
inceleme ve soruşturmaları bağlamında bile olsa Adalet Bakanının etki ve
baskısı altına girmesi, yargısal görevlerini bağımsız bir biçimde yerine
getirmelerini engelleyecek; güvencelerini etkisiz kılabilecektir. Bunun da
hukuk devleti ilkesine ve kuvvetler ayrılığına aykırı düşeceği ortadadır.
Diğer yandan söz konusu 14 üncü maddenin ikinci
fıkrasının birinci tümcesinde sözü geçen “Adalet hizmetleri”, kapsamı
belirsiz bir kavramdır ve bu belirsizlik, yargıçların da adalet hizmetleri
yönünden Adalet Bakanlığınca denetlenmesine yol açabilecektir. Bu da
savcılar bakımından yukarıda değinilen tüm Anayasaya aykırı durumların,
yargıçlar açısından da kendisini göstermesine neden olacaktır. Bu bağlamda
bu denetim, yargıçları da, Adalet Bakanının etki ve baskısı altına sokacak;
görevlerini bağımsız bir biçimde yerine getirmelerini engelleyecek;
güvencelerini etkisiz kılabilecektir. Böylece hukuk devleti ve kuvvetler
ayrılığı ilkelerine aykırı bir görünüm ortaya çıkacaktır.
Öte yandan getirilen düzenleme, HSYK üyesi olacak
1. sınıf yargıç ve savcıların, üyelik süresince Bakanlık denetimi dışında
kalmamasına, Bakanlık denetimine tabi olmasına da yol açacaktır. Bu da
yukarıda belirtildiği gibi yargı bağımsızlığına, yargıç ve savcı
güvencesine aykırı bir durum olup hukuk devleti ile de bağdaşmamaktadır.
Söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının
ikinci tümcesinde de, Anayasaya aykırı bu denetimin usul ve esaslarının
belirlenmesi çıkarılacak kanunlara bırakılmıştır. Bu nedenle, denetim
konusunda yukarıda belirtilen Anayasaya aykırılık ve belirsizlikler, söz
konusu ikinci tümce için de aynen geçerlidir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin
nitelikleri arasında, hukuk devleti ve başlangıç ilkelerinden kuvvetler
ayrılığı da yer almaktadır. Bu nedenle, yukarıdaki açıklamalar
doğrultusunda söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının tümüyle
Anayasanın 2 inci maddesinde belirtilen bu niteliklere aykırı düştüğünün
söylenmesi gerekmektedir. Bu düzenleme bir Anayasa değişikliği niteliğini
taşıdığı için, bu aykırılık söz konusu 14 üncü maddenin ikinci fıkrasının
Anayasanın 2 nci maddesini hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı nitelikleri
bakımından değiştirildiği anlamına gelmektedir. Böyle bir değişiklik ise
Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik yasağına aykırıdır. Bu nedenle
Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı olan 5982 sayılı Kanunun 14
üncü maddesinin ikinci fıkrasının (2709 sayılı kanunun değişen 144 üncü
maddesinin) iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.3. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
16’ıcı Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Anayasa Mahkemesinin üyelerinin seçiminde ülkelerin
kendi siyasal koşul ve gelişimleri doğrultusunda birbirinden farklı
yöntemler kullandıkları görülmektedir.
Bu bağlamda, kimi devletlerde yasama organlarına veya
devlet başkanlarına Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin verildiği
görülmektedir. Ancak dikkatlice bir inceleme, örneğin karar
yetersayılarının yükseltilmesi, başka kurum ve kuruluşların göstereceği
adaylar arasında seçim yapılması ve yargılayacak konumdakilerin,
yargılayabilecekleri tarafından seçilmemesi gibi önlemlerle, Anayasa
yargılaması yapacak yargı organının bağımsızlığının ve tarafsızlığının
korunmasına çalışıldığını ortaya koymaktadır. Avrupa ülkeleri, ilke olarak,
yasamanın üye seçmesini uygun karşılamamakla birlikte, ancak ileri
demokrasilerde, sayısı azınlıkta kalmak ve 2/3 oy çokluğuyla seçilmek
koşuluyla parlamentoların yüksek yargıya üye seçtiği de görülmektedir.
İleri demokrasiden kastedilenin, iki turlu dar bölge yöntemiyle seçilen ve
lideri değil, halkı temsil eden milletvekillerinden oluşan, ayrıca seçim
barajının yüksek olmaması nedeniyle hemen tüm siyasal görüşlerin temsil
edildiği parlamentoların yer aldığı demokrasiler olduğu açıktır.
Buna karşın günümüzde Anayasa yargısı yapacak organa
yürütme ve yasama organlarının üye seçmesi yöntemini benimsemiş ülkelerde de
yukarıda belirtilen önlemler alınmış olsa bile bu yöntemin, yargı
bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı bakımından sakıncalı bulunarak yoğun
eleştirilere hedef olduğu da bilinmektedir.
Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi için
yöntem belirlenirken, tüm ülkelerde gözetilmesi gereken ortak hedef,
bağımsız ve yansız bir yapının ortaya çıkması olmalı; her ülke kendi tarihi
ve siyasal koşulları çerçevesinde bu hedefe ulaşmasını sağlayacak çözümleri
bulmalıdır. Kamuoyu da bağımsızlık konusunda her hangi bir kuşkuya
düşmemelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, Anayasa Mahkemesi
yapılanması hakkındaki çözüm, 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
146 ncı maddesinde ortaya konulmuştur.
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146
ncı maddesinde Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ile ilgili olarak yapılmış
bulunan düzenlemenin, 1982 tarihli Anayasanın yürürlüğe girdiği günden bu
yana ağır eleştirilerin hedefi olduğu bilinmektedir. Bu eleştiriler,
Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler
üzerinde yoğunlaşmıştır. Türkiye’de, yasama, yürütme organları ile
Cumhurbaşkanı arasındaki organik ve hukuksal bağın, uygulamada siyaseten
tek güç haline geldiği, demokrasinin aynı zamanda bir yaşam biçimi olduğu
gözetildiğinde, Anayasa Mahkemesi üyelerinin TBMM ve Cumhurbaşkanı
tarafından seçilmesinin, “denetimsiz bir siyasal güç” yaratacağı bunun da
Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik hukuk devleti ve kuvvetler
ayrılığı ilkelerini değiştirici nitelikte olduğu hususuna dikkat çekilmiştir.
Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemeleri üyelerinin seçiminde tanınan yetkilerin
Anayasa Mahkemesini, oluşum bakımından Cumhurbaşkanının etkisine açık hale
getirdiği ve bunun Mahkemenin bağımsızlığını zedeleyecek ve yürütmenin
etkisi altına girmesine yol açacak bir durum olduğu; bu yetkilerin
azaltılması gerektiği sıklıkla öne sürülmüştür.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı
maddesinin dördüncü fıkrasında getirilen hükümlerin ise, bu eleştirileri
ortadan kaldıracak değil; daha da yoğunlaştıracak bir nitelik taşıdığı
görülmektedir. Şöyle ki: 1982 tarihli T.C. Anayasasına göre; Cumhurbaşkanı,
Anayasa Mahkemesine 3 asıl üyeyi doğrudan seçmekteydi. 16 ncı madde ile
yapılan değişiklikte bu sayı 4’e çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanına ayrıca
Anayasa Mahkemesinin 10 üyesini de dolaylı olarak seçme yetkisi
verilmiştir; yani, 17 üyelik Anayasa Mahkemesinde üyelerin çoğunluğu (14’ü)
Cumhurbaşkanının tercihleri doğrultusunda belirlenecektir. Böylesi bir
düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığının zedelenmesine yol açacağı
ve tarafsızlığından kuşku duyulmasına neden olacağı ortadadır.
Değişiklikten önce Cumhurbaşkanına Anayasa
Mahkemesinin 3’ü doğrudan 8’i dolaylı olmak üzere tüm asil üyeleri ile 1’i
doğrudan 3’ü dolaylı olmak üzere tüm yedek üyelerini seçme yetkisi verilmiş
olduğunun söylenmesi; bu gerçeği değiştirmemektedir. Çünkü 1982
Anayasasının 102 nci maddesinin 21.10.2007 tarihli ve 5678 sayılı Kanunla
değiştirilmeden önceki halinde, Cumhurbaşkanının TBMM tarafından üye
tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilmesi öngörülmüş; ilk iki oylamada
üçte iki çoğunluğun sağlanamaması halinde üçüncü oylamada üye tamsayısının
salt çoğunluğu yeterli sayılmış; üçüncü oylamada salt çoğunluk
sağlanamayacak olursa üçüncü oylamada en çok oy alan iki aday arasında
yapılacak dördüncü oylamada da Cumhurbaşkanı seçilebilmek için yine üye
tamsayısının salt çoğunluğunun oyu aranmıştır. Ayrıca 102 nci maddenin
Anayasa Mahkemesince yorumu, toplantı yetersayısının da TBMM üye
tamsayısının üçte ikisi olduğu doğrultusunda yapılmıştır. Bu düzenlemeler,
Anayasanın 102 nci maddesinde 2007 yılında yapılan değişiklikten önce,
Cumhurbaşkanının ancak TBMM’de oluşacak bir uzlaşmanın sonunda
seçilebileceğini ortaya koymaktadır. Bu da, Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin
tarafsız bir yapıda olmasını gerektirecek bir durumdur.
Cumhurbaşkanına Anayasa Mahkemesinin üyelerini
seçme konusunda geniş yetkiler tanınmasının temelinde de bu tarafsız yapısı
ve konumu yatmaktadır. Ancak 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile
Cumhurbaşkanının genel oyla seçilmesi esasının getirilmesi ve partilere
Cumhurbaşkanı adayı gösterme imkanının tanınması, bu durumu değiştirmiştir.
Artık Cumhurbaşkanı adaylarının seçilebilmesi için halkın desteği
gereklidir ve bu desteğin bir partinin katkısı olmaksızın sağlanabilmesi ve
seçim propagandasının bir partinin parasal kaynaklarından yararlanmadan
yürütülebilmesi imkansız denecek kadar zordur. Cumhurbaşkanları Anayasa
kurallarında tarafsız bir statüde olsalar da, artık bu göreve bir partinin
desteğini arkalarına almış, parasal kaynaklarından yararlanmış kişiler
olarak geleceklerdir. Bu konumdaki Cumhurbaşkanlarına Anayasa Mahkemesi
üyelerini seçmek konusunda geniş yetkiler tanınması, Anayasa Mahkemesinin
bağımsızlığının, öncekine oranla çok daha fazla tehlikeye düşürülmesi
anlamına gelecektir. Çünkü belli bir partinin desteğiyle göreve seçilen
Cumhurbaşkanları, Anayasa Mahkemesine, 16 ncı maddede yapılan düzenleme
doğrultusunda, bu partinin tercihlerine uygun adayları seçecek ve bu
partinin görüşleri doğrultusunda hareket edecek bir Anayasa Mahkemesi
yaratmaya girişeceklerdir.
2007 yılında yapılan Anayasa değişikliğinde
Cumhurbaşkanına ikinci kez seçilmek imkanının getirilmiş olması;
Cumhurbaşkanını tekrar seçilmek amacıyla, kendisini göreve getiren partiye
bağımlılığını görevi boyunca da sürdürmeye itecek ve bu, yukarıda
belirtilen bağımlılığı daha da pekiştirici bir etki yapacaktır. Kuşkusuz bu
durumun yansımaları, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde de
görülecektir. Bütün bu hususlar, 16 ncı maddenin dördüncü fıkrasında
getirilen yeni düzenlemenin, Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığını ve
yansızlığını zedeleyecek bir nitelik taşıdığını ortaya koymaktadır.
Yargının yansızlığı ve yasama – yürütmeden
bağımsızlığı, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşullarıdır.
Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığını ve
tarafsızlığını zedeleyebilecek böyle bir düzenlemeyi getiren 5982 sayılı
Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının, bu açıklamalar doğrultusunda
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanan
“hukuk devleti”ne aykırı olacağı ortadadır.
Diğer yandan, söz konusu dördüncü fıkrada
Cumhurbaşkanına verilen Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin, Anayasa
Mahkemesini Cumhurbaşkanına, bir başka deyişle yargıyı yürütmeye bağımlı
hale getirerek Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sıralanan Başlangıç kısmı ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na da
aykırı düşeceği yadsınamaz.
Söz konusu dördüncü fıkrada
Cumhurbaşkanına sadece 4 üyeyi doğrudan üst kademe yöneticileri, serbest
avukatlar, birinci sınıf hakimler ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük
yapmış Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından seçme yetkisi verilmesi; diğer
10 üyeyi ise, ancak Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi, Yükseköğretim Kurulunun kendilerine ayrılan kontenjanlar
çerçevesinde gösterecekleri adaylar arasından seçme durumunda bırakılması
da, bu aykırılıkları gidermeye yetmeyecektir. Çünkü aşağıda ayrıntılarıyla
belirtileceği gibi; aday seçimleri için söz konusu dördüncü fıkrada
belirtilen yöntem, seçici kurumların iradesini aslına uygun biçimde
yansıtmaya elverişli olmayan bir özellik taşımakta ve yukarıda belirtilen
Anayasaya aykırılık durumlarını ortadan kaldırmaya değil, pekiştirmeye
neden olmaktadır.
Açıklanan bu hususlar çerçevesinde
söz konusu 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen
“hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı
düştüğü söylenmelidir.
5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü
fıkrasında Türkiye Büyük Millet Meclisine de, Anayasa Mahkemesine 3 üye
seçme yetkisi verilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 üyeyi Sayıştay
Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için
gösterecekleri 3’er aday içinden; 1 üyeyi ise baro başkanlarının serbest
avukatlar arasından gösterecekleri 3 aday içinden gizli oylamayla
seçecektir.
Görülüyor ki bu düzenleme, uzlaşma gerektirecek
nitelikte bir karar yetersayısı belirlememiş olduğu için, giderek uzlaşma
arayışından uzaklaşan yasama organımızda, iktidar partisi grubu, gösterilen
adaylar arasından kendi dünya görüşlerine uygun bulduklarını rahatlıkla
Anayasa Mahkemesine üye olarak seçebilecektir. Bu da, yasama organındaki
çoğunluğun iktidarını, bir başka deyişle iradesini denetleyecek bir
organın, bu çoğunluğa bağımlı hale getirilmesine ve bu nedenle
bağımsızlığından ve tarafsızlığından kuşku duyulmasına yol açacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin söz
konusu 3 üyeyi, kendilerine ayrılan kontenjanlar çerçevesinde Sayıştayın ve
Baro Başkanlarının göstereceği adaylar arasından seçiyor olması da bu
durumu değiştirmeyecektir. Çünkü bu adayların seçimi için belirlenen
yöntem, aşağıda açıklanacağı gibi, Sayıştayın ve Baroların iradesini aslına
uygun biçimde aday listelerine yansıtmaya elverişli değildir. Bu nedenle de
bu yöntemin yukarıda belirtilen Anayasaya aykırılık durumlarını ortadan
kaldırmaya değil, pekiştirmeye neden olacağı belirtilmelidir.
Yukarıda da belirtildiği gibi,
yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hukuk devletinin olmazsa
olmazlarıdır.
Anayasa Mahkemesinin tarafsızlığının
ve bağımsızlığının zedelenmesine yol açabilecek bir düzenlemenin, bu
nedenle Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
belirtilen “hukuk devleti” ile bağdaşması beklenemez.
Bu açıklamalara dayalı olarak 5982
sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne aykırı
düştüğü söylenmelidir.
Anayasa Mahkemesini, Türkiye Büyük Millet Meclisine
bağımlı kılacak böyle bir düzenlemenin, Anayasanın Başlangıç kısmında
belirtilen ve Anayasanın 2 nci maddesinde yapılan gönderme nedeniyle
Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “kuvvetler ayrılığı” ilkesine de
aykırı düşeceği açıktır.
Burada, 17 üyeden oluşacak Anayasa
Mahkemesinin, söz konusu 16 ncı maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına
göre hukukçu üyelerin azınlıkta kalacağı bir görünümle ortaya çıkması
olasılığının da bulunduğuna dikkat çekilmelidir.
Çünkü Cumhurbaşkanının doğrudan ve
Sayıştay, Danıştay ve Yükseköğretim Kurulunun göstereceği adaylar arasından
seçeceği toplam 11 üye, hukukçu olmayabilir. Bu da yaptığı işin niteliği
“yargılama” olan bir kurum için yadırganacak hatta bu organın işlevini tam
anlamıyla yerine getirmekten uzaklaştıracak, etkisizleştirecek bir
durumdur. Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatı ile ceza yargılaması da
yaptığı düşünülecek olursa, böyle bir durumun yol açabileceği olumsuz sonuçlar
daha da belirgin biçimde görülebilir.
Yargının etkinliği, hukuk devleti için
vazgeçilmezdir. Yargıyı etkisizleştiren bir düzenleme hukuk devleti ile
bağdaşmaz. Bu nedenle söz konusu üçüncü ve dördüncü fıkraların belirtilen
yönden de Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
gösterilen “hukuk devleti”ne aykırı düştüğü söylenmelidir.
5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin beşinci
fıkrasında Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile baro başkanlarının Anayasa
Mahkemesi üye adaylarını seçerken uygulayacakları seçim yöntemi
gösterilmiştir. Bu seçim yöntemi de, yukarıda belirtildiği gibi,
Cumhurbaşkanı ve TBMM’nin kendi dünya görüşlerine uygun bir Anayasa
Mahkemesi oluşturmalarını kolaylaştıracaktır. Çünkü, yapılacak aday
seçimlerinde her genel kurul üyesi ve barolarda da her baro başkanı, her
boş üyelik için ancak tek oy kullanabilecek; en fazla oy almış bulunan üç
kişi aday gösterilmiş olacaktır. Bu yöntem, üçer adaylık için yapılacak bu
seçimlerde, seçmenlere ancak birer aday için oy kullanmak imkanını
tanıyarak, oy haklarını kısıtlamakta, kurumların tercihinin aslına uygun
bir biçimde oya yansımasını engellemekte; kurumlarında fazla destek
görmeyen kimselerin bile adaylar arasına girmesine ve eğer Cumhurbaşkanı
veya TBMM’deki çoğunluğun görüşlerine yakınsalar, Anayasa Mahkemesine üye
seçilmesine imkan tanıyarak temsil adaletini bozmaktadır. Bu da, seçim
kurumunun anlamı ve dolayısı ile “demokrasi” ile çelişmekte;
gerçekleştirmeye yöneldiği en önemli hedeflerden birisi adalet olan hukuk
devleti anlayışına aykırı düşmektedir.
Diğer yandan böyle bir yöntem, hukuk devletinin
temel unsurlarından birisi olan eşitliğe de aykırıdır. Şöyle ki; Sayıştay,
Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinden
gelecek adayların söz konusu organların genel kurullarınca seçilmesi
öngörülmüşken, Yükseköğretim Kuruluna doğrudan adayları seçme yetkisi
verilmiş; baroların ise başkanlarının adayları belirlemesi öngörülmüştür.
Bu düzenleme aday belirleyecekler bakımından, Sayıştay, Yargıtay, Danıştay,
Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ile barolar ve Yükseköğretim
Kurulu arasında bir eşitsizliğin doğmasına yol açmaktadır. Çünkü Baro
Başkanlarına ve Yükseköğretim Kuruluna aday belirleme yetkisi verilirken,
diğerleri için Genel Kurullarına yetki tanınmıştır.
Buna ek olarak, baro başkanlarına verilen seçme
yetkisi de, bir başka sorun daha yaratmaktadır. Çünkü her baro başkanı aynı
sayıda baro üyesini temsil etmemektedir. Yüz üyesi bile olmayan bir baronun
başkanı ile binlerce üyesi olan barolarının başkanlarının (Örneğin
31.12.2009 itibarıyle İstanbul Barosunun 24.989, Siirt Barosunun 35, Ankara
Barosunun 9.437, Artvin Barosunun 54, Tunceli Barosunun 33 üyesi
bulunmaktadır.) oylarının eş değer tutulması adil değildir;
demokrasilerdeki temsil adaletine ve hukuk devletinin temel gereklerinden
olan eşitliğe aykırı düşmekte, demokratik seçim gerekleriyle
bağdaşmamaktadır.
Bu nedenlerle söz konusu beşinci fıkranın
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin “demokratik hukuk
devleti” olma niteliğine aykırı düştüğünün söylenmesi gerekir.
Bu noktada, yukarıda açıklanan
gerekçelerle 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin
üçüncü ve dördüncü fıkralarının, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne; beşinci fıkrasının da yine
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden
“demokratik hukuk devleti”ne aykırı oldukları; söz konusu fıkralar bir
Anayasa değişikliğine yönelik olduğu için, bu aykırılığın Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen nitelikler açısından Anayasanın 4 üncü maddesine
aykırı bir değişiklik yapmak anlamına geleceği söylenmelidir. Böyle bir
değişikliğin yapılmasına Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilme yasağı
engel olduğu için, söz konusu 5982 sayılı Kanunun 16 nci maddesinin üçüncü,
dördüncü ve beşinci fıkralarının (2709 sayılı kanunun değişen 146 ncı
maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının) iptal edilmesi
gerekmektedir.
5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin
ikinci fıkrası, (2709 sayılı kanunun değişen 146 ncı maddesinin birinci
fıkrası) yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı olduğu ifade
edilen Anayasa Mahkemesi yapılanmasına sayısal zemin hazırladığı için; bu
fıkranın da söz konusu 16 ncı maddenin üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkraları bakımından geçerli olan gerekçelerle iptal edilmesi
gerekmektedir.
I.B.4. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
19’uncu Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
I.B.4.a. 19’uncu Maddenin İkinci Fıkrasının
Dördüncü Tümcesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
5982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin ikinci
fıkrasının dördüncü tümcesinde, Bölümlerin ve Genel Kurulun kararlarını
salt çoğunlukla alacağı ifade edilirken, burada toplantıya katılanların
salt çoğunluğunun mu, yoksa üye tamsayısının salt çoğunluğunun mu
kastedildiği hususuna açıklık getirilmemiştir. Bu, özellikle uygulamada
vahim sonuçlara yol açabilecek bir belirsizliktir.
Bir hukuk devletinde hukuk kurallarındaki
belirsizlik, hukuki güvensizlik yaratacağı için kabul edilemez; çünkü hukuk
devletinin en önemli unsurlarından birisi hukuki güvenliktir. Bu nedenle,
belirsizlik yaratarak hukuki güvenliği ortadan kaldıran 19 uncu maddenin
ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinde yer alan bu düzenleme, Anayasanın 2
nci maddesinde belirtilen “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır. Böylesi bir
düzenlemeyi getiren bir Anayasa değişikliğinin, Anayasanın 4 üncü maddesine
aykırı bir biçimde, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında gösterilen “hukuk devleti” ilkesini değiştirmek anlamına geleceği
kabul edilmelidir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesi
böyle bir değişiklik yapılmasına imkan vermediği için 5982 sayılı Kanunun
19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu
maddesinin birinci fıkrası) dördüncü tümcesinin iptal edilmesi
gerekmektedir.
I.B.4.b. 19’uncu Maddenin Dördüncü Fıkrasına
İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
1982 tarihli Anayasanın 149 uncu maddesinin,
Anayasa değişikliklerinde iptale ve siyasi partilerle ilgili kapatma
davalarında kapatmaya karar verilebilmesi için gerekli kıldığı çoğunluk,
beşte üçtür.
5982 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinin dördüncü
fıkrasının bu konudaki karar yeter sayısını yükseltmek suretiyle, Anayasa
Mahkemesinin Anayasa değişikliklerinin iptaline, siyasi parti kapatmaya ve
Devlet yardımından yoksun bırakmaya karar vermesini, imkansız denecek
ölçüde güçleştirdiği görülmektedir.
Böyle bir hüküm, Anayasa değişiklikleri konusunda
Anayasanın getirdiği yasakların rahatça aşılmasına ve özellikle,
Cumhuriyetin Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddelerinde gösterilen
nitelik ve özelliklerinin güvencesiz kalmasına yol açacaktır.
Aynı durum siyasi parti yasakları bakımından da
kendisini gösterecek ve Anayasanın 68 inci maddesine aykırı fiillerin
işlendiği bir odak haline gelen partilerin kapatılması veya Devlet
yardımından yoksun bırakılması, karar yeter sayısına ulaşılamadığı için
imkânsızlaşacaktır. Böylece, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü
fıkrasında sıralanan ve büyük bir kısmı Anayasanın 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen değerleri koruma altına alan
yasaklara uyulması güçleşecek; bunlar etkisizleştirilmiş olacaktır.
Bir hukuk devletinde, birtakım hukuk kurallarının
belirlediği yasaklara uyulmamasını kolaylaştırmak veya getirdiği
yaptırımların uygulanmasını imkansızlaştırmak üzere başka hukuk kuralları
yapılması, kabul edilemez bir durumdur. Çünkü bu, hukuk devletinin sağlamak
zorunda olduğu hukuk düzeninin etkinliğini ve hukuka güven duygusunu
özünden zedeler. Bu açıdan söz konusu dördüncü fıkranın, Anayasanın 2 nci
maddesindeki “hukuk devleti” ilkesine aykırı olduğu ve söz konusu dördüncü
fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bunun, Anayasanın 4
üncü maddesine aykırı biçimde Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk
devleti ilkesinin değiştirilmesi anlamına geldiği kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar, 19 uncu maddenin dördüncü
fıkrasının, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin hukuk
devleti niteliğini değiştirdiğini ortaya koymaktadır. Anayasanın 4 üncü
maddesindeki değiştirilmezlik ilkesi böyle bir değişikliğe imkan vermediği
için söz konusu dördüncü fıkra (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu
maddesinin üçüncü fıkrası) iptal edilmelidir.
I.B.5. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
22’nci Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
I.B.5.a. 5982 Sayılı Kanunun 22’nci Maddesinin
Üçüncü ve Dördüncü Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159
uncu maddesinde, 7 üyeden oluşan bir Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
öngörülmüştür.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin üçüncü fıkrasında ise Kurulun, üye sayısı arttırılarak, 22 asıl
ve 12 yedek üyeden oluşan bir yapı ortaya konulmuştur.
22 asıl ve 12 yedek üyeden oluşan bu Kurulun nasıl
yapılandırılacağı da, 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında gösterilmiştir.
Ancak, dördüncü fıkra hükmüne bakıldığında, Anayasaya aykırı birtakım
hususlar görülmektedir. Şöyle ki:
·
Kurulun Başkanı Adalet Bakanı
olarak gösterilmiş; Adalet Bakanlığı Müsteşarına Kurulda doğal üye olarak
yer verilmiştir. Bu durum, dördüncü fıkranın; AB uzmanlarınca düzenlenen
ilerleme raporlarının, istişari ziyaret raporlarının, Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesi kararlarının, Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi’nin görüş
ve önerilerinin; ulusal düzeyde de tüm ilgili kurum ve kuruluşlar ile bilim
insanlarının ve hukukçuların görüş ve önerilerinin gözardı edilerek
düzenlendiğini ortaya koymaktadır. Çünkü; söz konusu rapor, karar, öneri,
görüş ve değerlendirmelerde, Adalet Bakanına ve Müsteşarına Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunda yer verilmesi, yargıyı yürütmeye bağımlı kılacak
bir husus olarak nitelendirilmiş; bu nedenle de yargı bağımsızlığına,
kuvvetler ayrılığına ve hukuk devletine aykırı bulunmuştur.
22 nci maddenin dördüncü fıkrasında da, Adalet
Bakanı ve Müsteşarına Kurulda yer verilmesi; onlara yargıç ve savcıların
özlük işleri bakımından alınacak kararları etkileme imkanını getirecektir.
Ayrıca Kurulun Başkanının Adalet Bakanı olması ve
22 nci maddenin diğer fıkralarında bu nedenle Bakana verilen yönetim ve
temsil yetkileri, Kurulun çalışmalarını ve gündemini Bakanın düzenlemesini
sağlayacak; Bakan ve Müsteşarı toplantılara katılmamak suretiyle Kurulun
çalışmalarını kilitleyebilecektir. Yapılan değişikliklerde bu kilitlemeyi
ortadan kaldıracak ve kurulun demokratik esaslara göre çalışmasını
sağlayacak koruyucu bir önlem alınmamış, güvence getirilmemiş, tam tersi
kilitleme yolu açık tutulmuştur.
Bu durum, yürütmenin yargı üzerinde üstünlük
kurduğu, yargının yürütmeye bağımlı kılındığı bir tabloyu ortaya
koymaktadır. Yargının yürütmeye bağımlı kılınması ve yürütmenin yargı
üzerinde üstünlük kurması, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır. Bunun
yanı sıra, yargının yürütmeye bağımlı kılınmasının ve yürütmenin etkisi
altına sokulmasının, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracağı da açıktır.
Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle, yargı
bağımsızlığının sağlanıp korunmadığı yönetim biçimlerinin hukuk devleti
niteliğini taşıması olanaksızdır.
Bütün bu açıklamalar, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunda Adalet Bakanına Başkan, Müsteşarına doğal üye sıfatıyla yer veren
22 nci maddenin dördüncü fıkrasının; yargının yansızlığını ve
bağımsızlığını zedelediğini, dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesinde yer
alan Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğine ve yine 2 nci maddenin Cumhuriyetin
nitelikleri arasında gönderme yaptığı Anayasanın Başlangıç kısmında
belirtilen kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğünü ortaya koymaktadır.
·
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 22 nci maddesinin dördüncü fıkrasında, Kurulun dört asıl üyesinin,
nitelikleri kanunda belirtilen, yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat
ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe
yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca seçileceği ifade
edilmiştir.
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159
uncu maddesinde, Cumhurbaşkanına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
üyelerini seçme konusunda tanınmış olan yetkilerin, Kurulu yürütmeye
bağımlı kıldığı öne sürülmüş; bu durum yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve
kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı görülerek, şiddetle eleştirilmiştir.
Bu yetkilerin Cumhurbaşkanına Anayasadaki tarafsız
statüsü nedeni ile tanınmış olması, seçiminde öngörülen toplantı ve karar
yeter sayılarının da Cumhurbaşkanının tarafsız bir kimlik taşımasını
güvence altına alması, bu eleştirileri etkisizleştirmeye yetmemiştir.
Bugün ise, Anayasanın 102 nci maddesinde yapılan
değişikliğin getirdiği seçim sistemi, Cumhurbaşkanı adaylarını seçilebilmek
için siyasi partilerin desteğini almak zorunda bırakmakta; siyasi partilere
de Cumhurbaşkanı adayı göstermek imkanı tanımaktadır. Bu düzenlemelerin
Cumhurbaşkanının artık tarafsız bir kimlik taşımasını sağlayamayacağı
ortadadır. Çünkü göreve bir siyasi partinin desteklediği veya önerdiği
Cumhurbaşkanı olarak başlayacaklardır. Bu konumdaki bir Cumhurbaşkanına söz
konusu yetkilerin 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında tekrar tanınmasının,
yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ilkesi ve kuvvetler ayrılığı bakımından
2007 değişikliği öncesine göre çok daha zedeleyici olacağı ve yargının
tarafsızlığını da tehlikeye düşüreceği kuşkusuzdur.
Çünkü Cumhurbaşkanları Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kuruluna üye seçerken, seçimlerinde kendilerini desteklemiş olan partilerin
tercihleri doğrultusunda hareket etmek eğilimine gireceklerdir. Cumhurbaşkanlarına
artık ikinci kez göreve seçilebilmek imkanının getirilmiş olması, onları
ikinci kez seçilebilmek amacıyla aynı partinin desteğini sürdürmek
arayışına itebilir. Bu arayışı da, desteğini aldığı partinin tercihlerinin,
Cumhurbaşkanının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçimlerinde
belirleyici olmasına yol açar. Bunun, yukarıda belirttiğimiz sakıncanın
daha da belirginleşmesine neden olacağı ortadadır.
Söz konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında
Cumhurbaşkanına tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme
yetkisi, yargıçlık ve savcılık mesleğinden gelmeyen üst kademe yöneticileri
ile iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyelerinin
de bu Kurula üye seçilebilmelerine olanak hazırlamaktadır.
Bu kimselerin, hakimlerin ve savcıların seçimi,
kariyeri, özlük işleri gibi tamamen yabancısı oldukları konularda Kurula ne
gibi katkıda bulunacakları, elbette ki merak edilecek bir husustur. Ancak
bu konulara yabancı olmanın, bu kişileri, bilgilendirmek adı altında
yapılacak yönlendirmelere açık hale getireceği de ortadadır. Böyle bir
durum, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını zedeleyici niteliktedir.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ise hukuk devletinin olmazsa
olmazıdır. Yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanamadığı
ortamda hukuk devleti de gerçekleşemez. Bu nedenle, söz konusu düzenlemenin
bu bakımdan da kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerine aykırı
düştüğünün söylenmesi gerekmektedir.
Diğer yandan söz konusu 22 nci maddenin dördüncü
fıkrasında Cumhurbaşkanına tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye
seçme yetkisinin, Avrupa Birliği ortak standartları ile bağdaştırılması da
olanaksızdır. Çünkü Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin yukarıda belirtilen
(R [94] 12) sayılı kararında ve CCJE’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine
sunduğu 10(2007) no’lu görüşte; hakimlerin seçimleri ve kariyerleri
konusunda karar veren merciin hükümet ve idareden bağımsız olması, bu
merciin üyelerinin yargıçlardan oluşması ve kendi emsallerince yargı
tarafından seçilmesi gerekli bulunmaktadır.
Bu açıklamalar, 22 nci maddenin dördüncü fıkrasında
Cumhurbaşkanına tanınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme
yetkisinin de yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğine ve 2 nci maddenin
Cumhuriyetin nitelikleri arasında gönderme yaptığı Başlangıç ilkelerinden
kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğünü ortaya koymaktadır.
·
22 nci maddenin dördüncü
fıkrasında, Cumhurbaşkanının yukarıda belirtilen koşullarla seçeceği 4
üyenin yanı sıra, Hakimler ve Savcılar Kurulunun, 3 asıl ve 3 yedek
üyesinin Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, 2 asıl ve 2
yedek üyesinin Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, 1 asıl
ve 1 yedek üyesinin Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri
arasından, 7 asıl ve 4 yedek üyesinin birinci sınıf olup, birinci sınıfa
ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hakim ve savcıları
arasından adli yargı hakim ve savcılarınca, 3 asıl 2 yedek üyesinin birinci
sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektirecek nitelikleri yitirmemiş
idari yargı hakim ve savcıları arasından idari yargı hakim ve savcılarınca
4 yıl için seçileceği ifade edilmiş ve süresi biten üyelerin yeniden
seçilmesine imkan tanınmıştır.
Bu hüküm, Kurulda Cumhurbaşkanının seçebileceği 4
üyenin yanı sıra Türkiye Adalet Akademisi Genel kurulunca seçilecek 1 üye
ile birlikte, toplam 5 savcı ve yargıç kökenli olmayan üyenin Kurulda yer
almasına imkan hazırlamaktadır. Bu durumun, hakimlik ve savcılık
sorunlarına ve özlük işlerine yabancı bu kişileri, bilgilendirmek adı
altında yapılacak yönlendirmelere açık kılacağı ve bunun da yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı düşeceği yukarıda belirtilmiştir.
Diğer yandan söz konusu 5 üye, Adalet Bakanı ve
Müsteşarı ile birlikte yürütmenin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
üzerinde etki kurmasını da sağlayacaktır. Çünkü Adalet Bakanı yürütmenin
bir unsurudur. Adalet Bakanlığı Müsteşarı, 2992 sayılı Kanunun 6 nci
maddesine göre, “Bakanın emri altında ve o’nun yardımcısı”dır. Türkiye
Adalet Akademisi Adalet Bakanlığına bağlı, özerk yapıda olmayan bir
kuruluştur. Adalet Akademisinin yapacağı seçimin Adalet Bakanının tercihini
yansıtmaması olanaksızdır.
Cumhurbaşkanı ile Adalet Bakanının aynı partiden
gelmeleri durumunda, farklı tutumlar benimsemeleri pek olası değildir.
Böylece Kurulda yürütmenin tercihleri doğrultusunda hareket edecek 7 üyelik
bir blok ortaya çıkabilecektir. Bunun yargı bağımsızlığı ve kuvvetler
ayrılığı ilkelerine aykırı bir görünümün ortaya çıkmasını hazırlamak
bakımından önemli bir sayı olduğu açıktır.
Diğer yandan adli yargıdaki birinci sınıf yargıç ve
savcılar arasından yapılacak seçimde, seçilenlerin hepsinin yargıç veya
hepsinin savcı olduğu garip durumlar ortaya çıkabilecektir. Aynı durum,
idari ve adli yargıdaki birinci sınıf yargıç ve savcılar arasından
yapılacak seçimde de kendisini gösterebilecektir. Bunun sonucunda Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu, çoğunluğu hakimlerden veya çoğunluğu savcılardan
oluşan bir Kurula dönüşebilecektir. Bu da savcıların mesleki kariyerleri ve
özlük işleri bakımından hakimlerin çoğunlukta olduğu veya hakimlerin,
mesleki kariyerleri ve özlük işleri bakımından savcıların çoğunlukta olduğu
bir Kurulun kararlarına bağlı kılınmaları gibi bir duruma yol
açabilecektir. Hakimlerin ve savcıların mesleki kariyerleri ve özlük
işlerinin farklı özellikleri gözönünde tutulduğunda, aynı kurulda
örgütlenmeleri eleştirilirken, böyle bir durum elbette ki kabul edilemez. Çünkü
bu, yukarıda belirttiğimiz Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararlarına,
dolayısı ile Avrupa ortak demokrasi standartlarına aykırı olduğu gibi;
savcıyı yargıca, yargıcı da savcıya bağımlı kılmak gibi demokratik ve adil
olmayan bir duruma yol açacaktır. Adalet hukuk devletinin temel
hedeflerinden birisidir. Demokratik ve adil olmayan böyle bir düzenleme,
hukuk devletine de aykırıdır.
22 nci maddenin dördüncü fıkrasının öngördüğü bu
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapılanmasının Yargıtay ve Danıştay ile
adli yargıdaki 1. sınıf yargıç ve savcılar ve idari yargıdaki 1. sınıf
yargıç ve savcılar arasında, Kurula seçecekleri üye sayısı bakımından bir
eşitsizlik yarattığı da görülmektedir.
Bu da, alınacak kararlarda Yargıtay’ın Danıştay’a,
adli yargının idari yargıya nazaran daha etkin olabilmesine neden olacak
bir durumdur. Böyle bir durumun ise, adil olmadığı açıktır. Adil olmayan
bir düzenleme ise, yukarıda da belirtildiği gibi hukuk devletine aykırıdır.
1. sınıf yargıç ve savcılar arasından yapılacak seçim
sonrası, HSYK üyesi olacak yargıç ve savcılara üyelik süresi boyunca özel
güvence getirilmemiştir. İdari yönden Adalet Bakanlığına bağlı olmak,
yargıçların yargı bağımsızlığı ilkesine uygun olarak çalışmalarını
engelleyeceğinden hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturur. Kurulda, bu
yargıç ve savcıların yüksek yargı üyelerinden niceliksel fazlalığı
gözetildiğinde yargı bağımsızlığının daha da zedeleneceği açıktır.
22 nci maddenin dördüncü fıkrasının dördüncü
tümcesinde yer verilen süresi biten üyelerin yeniden seçilebileceğine
ilişkin hükmün de, Kurul üyelerini, yeniden seçilebilmek için, kendilerini
seçenlerin beğenisini kazanacak tutumları benimsemeye iteceği; bunun da
yargı bağımsızlığına ve yargı tarafsızlığına dolayısı ile hukuk devleti
ilkesine aykırı bir başka durum yaratacağı görülmektedir.
Bütün bu açıklamalar, 22 nci maddenin dördüncü
fıkrasının birinci ve ikinci tümcelerinin Anayasanın 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen hukuk devletine ve 2 nci
maddenin Cumhuriyetin nitelikleri arasında gönderme yaptığı Başlangıç
ilkelerinden kuvvetler ayrılığına; üçüncü ve dördüncü tümcelerinin ise yine
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen
“hukuk devleti”ne aykırı olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu dördüncü
fıkra bir Anayasa değişikliği ile ortaya konulduğu için, bu aykırılık
dördüncü fıkranın Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti niteliği ile
2 nci maddenin gönderme yaptığı Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığını
değiştirdiği anlamına gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki
değişmezlik ilkesi buna imkan tanımadığı için söz konusu 22 nci maddenin
dördüncü fıkrası (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin üçüncü
fıkrası) bütünüyle iptal edilmelidir.
Kuşkusuz 22 nci maddenin üçüncü fıkrasının da,
dördüncü fıkra ile birlikte değerlendirilmesi uygun düşer. Çünkü 22 nci
maddenin üçüncü fıkrasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 22 asıl ve
12 yedek üyeden oluşması ve 3 daire halinde çalışması öngörülerek, 22 nci
maddenin dördüncü fıkrasında yer alan Anayasaya aykırı oluşuma sayısal
zemin hazırlanmıştır. Bu nedenle üçüncü fıkra da (2709 sayılı kanunun
değişen 159 uncu maddesinin ikinci fıkrası), dördüncü fıkra için söz konusu
olan gerekçelerle iptal edilmelidir.
I.B.5.b. 22’nci Maddenin Beşinci ve Altıncı
Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin beşinci ve altıncı fıkralarında, yukarıda üçüncü ve dördüncü
fıkralarla ilgili değerlendirmelerde oluşumu bakımından Anayasaya aykırı
olduğu gerekçeleriyle açıklanmış olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
üyeliklerine yapılacak seçimler düzenlenmiştir. Bu nedenle söz konusu
üçüncü ve dördüncü fıkralar için ortaya konulmuş olan Anayasaya aykırılık
gerekçeleri, beşinci ve altıncı fıkralar için de geçerlidir.
Ancak bunun yanında, altıncı fıkranın birinci
tümcesinde düzenlenmiş bulunan seçim yönteminin, bu fıkra için ek bir
Anayasaya aykırılık durumu oluşturduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü
söz konusu seçim yöntemi; Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi
genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf
adli ve idari yargı hakim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği
için her hakim ve savcının, ancak bir aday için oy kullanmasına imkan
tanımakta; en fazla oy alanlar ise, sırasıyla asıl ve yedek üye
seçilmektedirler.
Böyle bir yöntemin, bu seçimin seçmenlerinin,
seçilecek tüm üyelikler için tercihlerini ortaya koymasını engellediği
ortadadır. Seçmenlerin tercihlerini kullandıkları oya tam anlamıyla
yansıtamadığı ve seçme imkanlarının sınırlandırıldığı bir yöntemin ise,
demokratik olduğu kabul edilemez ve bu yöntem, Anayasanın 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen “demokratiklik” ile
bağdaştırılamaz.
Diğer yandan böyle bir yöntem, kurumunda veya
meslektaşları arasında yeteri ölçüde desteği bulunmayanların da aday
listelerine girmelerini ve dolayısı ile Kurula üye olarak taşınmalarını
sağlayarak, adil olmayan bir seçim sonucunun ortaya çıkmasına neden
olabilecek bir özellik taşımaktadır.
“Adalet”, hukuk devleti adı verilen yönetim
biçiminin gerçekleştirmeye yöneldiği temel hususlardan birisidir. “Adil”
olmayan bir seçim sisteminin, hukuk devleti ile bağdaştırılması mümkün
değildir.
Bu nedenlerle söz konusu 22 nci maddenin altıncı
fıkrasının birinci tümcesinin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “demokratik hukuk devleti”ne
aykırı düştüğü söylenmelidir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun, 22 nci
maddesinin altıncı fıkrasının ikinci tümcesinde ise, “Bu seçimler her dönem
için bir defada ve gizli oyla yapılır.” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm
gereği, Yargıtay, Danıştay Genel Kurulları, Türkiye Adalet Akademisi Genel
Kurulu veya Adli yargı ile idari yargı hakim ve savcıları tarafından
seçilecek asıl üyelerin yerine gelecek yedek üyelerin de 4 yıllık süre
dolmadan tükenmesi halinde, Kurul üyelikleri boş kalabilecek ve bu durum,
Kurul çalışmalarının etkisizleşmesine yol açabilecektir. Yargının
etkisizleştirilmesi ise, hukuk devleti ile bağdaşmayan bir durumdur. Böyle
bir durumun da, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında belirtilen hukuk devletine aykırı düşeceği açıktır.
Bu tablo karşısında, söz konusu 22 nci maddenin
beşinci ve altıncı fıkralarının Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin “demokratik hukuk devleti” niteliğine yukarıda açıklanan
yönlerden aykırı düştüğü; bu fıkraların Anayasa değişikliği olarak
düzenlendiği gözönünde tutulduğunda bunun, Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen demokratik hukuk devleti olma niteliğinin Anayasanın
4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirilmesi anlamına geleceği
söylenmelidir. Anayasanın 4 üncü maddesindeki değişmezlik ilkesi buna imkan
vermediği için söz konusu beşinci ve altıncı fıkralar (2709 sayılı kanunun
değişen 159 uncu maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları) iptal
edilmelidir.
I.B.5.c. 22’nci Maddenin Yedinci Fıkrasına İlişkin
Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin yedinci fıkrası, Kurulun yedek üyeleri bakımından, asıl üyeler
için öngördüğü görev yasaklarını getirmemiştir; bu nedenle Kurulun birinci
sınıf hakimler ve savcılar arasında seçilen 4 yedek üyesi, kürsü hakimliğine
devam edecek; bu nedenle de her türlü soruşturma ve idari tasarrufun,
dolayısı ile yürütmenin etki alanına bağımlı durumda olacaklardır. Bu da,
kuvvetler ayrılığına, yargı bağımsızlığına ve yargı bağımsızlığının olmazsa
olmaz koşulu olduğu hukuk devletine aykırı düşecektir.
Bu nedenle 22 nci maddenin yedinci fıkrasının
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında
yer alan Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve “hukuk devleti”ne
aykırı düştüğü ve yedinci fıkra bir Anayasa değişikliği kapsamında yer
aldığı için bunun, Anayasanın 2 nci maddesinin bu nitelikler bakımından
Anayasanın değiştirilmesi anlamına geleceği söylenmelidir. Anayasanın 4
üncü maddesindeki değişmezlik yasağı buna imkan tanımadığı için söz konusu
yedinci fıkra (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin altıncı
fıkrası) iptal edilmelidir.
I.B.5.d. 22’nci Maddenin Sekizinci Fıkrasına
İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin sekizinci fıkrasında, yukarıda 22 nci maddenin üçüncü ve
dördüncü fıkralarda açıklanan nedenlerle Anayasaya aykırı bir nitelik
taşıyan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Başkanlığına ve çalışma düzenine
ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Bu nedenle sekizinci fıkranın da, 22 nci
maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları için belirtilen gerekçelerle
Anayasaya aykırı olduğu söylenmelidir.
Sekizinci fıkranın birinci, üçüncü ve dördüncü
tümceleri, bu hususa ek olarak, başka bakımlardan da Anayasaya aykırılıklar
taşımaktadır. Şöyle ki:
·
Sekizinci fıkranın birinci
tümcesinde, “Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir.” hükmü yer
almaktadır.
Bu tümcenin, Kurulun Başkanının Adalet Bakanı
olduğunu ifade eden söz konusu 22 nci maddenin dördüncü fıkrasının birinci
tümcesi ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Böyle bir
değerlendirme ise, sekizinci fıkranın birinci tümcesinin aslında “Kurulun
yönetimi ve temsili Adalet Bakanına aittir” olarak da okunabileceğini
ortaya koymaktadır. Bunun ise Kurulu, özellikle çalışma düzeni bakımından,
yürütmeye bağımlı kılacağı; yargının bağımsızlığı, olmazsa olmaz koşulu
olan “hukuk devleti”ne ve kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşeceği
ortadadır.
Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı, Anayasanın 2
nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilmiştir. Bu
nedenle, söz konusu tümcenin, Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğunun
söylenmesi gerekmektedir.
·
22 nci maddenin sekizinci
fıkrasının üçüncü ve dördüncü tümceleri ise şöyledir:
“Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını
ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan,
yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir”.
Bu tümcelerde, Başkanını seçmek yetkisi tanınmayan
Kurula, ancak kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire
başkanlarından birisini de başkanvekili olarak seçmek olanağı verilmiştir;
ancak, başkanvekilinin yetkileri Anayasada gösterilmeyerek, dilerse
Başkanının devredeceği bir takım yetkileri kullanmak durumuna sokulmuştur.
Bu da, yönetime ilişkin yetkilerin tam anlamıyla Adalet Bakanında veya
Adalet Bakanının güdümünde kalmasına yol açmaktadır.
Böyle bir düzenlemenin de, yargıyı yürütmeye
bağımlı kılacağı açıktır. Bu durumda, söz konusu üçüncü ve dördüncü
tümcelerin de, aynen birinci tümce için belirtilen gerekçelerle Anayasanın
2 nci maddesine aykırı düştüğünün söylenmesi gerekmektedir.
Fıkranın 2 nci tümcesindeki, Kurul Başkanı
dairelerin çalışmalarına katılamaz tümcesi ise yukarıda çerçeve 22 inci
maddenin üçüncü fıkrasında 3 daire halinde çalışma hükmünde belirtilen
aykırılık gerekçelerine dayanarak iptal edilmelidir.
Bu tablo, söz konusu 22 nci maddenin sekizinci
fıkrasının yukarıda açıklanan yönlerden Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti”ne ve Başlangıç
ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğünü ortaya koymaktadır.
Sekizinci fıkranın Anayasa değişikliği olarak düzenlendiği gözönünde
tutulduğunda bu durumun, Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen niteliklerinden “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı”nın,
değiştirilmesi anlamına geleceği ve Anayasanın 4 üncü maddesindeki
değişmezlik ilkesi buna imkan vermediği için sekizinci fıkranın (2709
sayılı kanunun değişen 159 uncu maddesinin yedinci fıkrası) iptal edilmesi
gerektiği söylenmelidir.
I.B.5.e. 22’nci Maddenin Dokuzuncu Fıkrasına
İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin dokuzuncu fıkrasında, yukarıda 22 nci maddenin üçüncü ve
dördüncü fıkralarıyla ilgili Anayasaya aykırılık gerekçelerinde Anayasanın
2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti” ve
Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü açıklanan
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yetki ve görevleri ile ilgili bir
düzenleme yapılmıştır.
Bu bakımdan söz konusu dokuzuncu fıkranın da, 22
nci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları için yukarıda ifade edilen
gerekçelerle Anayasaya aykırı düştüğü kabul edilmelidir.
Bu noktadan hareket edildiğinde de, dokuzuncu
fıkranın, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin
niteliklerinden “hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler
ayrılığı”na aykırı düştüğünün; dokuzuncu fıkranın Anayasa değişikliği olarak
düzenlendiği gözönünde tutulduğunda da bu durumun, Cumhuriyetin Anayasada
belirtilen bu niteliklerinin değiştirilmesi anlamına geleceğinin;
Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilemezlik ilkesinin böyle bir
değişikliğe imkan vermemesi nedeniyle dokuzuncu fıkranın (2709 sayılı
kanunun değişen 159 uncu maddesinin sekizinci fıkrası) iptal edilmesinin
gerektiğinin söylenmesi gerekmektedir.
I.B.5.f. 22’nci Maddenin Onuncu ve Onbirinci
Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin onuncu ve onbirinci fıkralarına bakıldığında, bu fıkralarda
yapılan düzenlemelerin Anayasaya aykırı bazı yönleri bulunduğu
görülmektedir. Şöyle ki:
· Bugün için, yargıç ve savcılar hakkında soruşturma
açma izni verme yetkisi ilgili mevzuat gereğince, Adalet Bakanı tarafından
kullanılmakta; bu iznin verilmemesi halinde idari yargı mercilerine
başvurulabilmektedir. Adalet Bakanlığının, birçok yargıç ve savcı hakkında,
çok kolaylıkla soruşturma izni verip, bu soruşturmaları uzun süre
yürüterek; yürütmenin yargı üzerinde baskı kurmasını sağladığı yolundaki
örnek ve eleştiriler oldukça yaygındır.
22 nci maddenin onuncu fıkrasının
birinci tümcesinin ilgili dairenin önerisi ile sınırlandırılmış olsa bile,
hakim ve savcılarla ilgili soruşturmaya olur vermek yetkisini Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu Başkanına vermesi, bu eleştirileri ortadan
kaldırmaya yetmeyecektir. Çünkü Kurulun Başkanı, yine Adalet Bakanıdır. Bu
durumda yeni düzenlemenin de, yürütmenin yargıyı etkisi aklına almasına yol
açacağı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile yargı bağımsızlığı temel
unsurlarından birisi olan “Hukuk Devleti”ne aykırı düşeceği açıktır.
· 22 nci maddenin onuncu fıkrasında, inceleme ve
soruşturmanın daha kıdemli hakim veya savcı eliyle de yaptırılabileceği
hükmüne de yer verilmiştir. Ancak bu hüküm inceleme ve soruşturmayı
soruşturulandan daha kıdemli bir savcı veya yargıca yaptırma kararını kimin
vereceği ve soruşturma veya incelemeyi yapacak yargıç veya savcıyı kimin
belirleyeceği konusunda herhangi bir açıklık taşımamaktadır. Bu, söz konusu
belirlemeleri de, oluru verecek Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Başkanının yani Adalet Bakanının yapmasına yetki verecek yasa
düzenlemelerine Anayasal dayanak oluşturacak bir durumdur. Böylesi bir
durumun, yargının yürütmenin baskı ve etkisine girmesine yol açacağı
ortadadır. Bu da yargı bağımsızlığının olmazsa olmaz olduğu hukuk devleti
ilkesine ve kuvvetler ayrılığına aykırıdır.
· 22 nci maddenin onbirinci fıkrasında, Kurulun
meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı
yargı yolunu kapatmış olması da; tüm yasama ve yürütme işlemlerinin
yargısal denetimi esasını temel unsuru olarak kabul eden hukuk devleti ile
bağdaşmamaktadır. Hukuk devletinin en temel ilkelerinden birisi, devletin
bütün işlem ve eylemlerinin yargı denetimine bağlı olmasıdır. Bunun
istisnasının Anayasa ile getirilmiş olması dahi hukuk devleti ilkesinin
ihlali anlamına gelir. Böyle bir istisna 2 nci madde karşısında kabul
edilemez.
Bu açıklamalar ışığında, 22 nci maddenin onuncu ve
onbirinci fıkralarının Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında belirtilen hukuk devletine ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler
ayrılığına aykırı olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Söz konusu
fıkraların Anayasa değişikliği niteliğini taşıması nedeniyle bu aykırılık,
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı
niteliklerinin değiştirildiği anlamına gelmektedir. Anayasanın 4 üncü
maddesi böyle bir değişikliğe imkan vermediği için söz konusu onuncu ve
onbirinci fıkraların (2709 sayılı yasanın değişen 159 uncu maddesinin
dokuzuncu ve onuncu fıkraları) iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.5.g. 22’nci Maddenin Onikinci Fıkrasına İlişkin
Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Yukarıda, söz konusu 22 nci maddenin üçüncü ve
dördüncü fıkralarına ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, bu
fıkralardaki görünümüyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun,
yapılandırılışı açısından Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı
açıklanmıştır. Bu bakımdan, onikinci fıkrada düzenlenen Genel
Sekreterliğin, Anayasaya aykırı olan bu Kurula bağlanmış bulunması
nedeniyle, 22 nci maddenin onikinci fıkrası da, bütünüyle ve 22 nci
maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları için geçerli olan gerekçelerle, Anayasaya
aykırı düşmektedir ve iptal edilmesi gerekmektedir.
Buna ek olarak, onikinci fıkranın ikinci tümcesinde
Genel Sekreterin, Kurulun göstereceği üç aday arasından olsa bile, Kurul
Başkanı tarafından atanacağının belirtilmiş olması da, onikinci fıkra için
bir başka Anayasaya aykırılık nedeni oluşturmaktadır. Çünkü Kurulun
Başkanı, Adalet Bakanıdır. Bu durum, söz konusu Genel Sekreterlik
bağlamında yargı ile yürütme arasında, yürütmenin yargı üzerinde üstünlük
kurmasına ve yargıyı etkilemesine yönelik bir bağ kurulmasına yol
açmaktadır. Bu aynı zamanda kurul sistemi ile çalışması gereken bir yapı
için Başkanlık sisteminin atama üzerine kurulu yapıya ve kurulun tamamı ile
Başkanın etkisine girmesine yol açacak bir düzenlemedir. Bunun ise
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında gösterilen
Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düşeceği açıktır.
Diğer yandan, yürütmenin yargı üzerinde üstünlük
sağlaması ve yargıyı etkilemesi, yargının bağımsızlığı ve yansızlığı ile de
bağdaşacak bir durum değildir. Yargının yansızlığı ve bağımsızlığı ise,
hukuk devletinin olmazsa olmazlarıdır. Söz konusu ikinci tümcenin, bu
bakımdan da “hukuk devleti”ne de aykırı olduğunun belirtilmesi
gerekmektedir.
Bu açıklamalar çerçevesinde söz konusu onikinci
fıkranın Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
gösterilen “hukuk devleti” ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na
aykırı düştüğü; onikinci fıkra bir Anayasa değişikliği gerçekleştirdiği
için bu aykırılığın, Anayasanın 2 nci maddesindeki “hukuk devleti” ve
Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”nın değiştirildiği anlamına
geldiği söylenmelidir. Böyle bir değişiklik ise Anayasanın 4 üncü maddesine
aykırı düşeceği için, onikinci fıkranın (2709 sayılı yasanın değişen 159
uncu maddesinin onbirinci fıkrası) iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.5.h. 22’nci Maddenin Onüçüncü Fıkrasına İlişkin
Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin onüçüncü fıkrasında, Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili
kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hakim ve savcılar
ile adalet müfettişlerini ve hakim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri
atama yetkisinin Adalet Bakanına verilmesi, yürütmeye yargı üzerinde
üstünlük kurma ve yargıyı etkisi altına alma imkanının tanınması anlamına
gelmektedir.
Bu süreçte Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
devreden çıkarılmış bulunması, özellikle adalet müfettişlerini ve iç
denetçileri Adalet Bakanının atıyor olması; 5982 sayılı Kanunun çerçeve 14
üncü maddesinde belirtilen denetimin de, Adalet Bakanının güdüm ve etkisi
altına girmesine neden olabilecektir.
Belirtilen bu hususlar ise; yargının bağımsızlığına
ve tarafsızlığına, dolayısı ile bu nitelikler olmazsa olmazı olan hukuk
devletine ve kuvvetler ayrılığına aykırıdır.
Bu nedenle 22 nci maddenin onüçüncü fıkrasının
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verilen
Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve “hukuk devleti”ne aykırı
düştüğü; onüçüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu
aykırılığın kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti nitelikleri yönünden
Anayasanın 2 nci maddesinin değiştirilmesi anlamına geldiği söylenmelidir.
Böyle bir değişiklik Anayasanın 4 üncü maddesinde
belirtilen değiştirilmezlik ilkesine aykırı düşeceği için, söz konusu
onüçüncü fıkra (2709 sayılı kanunu değişen 159 uncu maddesinin onikinci
fıkrası) iptal edilmelidir.
I.B.5.ı. 22’nci Maddenin Ondördüncü Fıkrasına
İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
Yukarıda söz konusu 22 nci maddenin üçüncü ve
dördüncü fıkralarına ilişkin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, bu
fıkralardaki görünümüyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun,
yapılandırılışı yönünden Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı
açıklanmıştır.
Bu bakımdan, ondördüncü fıkrada kanunla
düzenlenmesi öngörülen hususların Anayasaya aykırı düşen Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun çalışma düzenine ilişkin olması; ondördüncü
fıkrayı da aradaki bağlantı nedeniyle, üçüncü ve dördüncü fıkralarda
belirtilen gerekçelerle Anayasaya aykırı bir görünüme sokmaktadır ve aynı
gerekçelerle ondördüncü fıkranın (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu
maddesinin onüçüncü fıkrası) da iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.6. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanunun
25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği
“Geçici Madde 18” Ve “Geçici Madde 19”A İlişkin Anayasaya Aykırılık
Gerekçeleri
I.B.6.a. 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18”in Birinci, İkinci,
Üçüncü, Dördüncü ve Beşinci Fıkralarına İlişkin Anayasaya Aykırılık
Gerekçeleri
“Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü,
dördüncü ve beşinci fıkralarında görevdeki Anayasa Mahkemesinin yapısının,
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde ortaya konulmuş
olan yeni Anayasa Mahkemesi yapısına uyumunun sağlanması için yapılacak
işler ve kullanılacak yöntemler gösterilmiştir.
Yukarıda 16 ncı maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık
gerekçelerinde, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinde
getirilen yeni Anayasa Mahkemesi yapısının çeşitli açılardan Anayasaya
aykırı olduğu açıklanmıştır.
Bu nedenle, mevcut Anayasa Mahkemesinin getirilen
bu Anayasaya aykırı yeni yapılanma modeline uyumunun sağlanması için
“Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkralarında yapılması öngörülen bütün işler ve kullanılacak yöntemler, söz
konusu 16 ncı madde için öne sürülen gerekçelerle Anayasaya aykırı
düşmektedir.
Bu nedenle mevcut Anayasa Mahkemesinin, getirilen
bu Anayasaya aykırı yeni yapılanma modeline uyumunun sağlanması için,
“Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkralarında yapılması öngörülen bütün işler ve kullanılacak yöntemler, 16
ncı madde ile birlikte değerlendirilmeli ve “Geçici Madde 18”in, birinci,
ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarındaki hükümlerin, 16 ncı madde
için geçerli olan gerekçelerle Anayasaya aykırı düştüğü söylenmelidir. Bu
nedenle “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkraları iptal edilmelidir.
Bu bağlamda daha açıkça ifade edilmesi gerekirse:
·
Geçici Madde 18’in birinci ve
beşinci fıkralarında yer alan hükümler, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 16 ncı maddesine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirmelerde
Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan Cumhuriyetin niteliklerinden
“kuvvetler ayrılığı”na ve yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığı olmazsa
olmaz koşulu olan “demokratik hukuk devleti”ne aykırı bulunmuş olan yeni
Anayasa Mahkemesi modeline geçişi sağlamaya yöneldiği için; 16 ncı madde
için öne sürülmüş olan “kuvvetler ayrılığı” ve “demokratik hukuk devleti”ne
aykırılık, söz konusu birinci ve beşinci fıkralar için de geçerli
olmalıdır. Söz konusu birinci ve beşinci fıkralar Anayasa değişikliği
niteliğini taşıdığı için; bu aykırılık Anayasanın 2 nci maddesinin sözü
geçen nitelikler bakımından, Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa rağmen
değiştirildiği anlamına gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesi böyle bir değişikliğe
imkan tanımadığı için “Geçici Madde 18”in birinci ve beşinci fıkralarının
iptal edilmesi gerekmektedir.
·
Geçici Madde 18’in ikinci ve
üçüncü fıkralarında, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16 ncı maddesi
ile ilgili değerlendirmelerde “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı”
ilkelerine dolayısı ile Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğu açıklanmış
bulunan, TBMM’nin Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin, görevdeki
Anayasa Mahkemesinin yeni yapısına uyumunu sağlamak için nasıl kullanılacağına
ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Burada söz konusu 16 ncı maddenin üçüncü
fıkrasında belirtilmiş olan yöntemin, geçiş aşaması için de benimsendiği
görülmektedir. 16 ncı madde için yapılan değerlendirmelerde, Sayıştay ve
baroların aday belirleme yönteminin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin “demokratik hukuk devleti” ilkesine aykırı düştüğü sonucuna
varıldığı için, bu yöntemlerin geçiş dönemi için de aynı aykırılıkla malul
olacağının söylenmesi gerekmektedir. “Geçici Madde 18”in ikinci ve üçüncü
fıkraları Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için, bu aykırılık,
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen “demokratik hukuk devleti”
niteliğinin, Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa rağmen iptali anlamına
gelmekte; bu nedenle de, Anayasanın 2 nci ve 4 üncü maddelerine aykırı olan
“Geçici Madde 18”in ikinci ve üçüncü fıkralarının da iptali gerekmektedir.
·
Geçici Madde 18’in dördüncü
fıkrasında, Cumhurbaşkanının, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 16
ncı maddesinde belirtilen Yükseköğretim Kurulunun göstereceği öğretim üyesi
adaylar arasından Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin, yeni Anayasa
Mahkemesi yapısına geçiş aşamasında nasıl kullanılacağı belirtilmiştir.
Yukarıda söz konusu 16 ncı maddeye ilişkin
Anayasaya aykırılık gerekçelerinde, Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine
üye seçmesinin, Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında gösterilen Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na ve “hukuk
devleti”ne aykırı olduğu ifade edilmiştir. “Geçici Madde 18”in dördüncü
fıkrası da Anayasaya aykırı bulunan bu yetkinin kullanımına ilişkin
düzenlemeler yaptığı için, 16 ncı madde için söz konusu olan bu
gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir.
“Geçici Madde 18”in dördüncü fıkrası, bir Anayasa
değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci
maddesinin, Cumhuriyetin “kuvvetler ayrılığı” ve “hukuk devleti”
niteliklerinin Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak değiştirildiği
anlamına gelmekte; bu nedenlerle, “Geçici Madde 18”in Anayasanın 2 nci ve 4
üncü maddelerine aykırı olan dördüncü fıkrasının da iptal edilmesi
gerekmektedir.
I.B.6.b. 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 19”a İlişkin Anayasaya
Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına eklediğini ifade
ettiği “Geçici Madde 19”da, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için ortaya koyduğu yeni
yapılanma biçimine halen görevde bulunan Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun uyumunu sağlamaya yönelik ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Bu
bağlamda “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının, (a) bendinde; geçiş
aşamasında Cumhurbaşkanının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna doğrudan
üye seçme yetkisini nasıl kullanacağına ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
(b) bendinde Yargıtay Genel Kurulunca, (c) bendinde Danıştay Genel
Kurulunca, (ç) bendinde Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca, (d) ve
(e) bentlerinde birinci sınıfa ayrılmış adli ve idari yargı hakim ve
savcılarınca, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilecek üyeler için,
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılacak
işlemler ve 22 nci maddede öngörülen seçim sistemine uyularak yapılacak bu
seçimlere ilişkin esaslar ortaya konulmuştur. Yani “Geçici Madde 19”un
birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d) ve (e) bentleri, 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin, mevcut Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kuruluna uygulanması için gerekli düzenlemeleri
yapmaktadır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanına tanınmış olan Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kuruluna doğrudan üye seçme yetkisi; Yargıtay, Danıştay ve Türkiye
Adalet Akademisi ile adli ve idari yargı yargıç ve savcılarının Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisi ve seçimlerde kullanılacak
yöntemlerle ilgili olarak, 22 nci maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık
gerekçelerinde yapılan bütün değerlendirmelerin ve ortaya konulan Anayasaya
aykırılık gerekçelerinin, “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b),
(c), (ç), (d) ve (e) bentleri için de geçerlidir. Daha açık ifade etmek
gerekirse:
· 22 nci madde ile ilgili değerlendirmelere
bakıldığında; Cumhurbaşkanına ve Türkiye Adalet Akademisine tanınan
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna üye seçme yetkisinin yargı
bağımsızlığına, dolayısı ile “kuvvetler ayrılığı” ve “hukuk devleti”ne
aykırı bulunduğu; Yargıtay, Danıştay, adli ve idari yargı yargıç ve
savcılarına tanınan üye seçme yetkisinin ise tanınan kontenjanlar ve seçim
sistemi yönünden adalete ve dolayısı ile demokratik hukuk ilkesine aykırı
olduğunun saptandığı görülmektedir. Buradan hareketle “Geçici Madde 19”un
birinci fıkrasının birinci tümcesinin Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen demokratik hukuk devleti ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler
ayrılığına aykırı görülmüş bir yapıya geçişi öngördüğü için Anayasanın 2
nci maddesine; birinci fıkrasının (a) bendinin Cumhurbaşkanına tanınan
yetkiler bakımından Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin
yargının bağımsızlığı ve yansızlığı gerekleri ile Başlangıç ilkelerinden
kuvvetler ayrılığına; (b), (c), (ç), (d), (e) bentlerinin, Yargıtay ve
Danıştaya ve adli yargı hakim - savcıları ile idari yargı hakim -
savcılarına ayrılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelik kontenjanlarının
adil bir orantıyı yansıtmadığı için Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
hukuk devleti niteliğine; kullanılan seçim sisteminin adil bir demokratik
temsile imkan vermediği için Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
demokratik hukuk devleti niteliğine aykırı düştüğü ifade edilmelidir.
“Geçici Madde 19”un birinci fıkrası
bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılıklar,
Anayasanın 2 nci maddesindeki “demokratik hukuk devleti” ve Başlangıç
ilkelerinden kuvvetler ayrılığının Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa
aykırı olarak değiştirildiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle, “Geçici
Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d), (e) bentlerinin
iptal edilmeleri gerekmektedir.
· “Geçici Madde 19”un ikinci fıkrasında, birinci
fıkrasının (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyelerinin göreve başlayacağı tarih
belirlenmiştir. Ancak söz konusu (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca
yapılacak seçimlerin Anayasaya aykırılığı yukarıda belirtildiği için,
ikinci fıkranın da aynı gerekçelerle, yani Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen “demokratik hukuk devleti”ne aykırı olduğu söylenmelidir. İkinci
fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılık, Anayasanın
2 nci maddesinde belirtilen “demokratik hukuk devleti” niteliğinin
değiştirildiği anlamına gelmektedir. Böyle bir değişiklik Anayasanın 4 üncü
maddesinde belirtilen değişmezlik yasağına aykırı düşeceği için, “Geçici
Madde 19”un, ikinci fıkrası iptal edilmelidir.
· “Geçici Madde 19”un üçüncü fıkrasında, yine
Anayasaya aykırı olduğu yukarıda açıklanan yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu yapısına, görevdeki Kurulun uyumunun sağlanması bağlamında; (b) ve
(c) bentlerinde belirtilen ve oy verenlerin iradelerini oylarına tam
anlamıyla yansıtmalarına imkan vermediği için Anayasanın 2 nci maddesinde
yer verilen “demokratik”lik niteliğine aykırı bulunan yöntemlerle seçilen
Danıştay ve Yargıtay üyelerinin ne zaman göreve başlayacakları düzenlenmiş;
bu düzenleme yapılırken halen görevde bulunan üyelerin, seçildikleri
sürenin sonuna kadar görevde kalacakları öngörülmüştür. Bu düzenleme,
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında belirtilen
“demokratik hukuk devleti”ne ve Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına
aykırı olduğu yukarıda 22 nci maddede belirtilen Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu modeline, görevdeki Kurulun uyumunun sağlanması amacıyla
yapıldığı için, 22 nci madde için ortaya konulan Anayasaya aykırılık
gerekçeleri, söz konusu üçüncü fıkra için de geçerlidir. Ayrıca (b) ve (c)
bendi uyarınca yapılan seçimlerin, kullanılan seçim yönteminin seçmenlerin
iradelerinin tümüyle oya yansımasını önlemesi, seçim hakkını kısıtlaması
bakımından demokratik bir nitelik taşımamasının da, Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen “demokratiklik” niteliği ile bağdaşmayan bir başka
aykırılık nedeni oluşturduğu dikkatten kaçırılmamalıdır.
Bu hususlardan hareket edildiğinde,
“Geçici Madde 19”un üçüncü fıkrasının, birinci ve ikinci tümcelerinin birbiriyle
yakın ilişkisi de göz önünde tutularak, Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “demokratik hukuk devleti”ne aykırı
düştüğü söylenmelidir. Söz konusu üçüncü fıkra bir Anayasa değişikliği
niteliği taşıdığı için bu aykırılık, Anayasanın 2 nci maddesinin,
“demokratik hukuk devleti” niteliği yönünden, Anayasanın 4 üncü maddesine
aykırı olarak değiştirilmesi anlamına gelmekte; bu bakımdan da söz konusu
“Geçici Madde 19”un üçüncü fıkrasının iptal edilmesi gerekmektedir.
· “Geçici Madde 19”un dördüncü fıkrasında, birinci
fıkranın (b) ve (c) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü fıkra
uyarınca göreve başlayanların görev süresinin biteceği süre düzenlenmiştir.
Dördüncü fıkranın da, yukarıda 22 nci
maddeyle ilgili açıklamalarda Anayasaya aykırı olduğu belirtilen yeni
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna, görevdeki Kurulun uyumunun
sağlanmasına yönelik geçiş düzenlemelerini yapması bakımından, 22 nci madde
için söz konusu olan gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerinden “demokratik hukuk devleti” ile Başlangıç
ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü söylenmelidir. Söz
konusu dördüncü fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için, bu
aykırılık sözü geçen nitelikler yönünden Anayasanın 2 nci maddesinin,
dördüncü maddesindeki yasağın gözardı edilerek değiştirildiği anlamına
gelmektedir. Bu nedenle söz konusu dördüncü fıkranın iptal edilmesi
gerekmektedir.
· “Geçici Madde 19”un altıncı fıkrasının (b)
bendinde; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ikinci fıkra uyarınca asıl
üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde Adalet
Bakanının Başkanlığında toplanıp bir geçici Başkanvekili seçeceği hükmüne
yer verilmiştir. Kurulun bu şekilde Adalet Bakanının Başkanlığında bir
seçim yapmasını öngören bir düzenlemenin, yürütmenin yargı üstünde üstünlük
kurması ve yargının yürütmeye bağımlı hale gelmesine yol açacağı; bu
nedenle de yargı bağımsızlığına ve kuvvetler ayrılığına dolayısı ile
Anayasanın 2 nci maddesine aykırı düşeceği ortadadır. Çünkü buradaki ifade
Adalet Bakanının, Başkanlığının Kurul Başkanı olmaktan değil; Adalet Bakanı
olmasından doğduğunu ortaya koymakta; eğer, böyle bir durum ifade edilmek
istenmeseydi, Kurulun, Kurul Başkanının Başkanlığında toplanacağı
doğrultusunda bir hükmün konulması gerekmektedir.
Altıncı fıkranın (c) bendinde ise
kurulun en az 15 üye ile toplanacağı ve üye tam sayısının salt çoğunluğu
ile karar vereceği belirtilmiştir. 22 kişiden oluşacak yeni Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun yukarıda I.B.5 bölümünde açıklanan gerekçelerle
anayasaya aykırı olduğu ve iptalinin gerektiği belirtildiğinden aynı
gerekçelerle kurulun toplanma ve kararla ilgili düzenlemesinin de anayasaya
aykırı olacağı açıktır.
Diğer yandan “Geçici Madde 19”un altıncı
fıkrasının (ç) bendinde, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya
kadar, sekretarya hizmetlerinin Adalet Bakanlığı tarafından yürütüleceği
bildirilmiştir. İlgili kanunlardaki değişikliklerin ne kadar süre içinde
veya hangi tarihe kadar tamamlanacağına ilişkin bir belirleme söz konusu
altıncı fıkrada yer almadığı için bu hüküm, yasamanın eline, gerekli
düzenlemeleri geciktirerek sekretarya bakımından yargıyı sürekli biçimde
yürütmeye bağımlı kılmak imkanını vermektedir. Böylesi bir bağımlılık, yasama
ve yürütmenin, yargı üzerinde üstünlük kurmasına da neden olacaktır.
Böylesi durumların yargının bağımsızlığına dolayısı ile yargı
bağımsızlığının olmazsa olmazı olan hukuk devletine ve kuvvetler ayrılığı
ilkesine de aykırı düşeceği ortadadır.
Bu açıklamalardan hareketle, “Geçici
Madde 19”un altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden hukuk devletine ve
Başlangıç ilkelerinden kuvvetler ayrılığına aykırı düştüğü; söz konusu altıncı
fıkra bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı için bu aykırılığın
Anayasanın 2 nci maddesinin sözü edilen nitelikler yönünden Anayasanın 4
üncü maddesine aykırı biçimde değiştirildiği anlamına geldiği ve bu nedenle
altıncı fıkranın (b) ,(c) ve (ç) bentlerinin iptal edilmesi gerektiği
söylenmelidir.
· “Geçici Madde 19”un yedinci fıkrasında; Kurul
müfettişleri ile adalet müfettişleri atanıncaya kadar, mevcut adalet
müfettişlerinin kurul müfettişi ve adalet müfettişi sıfatıyla görev
yapacakları; sekizinci fıkrasında ise, gerekli düzenlemeler yapılıncaya
kadar bu madde hükümlerinin uygulanacağı bildirilmiştir.
Bu düzenlemeler, yargıç ve savcılar
hakkında Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yapılacak inceleme, araştırma
ve soruşturmaların, Kurula bağlı müfettişler tarafından değil, adalet
müfettişleri eliyle yaptırılması yönteminin, bugünkü yürütme ve yasama
istediği sürece kalıcılık kazanmasını sağlamaktadır. Çünkü ilgili
kanunlarda gerekli düzenlemelerin hangi süre içinde yapılmasının
gerektiğini ve kurul müfettişlerinin hangi süre içinde atanacağını gösteren
herhangi bir belirleme, yedinci ve sekizinci fıkralarda yapılmamıştır.
Bu, gerekli Kanunları çıkarma
konusunda yasamayı, gerekli atamaları tamamlama konusunda yürütmeyi keyfi
hareket etmekte özgür bırakacak ve hukuk düzeninde belirsizlik yaratacak
bir durumdur. Böylesi durumlar hukuk devleti ile bağdaşmaz.
Diğer yandan böylesi bir hüküm,
müfettişler ve yapacakları denetim yönünden belirsiz bir süre boyunca yargıyı
yürütmeye bağımlı kılmakta; yürütmenin ve yasamanın yargı üzerinde üstünlük
kurmasını sağlamaktadır. Bu da kuvvetler ayrılığı ile bağdaşmayacak bir
durumdur.
Bu açıklamalardan hareketle, “Geçici
Madde 19”un yedinci ve sekizinci fıkralarının da, Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerinden “hukuk devleti” ve
Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı düştüğü; söz konusu
yedinci ve sekizinci fıkralar bir Anayasa değişikliği niteliğini taşıdığı
için bu aykırılığın Anayasanın 2 nci maddesinin söz konusu nitelikler
yönünden Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı bir biçimde değiştirildiği
anlamına geldiği söylenmeli; bu nedenle de “Geçici Madde 19”un yedinci ve
sekizinci fıkraları iptal edilmelidir.
I.B.7. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
26’ncı Maddesine İlişkin Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 26 ncı maddesinde, bu Kanunun halkoyuna sunulması halinde tümüyle
oylanacağı ifade edilmektedir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanununda,
konu bakımından birbiri ile ilgisiz pek çok madde yer almaktadır. Bu
birbirleriyle ilgisiz maddelerin tümünün birlikte oylamaya sunulması,
halkoylamasına katılacak vatandaşların iradelerini tam anlamıyla oylarına
yansıtmalarını engelleyecek bir durumdur. Çünkü böylesi bir birlikte
oylama, oy kullanacak vatandaşlara beğenmedikleri hükümler için ayrı ayrı
ret, beğendikleri hükümler için yine ayrı ayrı kabul oyu vermek imkanını
tanımayacak; vatandaşlar beğendikleri hükümlerin yürürlüğe girmesi için, beğenmedikleri
hükümlere de kabul oyu vermek veya beğenmedikleri hükümlerin yürürlüğe
girmesini engellemek için beğendikleri hükümleri de reddetmek zorunda
kalacaklardır.
Bu da “demokrasi” kavramına aykırı
bir durumdur. Çünkü, oy veren vatandaşın irade serbestliğini ve seçme
imkanını sınırlandırmakta ve bir dayatma meydana getirmektedir.
Demokrasilerde ancak birbirleriyle
çok yakından ilgisi olan maddelerin birlikte halkoyuna sunulması halinde,
böyle sakıncalı durumların ortaya çıkması engellenebilmektedir.
Bu konuda Venedik Komisyonunun da
aynı çözümü önerdiği görülmektedir.
Venedik Komisyonunun, 2006 tarihli
“Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu”nun 30 uncu maddesinde şu hüküm
yer almaktadır.
“İçerik birliği, özgür oy iradesinin
daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, arasında bir bağ olmayan
farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır.”
Venedik Komisyonu’nun 2010 tarihli
“Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu”nda da, “Referandum metninin usul
hukukunda geçerliliği” başlığı altında şu hükme yer verildiği
görülmektedir:
Bir metnin (Anayasa, yasa) tümünün
değiştirilmesi durumu hariç, seçmenlerin serbest oy hakkını garanti etmek
için, oylamaya konan her sorunun çeşitli kısımları arasında öz itibariyle
bağlantı olmalıdır ve seçmenlerden öz itibariyle bağlantı bulunmadan tüm
hükümleri kabul veya reddetmeleri istenmemelidir.” (Bkz. Nisan 2010,
“Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu”, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Araştırma Merkezi, Bu kaynak Ek 14 olarak dilekçenin ekinde sunulmuştur.)
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun
gibi, birbirleriyle hiçbir ilgisi bulunmayan ve çoğu da son derece teknik
düzenlemeler getiren maddelerin birlikte oylanması halinde ise, oy kullanan
vatandaşın iradesini tam anlamıyla aslına uygun biçimde yasama sürecine
yansıtması söz konusu olamaz. Bu, aynı zamanda Venedik Komisyonunun
“Referandumlara Dair İyi Uygulama Kodu” ile de bağdaşmaz.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175
inci maddesinde yapılan 1987 tarihli değişiklikle, Anayasa değişikliklerine
ilişkin kanunların hangi maddelerinin birlikte, hangilerinin ayrı ayrı
halkoylamasına sunulacağını belirlemek imkanının Türkiye Büyük Millet
Meclisine bırakılmasının amacı da, böyle bir olumsuzluğun ortaya çıkmasının
önlenmesidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175
inci maddesinde yapılan 1987 tarihli değişiklikte; 175 inci maddeye ilişkin
değişiklik teklifinde yer almayıp, daha sonra Anayasa Komisyonunda eklenen
bu imkan için, Komisyon raporunda ileri sürülen aşağıdaki gerekçe, bu
hususu açıkça ifade etmektedir:
“Maddede yapılan diğer bir
değişiklikle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Anayasa değişikliklerine
ilişkin kanunların kabulü sırasında, ileride halkoylamasına sunulması
ihtimaline karşı, Anayasanın değiştirilen hükümlerinin birlikte mi yoksa
ayrı ayrı mı oylanacağı hususunun da kanuna ilave edilecek bir hükümle
kararlaştırılması esası getirilmiştir. Halkoyuna sunulmasının Anayasanın
her hükmü için ayrı ayrı yapılması kararlaştırıldığı takdirde, oylama
sonunda bazı hükümlerin benimsenmesi, bazılarının ise reddi mümkün
olabilecek, böylece halkoylamasının daha sağlıklı şekilde sonuçlanması ve
bazı hükümler reddedilmiş olsa bile hiç olmazsa benimsenen değişikliklerin
yürürlüğe girmesi sağlanmış olacaktır.” (TBMM’nin 13.05.1987 tarihli 102.
Birleşim Tutanağı sonuna ekli, S. Sayısı 564, s-6, TBMM TD, Dönem 17, c.40)
(Ek 15)
Aynı değişikliğe ilişkin olarak,
zamanın Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun 14.05.1987 tarihli 103.
Birleşiminde, TBMM’nde yaptığı aşağıda yer verilen konuşma da, TBMM’ye
tanınan imkanın amacını göstermektedir.
“Diyelim ki, yapılan değişiklikler
farklı farklı hususlarda ise, vatandaşın hepsine birden oy vermek
mecburiyeti tanımamak için; tercih imkanı kullanabilmesi için, yüce Meclis,
bunları paket paket, kısım kısım oylamaya tabi tutmak imkanına sahiptir.”
(TBMM TD, Dönem 17, C.40, s.361) (Ek 16)
Bu açıklamalar, 7.5.2010 tarihli ve
5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde, bu Kanunun birbiriyle konu
bakımından hiçbir ilgisi olmayan, bütünsel değişikliği temsil etmeyen
maddelerinin, halkoyuna gidilmesi halinde, makul bir gerekçe olmadan
tümüyle oylanacağına ilişkin bir hükme yer verilmesinin, Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen Cumhuriyetin demokratiklik niteliğine aykırı
düşeceğini ortaya koymaktadır.
26 ncı maddedeki “halkoylamasına
sunulması halinde tümüyle” ibaresinin, Cumhuriyetin, Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen demokratiklik niteliğine aykırı olması, 26 ncı madde
bir Anayasa değişikliği yapan Kanunda yer aldığı için, bu aykırılık, söz
konusu ibarenin Anayasanın 2 nci maddesinde, “demokratik”lik niteliğinde
bir değişiklik yapıldığı anlamına gelmektedir. Anayasanın 4 üncü maddesi
böyle bir değişikliğe imkan tanımadığı için, 26 ncı maddedeki “halkoyuna
sunulması halinde tümüyle” ibaresinin iptal edilmesi gerekmektedir.
I.B.8. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı Kanun’un
8’inci, 14’üncü, 16’ncı, 19’uncu, 22’nci Maddeleri İle 25’inci Maddesinin
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18” ve “Geçici Madde 19” İle 26’ncı Maddesindeki Anayasaya Aykırılıkların, Anayasa Mahkemesinin
Denetim Yetkisi Bakımından Konumu
Çağdaş Anayasaların genellikle temel
felsefelerini ifade eden ilkelerini ve bu felsefeye dayalı olarak ortaya
koydukları düzenin bütünlüğünü, yasama organının kendisine veya bir başka
deyişle yasama organındaki çoğunluğun baskısına karşı güvence altına alacak
hükümleri ve kuruluşları da birlikte getirme yoluna gittikleri
görülmektedir.
Böyle bir sisteme geçiş Türkiye’de
de, Cumhuriyetin dayandığı temel ilkeleri ve felsefeyi güvence altına alma
gereksiniminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bu gereksinim 1982 tarihli Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 4 üncü maddesine de, “Anayasanın 1 nci
maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci
maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü maddesi hükümleri
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” hükmünün
yerleştirilmesine neden olmuştur.
4 üncü madde incelendiğinde; önce bir
değişmezlik ilkesi konulduğu, buna ek olarak da bir teklif yasağı
getirildiği görülmektedir.
Anayasanın 4 ncü maddesine göre;
Anayasanın 1 nci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki hüküm ile 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü
maddesi hükümlerinde değişmeyi öngören veya Anayasanın sair maddelerinde yapılan
değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bu ilkeleri değiştirme
amacı güden herhangi bir kanun teklif ve kabul olunamayacaktır. Bu esaslara
aykırı olarak çıkarılmış bulunan bir kanunun Anayasanın mevcut hükümlerinde
en küçük bir etki ve değişme yapması veya yeni bir Anayasa kuralı koyması
mümkün değildir.
Anayasanın 4 üncü maddesinde yer alan
bu yasak, belli sayıdaki Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesinin esasında
kendileri için bir hak teşkil eden ve niteliği bakımından da bir yasama işlemi
olan Anayasa değişikliği teklif etmelerini önlemektedir. Başka bir deyimle,
değişiklik teklifi, değişmezlik ilkesiyle çatışmıyorsa, Anayasada
gösterilen şekil şartlarına uygun olarak yöntemi içinde yürüyecek ve şayet
çatışıyorsa, hiç yapılamayacak, yapılmış ise yöntemi içinde
yürütülemeyecek, yürütülmüş ise kabul edilip kanunlaşamayacaktır. (Bkz.
Anayasa Mahkemesinin E.1970/1, K.1970/31 sayı ve 16.06.1970 tarihli ile
E.1973/19, K.1975/87 sayı ve 15.04.1975 tarihli kararı)
Görüldüğü gibi 4 üncü maddedeki
yasak, Anayasanın 7 nci maddesinde TBMM’ne verilmiş olan yasama yetkisi
için bir sınır oluşturmaktadır. Bu sınır, aynı zamanda TBMM’nin Anayasayı
değiştirme yetkisinin, 4 üncü ve 175 inci maddelerinin de sınırıdır. Yani,
Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddelerindeki hükümlerin kapsamını
oluşturan konular, yasama erkinin konusal alanının dışında bırakılmış ve bu
suretle TBMM, bu alanda, yasama yetkisini kullanmaktan men edilmiş;
yetkisiz kılınmıştır.
Kuşkusuz burada yetkisizlik
kapsamında olanın sadece Anayasanın ilk üç maddesi olmadığını tekrar
belirtmekte yarar vardır.
Anayasanın ilk üç madde dışındaki
hükümlerinde yapılacak ve ilk üç maddede belirtilen hususları değiştirip
başkalaştırma sonucunu doğuracak tüm yasa düzenlemeleri de 4 üncü maddedeki
yasağın kapsamına girmektedir. (Bkz. Prof. Dr. Sait Güran, “Anayasada
Türban Değişikliği” Cumhuriyet Gazetesi, 27.01.2008)
Aksini kabul, Anayasanın ilk üç
maddesindeki hükümlerin özünün Anayasanın diğer maddelerinde yapılacak
değişikliklerle boşaltılmasına, başkalaştırılmasına, “Anayasaya karşı hile”
yapılmasına imkan tanımak anlamına gelecektir.
Bu husus Prof. Dr. Erdoğan Teziç
tarafından da, Anayasanın laiklik ilkesini düzenleyen 2 nci maddesi ve onu
koruyan 4 üncü maddesi karşısında, türban yasağının başka Anayasa
maddelerinde yapılacak düzenlemelerle kaldırılamayacağı; böyle bir işe
kalkışılırsa bunun 2 nci maddeyi etkisiz kılmak için “Anayasaya karşı hile”
oluşturacağı yolundaki ifadelerle açıklanmıştır. (Bkz. Prof. Dr. Erdoğan
Teziç’in Fikret Bila’ya yaptığı açıklama, “Yön”, Milliyet Gazetesi,
25.01.2008) (Ek 18)
Kaldı ki Anayasa Mahkemesi de
Anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerinin, Anayasanın diğer maddelerinde
yapılacak değişikliklerle değiştirilmesi halinde, bu tür yasama
işlemlerinin de değişiklik yasağının kapsamına gireceğini, E.1970/1,
K.1970/31 sayı ve 16.06.1970 tarihli kararında şu şekilde ifade etmiştir.
“Bu bakımdan bu ilkelerle değişmeyi
öngören veya Anayasanın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan
doğruya veya dolaylı olarak bu ilkeleri değiştirme amacı güden herhangi bir
kanun teklif ve kabul olunamaz. Bu esaslara aykırı olarak çıkarılmış
bulunan bir kanunun Anayasanın mevcut hükümlerinde en küçük bir etki ve değişme
yapması veya yeni bir Anayasa kuralı koyması mümkün değildir.”
Bu saptamaları yaptıktan sonra,
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun iptali istenen yukarıda belirtilmiş
hükümlerinin, Anayasanın 4 üncü maddesi karşısında konumunu belirleyebilmek
için, bu maddedeki düzenlemelerin Anayasanın 2 nci maddesindeki hususları
değiştirici veya başkalaştırıcı bir nitelik taşıyıp taşımadığı sorusuna
yanıt vermek gerekir. Bu da yukarıda, iptali istenen maddelerin Anayasaya
aykırılık gerekçelerinde açıklanmış ve getirdikleri düzenlemelerin
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerine aykırı
düştüğü, bunları değiştirip başkalaştırdığı sonucuna varılmıştır.
Anayasanın 148 inci maddesinde
Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından
denetleyebileceği; Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin teklif ve
oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı
hususları ile sınırlı olduğu ifade edilmiştir.
Bu hüküm karşısında, Anayasa
Mahkemesinin Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen yasağa karşın
Anayasanın ilk üç maddesinde belirtilen hususları değiştiren bir Anayasa
değişikliği hakkında yargısal denetim yapıp yapmayacağının belirlenmesi
gerekmektedir.
Bu belirleme, Anayasanın 4 üncü
maddesi dahil, Anayasa değişikliklerinin teklif edilmesini düzenleyen
Anayasa hükümlerinin şekil kuralı niteliğini taşıyıp taşımadığı
saptamasından hareketle yapılmalıdır. Bu saptama, Anayasa Mahkemesinin
E.1973/19, K.1975/87 sayı ve 15.04.1975 tarihli kararında yapılmış ve söz
konusu kararda Anayasa değişikliklerini teklif etmeyi düzenleyen Anayasa
hükümlerinin yanı sıra bunu yasaklayanların da birer şekil kuralı olduğunda
kuşku bulunmadığı belirtilmiştir.
Ne var ki olayımızda, iptali istenen
düzenlemelerin, Anayasanın 4 üncü maddesinde ifadesini bulan şekil kuralına
aykırı olup olmadığının belirlenmesi ancak bu düzenlemelerin içeriğinin
Anayasanın ilk üç maddesinde getirilen ilkelerle bağdaşmayacak, bu nedenle
bu ilkeleri değiştirici bir nitelik taşıyıp taşımadıklarını bir ön
denetimle belirlenmesi yoluyla mümkün olabilecektir.
Bu durumda Anayasa Mahkemesi,
TBMM’nin yetkisizliği nedeniyle yasama yetkisini kullanamayacağı bir alanda
yapılan iptali istenen hükümleri, böyle bir denetimi yapmaya yetkili
olmadığı ve şekil denetiminin kapsamanın “teklif ve kabul yeter sayılarına
ve ivedilikle görüşmeme hususuna uyulup uyulmadığı” ile sınırlı tutulmuş
olduğu gerekçesiyle denetlemekten kaçınabilecek midir?
Bu soruya kuşkusuz olumsuz yanıt
vermek gerekmektedir. Çünkü Anayasa Mahkemesinin böyle bir denetimi
yapamayacağını kabul etmek, Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen yasağa
aykırı yasama işlemlerini yaptırımsız bırakmak anlamına gelecek; Anayasanın
4 üncü maddesindeki yasağı işlevsiz ve etkisiz hale sokacak ve Türkiye Cumhuriyetinin,
Anayasanın ilk üç maddesinde belirtilen niteliklerini güvencesiz
bırakacaktır.
Halbuki Anayasamızın ilk 3 maddesinde
belirtilen nitelikler, Türkiye Cumhuriyetinin temelidir. Bu nitelikler
değiştirildiği takdirde Anayasanın yerleşmiş düzeni, ahengi, bütünlüğü ve
Devletin niteliği de başkalaşır. Bu durumda da Devlet yapısının Anayasada
tanımlanan ve istenen biçimde işlemesi söz konusu olamaz.
Bir teklifin kabulünde, kabul yeter
sayısına ulaşılamamasını iptal nedeni olarak kabul eden bir Anayasanın,
yukarıda ifade edilen durumların ortaya çıkmasına yol açacak bir şekil
aykırılığını, yaptırımsız bırakmayı tercih etmiş olduğu, kabul edilemez.
Böyle bir kabul, TBMM’nin belli bir çoğunluğunun, değişmez nitelikteki
Anayasa hükümlerini, ağır ve açık yetki tecavüzü teşkil eden yasama
işlemleriyle bertaraf etmesine ve usul saptırmalarına kapıyı ardına
kadar açmak anlamına gelir. Böyle bir durumun ise, Anayasa ve hukukta yeri
olamaz. Çünkü bu, hukukun genel ilkelerine aykırı düşer. (Bkz. Prof. Dr.
Sait Güran, “Anayasada Türban Değişikliği”, Cumhuriyet Gazetesi,
27.01.2008) (Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in Fikret Bila’ya yaptığı açıklamalar
“Yön”, Milliyet Gazetesi, 25.01.2008 ve 09.02.2008.)
Anayasanın 148 inci maddesindeki,
Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin teklif şartına uyulup
uyulmadığı hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hüküm, aslında böyle
bir denetime engel değil, dayanaktır. Çünkü “teklif” şartına uyulup
uyulmadığının incelenmesi yetkisi, Anayasa değişikliklerine ilişkin
tekliflerde Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa uyulup uyulmadığının da
denetlenmesini gerektirir.
Kaldı ki Anayasanın 4 üncü
maddesindeki değiştirilmezlik ilkesinin gereği olarak, bir teklifin
Anayasada öngörülen sayılarla teklif veya kabul edilip edilmediğinin incelenebilmesi
için öncelikle ortada hukuken sonuç doğurabilecek bir teklifin bulunması
gerekir. Bu nedenle teklif ve kabul yeter sayılarını denetleme konusunda
verilen bir yetkinin, bir Anayasa değişikliği söz konusu olduğunda
evleviyetle “teklifin Anayasanın 4 üncü maddesine uygunluk bağlamında
hukuken geçerli olup olmadığını inceleme yetkisi”ni de içerdiğini söylemek
gerekir.
Bu açıklamalara göre varılacak sonuç,
Anayasa Mahkemesinin, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun yukarıda
iptali istenen hükümlerinin Anayasaya uygunluğunu denetleyebileceği ve bu
hükümlerin Cumhuriyetin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen nitelikleri
değiştirdiğine karar vermesi halinde, bu hükümleri Anayasanın 4 üncü
maddesindeki değiştirme yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğidir.
Kaldı ki Anayasa Mahkemesi de, E.2008/16, K.2008/116 sayı ve 05.06.2008
tarihli kararında bu yolu yerinde görerek, 09.02.2008 tarihli ve 5735
sayılı Kanunun yukarıda belirtilen açıdan Anayasaya uygunluk denetimini
yapmış ve iptal etmiştir.
II. YÜRÜTMEYİ DURDURMA İSTEMİNİN
GEREKÇESİ
II.A. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı
Kanunun Tümünü İlgilendiren Yürütmeyi Durdurma İstemi Gerekçeleri
Bir kanunun kanunlaşma sürecinde
Anayasanın ve İçtüzüğün belirlemiş olduğu yöntemlere uyulmaması, bu kanunun
hukuk düzenindeki varlığı veya yokluğu ile ilgili bir sorundur.
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası, Anayasa değişikliği yapan kanunların görüşülmesine ilişkin usul
ilkelerini 175 inci maddesinde ortaya koymuş; 148 inci maddesinde ise,
Anayasa Mahkemesine, Anayasa değişikliği yapan Kanunların yalnız şekil
bakımından denetimini yapma yetkisini vermiş; bu şekil denetimini de teklif
ve oylama çoğunluklarına ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup
uyulmadığı hususları ile sınırlı tutmuştur.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun, oylamalarında gizli oylama ilkesine uyulmaması ve 2 nci görüşmede
kanunlar için geçerli görüşme yönteminin gereklerinin yerine getirilmemesi
nedenleriyle Anayasanın 175 inci maddesine şekil açısından aykırı düştüğü yukarıda
belirtilmiştir. Bu aykırılık kanunun yalnız belli maddelerini değil; tümünü
ilgilendirmektedir.
Şekil bakımından bu kadar önemli bir
sakatlıkla malul olan söz konusu Kanunun hukuk düzeninde yürürlüğünü
sürdürmesi, Cumhuriyetimizin hukuk devleti niteliğinin bu yürürlüğün
sürdüğü her an için tekrar tekrar darbe alması anlamına gelmektedir.
Diğer yandan teklifin veriliş biçimi,
Komisyon görüşmeleri aşaması ve yöneldiği amaç bakımından da 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun Anayasaya aykırı bir nitelik taşıdığı
görülmektedir.
Anayasanın ve hukukun üstünlüğü
anlayışının gereği olarak hukuk düzeninin biran önce söz konusu Kanunun
varlığından arındırılması ve bu yapılıncaya kadar da en azından etkisiz
hale getirilmesi için tüm maddelerinin yürürlüğünün durdurulması
gerekmektedir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun tüm maddeleriyle yürürlüğünü sürdürmesi, öncelikle Anayasa
Mahkemesi iptal kararını verip bu karar Resmi Gazetede yayımlanıncaya kadar
halkoylaması yapılması halinde, halkoyuna sunulması sonucunu verecektir.
Anayasa Mahkemesince tüm hükümlerinin iptal edilme olasılığı bulunan bir
Kanun için halkoylaması sandıklarının kurulması ise, başlı başına sonradan
giderilemeyecek bir zarardır.
Diğer taraftan belirtilen süre içinde
gerçekleşebilecek bir halkoylamasında bu Kanunun kabulü halinde, Kanunda
yer alan hükümler doğrultusunda örneğin; Anayasa Mahkemesinin ve Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni yapısına uyumunun sağlanması, kamu
denetçisinin göreve başlaması, gerekli yasaların çıkarılması için hukuk
düzeni harekete geçirilecektir. Bu arada, karar yeter sayısı da Anayasa
değişikliğinde yükseltilmiş olduğu için, 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun bile belki iptali mümkün olmayabilecektir.
Bu süreç ilerlerken 7.5.2010 tarihli
ve 5982 sayılı Kanunun iptali halinde ise, iptale kadar bu Kanuna dayalı
olarak kazanılan statülerin, yetkilerin ve oluşturulan yapıların durumu ve
ileriye yönelik konumu hukuki sorunlara yol açacak; iptal kararlarının
geriye yürümezliği nedeniyle, verilebilecek iptal kararı bu durum
karşısında etkisini yitirecek ve ortalığa tam bir karmaşa hakim olacaktır.
Böyle bir durumda ortaya çıkacak zararların herhangi bir biçimde sonradan
giderilebileceğinin düşünülmesi bile olanaksızdır.
Üzerinde durulması gereken bir başka
husus da, söz konusu Kanunun tüm hükümlerinin yürürlüğünün durdurulmaması
halinde, Anayasa Mahkemesinin açılan iptal davasına ilişkin kararının Resmi
Gazetede yayımına kadar geçecek süre içinde yapılabilecek halkoylamasında
bu Kanun kabul edildiği takdirde, Anayasal düzenin karşı karşıya kalacağı
tehlikedir.
Çünkü böyle bir durumda yürürlüğe
girecek kimi hükümler, sadece yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrılığını ve
Cumhuriyetin Anayasada belirtilen niteliklerinden “demokratik hukuk
devleti”ni ve Başlangıç ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”nı zedelemekle
kalmayacak; Cumhuriyetin diğer önemli temel niteliklerini de değiştirmeye
ve Cumhuriyetin temel felsefesini dönüştürmeye yönelik yeni Anayasa
değişikliklerine de imkan hazırlayacaktır. Bu değişiklikler gerçekleştikten
sonra Anayasa Mahkemesinin vereceği bir iptal kararının, Cumhuriyetimizle
ilgili dönüşümü tekrar eski haline getirebilmesi ise kesinlikle
imkansızdır.
Yukarıda belirtilen ve sonradan
giderilmesi olanaksız bu zararları önlemek için 7.5.2010 tarihli ve 5982
sayılı Kanunun tüm hükümlerinin
yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
II.B. 7.5.2010 Tarihli ve 5982 Sayılı
Kanunun İptali İstenen Bazı Hükümlerine İlişkin Özel Yürürlüğü Durdurma
İstemi Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun Kamu Denetçiliği Kurumu, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu ve yapılacak halkoylaması ile ilgili iptali istenen
hükümlerinin yürürlüğünün sürdürülmesine olanak tanınması halinde, söz konusu
Kanunun tümüyle ilgili sonradan giderilemeyecek zararların yanısıra, sadece
bu hükümlerle ilgili başka zararlar da ortaya çıkacaktır. Bunlar aşağıda
ayrıntılarıyla özetlenmeye çalışılmıştır.
II.B.1. 7.5.2010 Tarihli ve 5982
Sayılı Kanunun 8’inci Maddesinin 7.11.1982 Tarihli ve 2709 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 74’üncü Maddesine Eklediğini İfade Ettiği Üçüncü,
Dördüncü, Beşinci Ve Altıncı Fıkraların Yürürlüğünün Durdurulması İsteminin
Gerekçesi
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 8 inci maddesinin T.C. Anayasasının 74 üncü maddesine eklediğini
ifade ettiği, madde başlığında yer alan “ve kamu denetçisine başvurma” ile
üçüncü fıkrasındaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibarelerinin ve
dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının yürürlüğünün durdurulmaması
halinde, bu fıkralar da, Anayasa Mahkemesinin konuyla ilgili vereceği
karardan önce yapılacak bir halkoylamasında halkoyuna sunulacak ve kabulü
halinde, bu fıkralar doğrultusunda Kamu Denetçiliği Kurumu ile ilgili yasa
düzenlemelerine girişilecek; seçim yapılacak ve kurum çalışmalarına
başlayarak kararlar alıp, işlemler gerçekleştirecektir.
Bu sürece girildikten sonra Anayasa
Mahkemesinin vereceği bir iptal kararı, bu işlemlerin Anayasal dayanağını
ortadan kaldıracak; Kamu Denetçiliği Kurumunun hukuki meşruiyeti, konumu ve
kararları tartışılır hale gelecek ve çözülmesi gereken pek çok hukuki sorun
ortaya çıkacaktır.
İptal kararları geriye yürümediği
için, Anayasa Mahkemesinin vereceği bir iptal kararı da bu sorunları
çözmeye yeterli olamayacaktır.
Bu sonradan giderilmesi mümkün
olamayacak durum ve zararların önüne geçilebilmesi için, 7.5.2010 tarihli
ve 5982 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin, T.C. Anayasasının 74 üncü
maddesine eklediğini ifade ettiği dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralar
ile, üçüncü fıkrasında ve madde başlığında yer alan “ve kamu denetçisine
başvurma” ibaresinin yürürlüklerinin durdurulması gerekmektedir.
II.B. 2. 7.5.2010 Tarihli ve 5982
Sayılı Kanun’un 14’üncü Maddesine İlişkin Yürürlüğü Durdurma İsteminin
Gerekçesi
14 üncü maddenin (2709 sayılı kanunun
değişen 144 üncü maddesi) yürürlüğünü sürdürmesi durumunda; bu madde de,
yapılacak halkoylamasında halkoyuna sunulacaktır. Halkoylaması Anayasa
Mahkemesinin iptal kararı vermesinden ve bu kararın Resmi Gazetede
yayımlanmasından önce yapılacak ve söz konusu Kanun bu halkoylamasının
sonucunda kabul edilecek olursa, 14 üncü maddenin gerektirdiği yasalar
derhal çıkarılmaya başlanacak ve adalet hizmetlerinin denetimi adı altında,
yargıç ve savcılar, Adalet Bakanlığının müfettişleri ve iç denetçileri
tarafından araştırılıp, soruşturulabilecektir. Böylece yürütme yargı
üzerinde üstünlük kurma fırsatı bulacak; yargının bağımsızlığı ve dolayısı
ile Cumhuriyetin hukuk devleti niteliği zedelenecektir. 14 üncü maddenin
iptal edilmesi halinde ise, çıkarılmış yasalar ve yapılmış olan işlemler
Anayasal dayanaklarını kaybedecek; buna dayalı olarak da pek çok sorun
yaşanacaktır. İptal kararlarının geriye yürümemesi, kararın etki gücünü
azaltacak ve bu sorunların çözümünü daha da güçleştirecektir.
Böylesi sonradan düzeltilmesi ve yol
açacağı zararların giderilmesi olanaksız durumların önüne geçilebilmesi
için, söz konusu 14 üncü maddenin bütünüyle yürürlüğünün durdurulması
gerekmektedir.
II.B.3. 7.5.2010 Tarihli ve 5982
Sayılı Kanun’un 16’ncı Maddesinin İkinci, Üçüncü, Dördüncü Ve Beşinci
Fıkraları İle 19’uncu Maddesinin İkinci Fıkrasının Dördüncü Tümcesine Ve
Dördüncü Fıkrasına İlişkin Yürürlüğü Durdurma İstemlerinin Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları ile
19 uncu maddesinin (2709 sayılı kanunun değişen 146 ıncı ve 149 uncu
maddelerinin iptali istenen madde ve fıkraları) ikinci fıkrasının dördüncü
tümcesinde ve dördüncü fıkrasında Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılanmasına
ve bu yapı çerçevesindeki yeni çalışma düzenine ilişkin hükümler yer
almaktadır. Bunların Anayasaya aykırılığı, belirtilen maddelerle ilgili
Anayasaya aykırılık gerekçelerinde ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Bu
hükümlerin yürürlüğü sürdürülecek olursa, Anayasa Mahkemesinin olası iptal
kararının yürürlüğe girmesinden önce yapılacak bir halkoylamasında,
Anayasaya aykırı bu hükümlerin de halkoyuna sunulmaları gerekecek; Anayasa
değişikliğinin halkoylamasında kabul edilmesi durumunda da, bu hükümler derhal
uygulanmaya başlanacaktır.
Bunun sonucunda da:
Mevcut Anayasa Mahkemesinin 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun öngördüğü, bu Mahkemeyi yürütme ve yasamaya
bağımlı kılacak; kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve dolayısıyla
hukuk devleti ilkelerine aykırı yapıya uyumunun sağlanması için gerekenler
yapılacak; yeni üyelerin seçimine gidilecek; çalışmalar öngörülen yeni
düzene göre yürütülecek; karar yeter sayıları yeni düzene göre uygulanacak;
bu bağlamda salt çoğunluk konusundaki yukarıda belirtilen belirsizlik sorun
yaratacak; Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini hatta
gecikilirse bu Anayasa değişikliğini bile iptal etmesi güçleşecektir.
Bu değişim gerçekleşirken Anayasa
Mahkemesinin söz konusu hükümleri iptal etmesi ise, uyum bağlamında yapılan
tüm işlem ve düzenlemelerin Anayasal dayanağı ve hukuki geçerliliği
konusunda sayısız problemin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Ayrıca iptal kararlarının geriye
yürümezliği nedeniyle, verilecek bir iptal kararı da etkisini büyük ölçüde
kaybedecektir.
Bu durumun yaratacağı sakıncaların ve
zararların giderilmesi ise hiçbir şekilde mümkün olamayacaktır.
Bu nedenle 7.5.2010 tarihli ve 5982
sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkraları ile 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinin ve
dördüncü fıkrasının yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi
gerekmektedir.
II.B.4. 7.5.2010 Tarihli ve 5982
Sayılı Kanun’un 22’nci Maddesinin Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı,
Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci, Onikinci, Onüçüncü Ve
Ondördüncü Fıkralarına İlişkin Yürürlüğü Durdurma İsteminin Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 22 nci maddesinin (2709 sayılı kanunla değişen 159 uncu maddenin
iptali istenen fıkralarının) yukarıda belirtilen fıkralarında yer alan
düzenlemelerle, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için yeni bir yapılanma
ve çalışma modeli ortaya konulmuştur.
22 nci maddenin söz konusu
fıkralarının yürürlüğünü sürdürmesi halinde, bu maddede Anayasa
Mahkemesinin olayla ilgili kararı Resmi Gazetede yayımlanmadan önce
yapılabilecek halkoylamasında, belirtilen fıkralarıyla halkoyuna
sunulacaktır. Anayasa değişikliğinin kabul görmesi halinde ise, bu
fıkralarda yer alan hükümler doğrultusunda, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu yeniden yapılandırılmaya ve yeni çalışma düzeni çerçevesinde
çalışmalarını yürütmeye başlayacak; yeni üyelerin seçimine ve görev
bölümüne gidilecektir.
Yeni yapılanma modeli, Anayasada yer
alan kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve dolayısı ile hukuk
devleti ilkelerine aykırı olduğu için, bu nitelikteki bir Kurulun yargı
çatısı altında yer alması ve varlığını sürdürmesi, söz konusu ilkeler
açısından Anayasanın üstünlüğünün zedelenmesine; yargıç ve savcıların
yürütme karşısında güvencesiz ve korumasız bırakılmasına ve yargının
yürütmenin etkisine girmesine yol açacaktır.
Anayasa Mahkemesinin bu sürece
girildikten sonra vereceği bir iptal kararı da, iptal kararlarının geriye
yürümezliği nedeniyle, ortaya çıkacak olumsuz durumları gidermeye,
yürütmenin etkisinde oluşan yeni yargı yapılanmasını değiştirmeye
yetmeyecektir.
Bu durumun ve doğuracağı sonradan
giderilmesi olanaksız zararların önlenmesi için ise, 7.5.2010 tarihli ve
5982 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13
ve 14 üncü fıkralarının yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
II.B.5. 7.5.2010 Tarihli ve 5982
Sayılı Kanun’un 25’inci Maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına
Eklediğini İfade Ettiği “Geçici Madde 18” Ve “Geçici Madde 19”a İlişkin Yürürlüğü Durdurma İstemlerinin Gerekçeleri
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına eklediğini ifade
ettiği “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkralarında, görevde bulunan Anayasa Mahkemesinin söz konusu Kanunun 16
ncı maddesinde getirilen ve Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerinden demokratik “hukuk devleti”ne ve Başlangıç
ilkelerinden “kuvvetler ayrılığı”na aykırı bulunmuş olan yeni Anayasa
Mahkemesi modeline uyumunu sağlamak için yapılacak işlemler düzenlenmiştir.
“Geçici Madde 18”in yürürlüğü sürdürüldüğü takdirde, Anayasa Mahkemesinin
olayla ilgili kararı Resmi Gazetede yayımlanıncaya kadar yapılacak
halkoylamasında, “Geçici Madde 18”de söz konusu fıkralarıyla halkoyuna
sunulacak ve kabul edildiği takdirde, bu madde doğrultusunda, uyumu
sağlamaya yönelik işlemler başlatılacaktır. Bunun sonucunda, Anayasaya
aykırılığı yukarıda belirtilen modele uygun bir Anayasa Mahkemesi, hukuk
düzeninde yerini alacak ve çalışmalarını sürdürecektir.
Bu değişim gerçekleşirken, Anayasa
Mahkemesinin söz konusu “Geçici Madde 18”in söz konusu fıkralarını iptal
etmesi halinde ise, uyum bağlamında yapılan tüm işlemlerin ve
düzenlemelerin Anayasal dayanağı ortadan kalkacak; hukuki geçerlilikleri
konusunda sayısız problem ortaya çıkacaktır. Ayrıca olası bir iptal kararı,
geriye yürüyemeyeceği için, bu problemleri çözmeye ve olumsuzlukları
gidermeye yetmeyecektir.
Sonradan giderilemeyecek bu olumsuz
durumların ve zararların önlenebilmesi için, 7.5.2010 tarihli ve 5982
sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına
eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü,
dördüncü ve beşinci fıkralarının yürürlüğünün durdurulması gerekecektir.
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına eklediğini ifade
ettiği “Geçici Madde 19”un birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları
ile altıncı fıkrasının (b) ,(c) ve (ç) bentlerinde ve yedinci ve sekizinci
fıkralarında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, bu Kanunun 22 nci
maddesinde getirilen yeni yapılanma modeline geçişini sağlayacak
düzenlemelere yer verilmiştir.
“Geçici Madde 19”un söz konusu
fıkralarının yürürlüğü sürdürülecek olursa, bu fıkralar, Anayasa
Mahkemesinin olayla ilgili kararı Resmi Gazetede yayımlanmadan önce
halkoylaması yapıldığı takdirde, 5982 sayılı Kanundaki diğer hükümlerle
birlikte halkoyuna sunulacak ve Kanunun kabulü halinde Hakimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun yeni modele uyumunun sağlanması için “Geçici Madde 19”da
öngörülen bu uygulamalara derhal başlanacaktır. Böylece bu Kanunun 22 nci
maddesinin Anayasaya aykırılık gerekçesinde ayrıntılı biçimde açıklanan
nedenlerle Anayasaya aykırı olan ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu
yürütmeye bağımlı kılan yapı, hukuk düzeninde somut bir varlık
kazanacaktır. Bu kuşkusuz, Anayasanın üstünlüğü ilkesi ile bağdaşmayan bir
yapımın hukuk düzeninde varlık kazanmasına ve varlığını sürdürmesine göz
yummak anlamına gelecektir.
Diğer yandan bu sürece girildikten
veya bu süreç tamamlandıktan sonra verilecek bir iptal kararı, uyum
bağlamında yapılmış olan tüm işlemlerin ve düzenlemelerin Anayasal
dayanağını ortadan kaldıracak ve bunların hukuki geçerliliği konusunda
sayısız sorun yaşanacak; iptal kararları geriye yürümedikleri için söz
konusu olumsuzlukları bütünüyle gidermeye yetmeyecek; yeni modele uyumu
sağlanmış Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun hukuki statüsü sorun
yaratacaktır.
Bu sonradan giderilemeyecek olumsuz
durumların ve zararların önüne geçilebilmesi için, 7.5.2010 tarihli ve 5982
sayılı Kanunun 25 inci maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına
eklediğini ifade ettiği “Geçici Madde 19”un birinci, ikinci, üçüncü,
dördüncü, yedinci ve sekizinci fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c) ve
(ç) bendlerinin yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
II.B.6. 7.5.2010 Tarihli ve 5982
Sayılı Kanun’un 26’ncı Maddesine İlişkin Yürürlüğü Durdurma İsteminin
Gerekçesi
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 26 ncı maddesinde, bu Kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği
ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanacağı ifade edilmektedir.
Yukarıda bu maddenin Anayasaya aykırılık gerekçeleri açıklanırken
halkoylamasında tümüyle oylanmasının demokrasi anlayışıyla bağdaşmayacağı
belirtilmiştir.
26 ncı maddede yer alan “ve halkoyuna
sunulması halinde tümüyle”ibaresinin yürürlüğünün sürdürülmesi halinde,
halkoylaması Anayasa Mahkemesinin bu olay hakkındaki kararının Resmi
Gazetede ilanından önce yapılacak olursa, bu halkoylamasında söz konusu
maddenin öngördüğü oylama biçimi geçerli olacaktır.
Bu da, bir dayatma metni üzerinde oy
kullanılmasına ve vatandaşların yapılan düzenlemelerin her birisi için ayrı
ayrı iradelerini ifade edemedikleri bir halkoylamasının gerçekleşmesine yol
açacaktır.
Diğer yandan oylama tamamlandıktan
sonra Anayasa Mahkemesinin bu maddeyi iptal etmesi halinde; halkoylamasının
hukuki geçerliliği ve Anayasa değişikliğinin hukuki meşruiyeti tartışmalı
hale gelecektir.
İfade edilen bu olumsuzluklar ve yol
açacakları giderilmesi olanaksız zararlar demokratik yaşantımız ve onun
hukuk devleti olma özelliği açısından asla küçümsenemez.
Bunları önlemenin yolu, 7.5.2010
tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde yer alan “ve halkoyuna
sunulması halinde tümüyle” ibaresinin yürürlüğünün durdurulmasıdır.
III. SONUÇ VE İSTEM
7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun:
A) Kanun teklifinin getirilmesi,
Anayasa Komisyonunda görüşülmesi, TBMM Genel Kurulunda görüşülüp oylanması,
ivedilikle görüşülme yasağı ve yöneldiği amaç bakımından yukarıda açıklanan
nedenlerle Anayasanın 2 nci, 4 üncü, 87 inci ve 175 inci maddelerine aykırı
olmaları nedeniyle tüm maddelerinin;
B) Ayrıca yukarıda kendileriyle
ilgili Anayasaya aykırılık gerekçelerinde ortaya konulan özel Anayasaya
aykırılık nedenleriyle de:
1. 8 inci maddesinin T.C. Anayasasının 74 üncü
maddesine, üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırarak eklediğini ifade ettiği;
madde başlığındaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibaresinin ve üçüncü
fıkradaki “ve kamu denetçisine başvurma” ibaresi ile dördüncü, beşinci ve
altıncı fıkraların,
2. 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının, (2709 sayılı
kanunun değişen 144 üncü maddesinin),
3. 16 ncı maddesinin, ikinci, üçüncü, dördüncü ve
beşinci fıkralarının (2709 sayılı kanunun değişen 146 ıncı maddesinin
birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının),
4. 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü
tümcesi (2709 sayılı kanunun değişen 149 uncu maddesinin birinci fıkrasının
“Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” şeklindeki
dördüncü tümcesinin),
5. 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (2709 sayılı
kanunun değişen 149 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının),
6. 22 nci maddesinin üçüncü, dördüncü, beşinci,
altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu, onbirinci, onikinci,
onüçüncü ve ondördüncü fıkralarının (2709 sayılı kanunun değişen 159 uncu
maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci,
dokuzuncu, onuncu, onbirinci, onikinci, onüçüncü fıkralarının),
7. 25 inci maddesinin T.C. Anayasasına eklediğini
ifade ettiği “Geçici Madde 18”in birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve
beşinci fıkralarının,
8. 25 inci maddesinin T.C. Anayasasına eklediğini
ifade ettiği “Geçici Madde 19”un birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç),
(d), (e) bendlerinin, ikinci fıkrasının, üçüncü fıkrasının, dördüncü
fıkrasının, altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin, yedinci ve
sekizinci fıkralarının,
9. 26 ncı maddesindeki “ve halkoyuna sunulması halinde
tümüyle” ibaresinin,
iptallerine ve dava ile ilgili
Anayasa Mahkemesi Kararı Resmi Gazetede yayımlanıncaya kadar
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemimizi saygı ile arz
ederiz.”
II - YASA
METİNLERİ
A - İptali
İstenilen Anayasa Değişikliğine
İlişkin Yasa
Kuralları
7.5.2010 günlü, 5982
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un iptali istenilen hükümleri şunlardır:
“MADDE 1 – 7/11/1982 tarihli ve 2709
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasına
“Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz.” cümlesi ve maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki
fıkra eklenmiştir.
“Çocuklar, yaşlılar,
özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve
gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.”
MADDE 2 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
20 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Herkes, kendisiyle
ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak;
kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu
verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve
amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar.
Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık
rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve
usuller kanunla düzenlenir.”
MADDE 3 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 23
üncü maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Vatandaşın yurt dışına
çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim
kararına bağlı olarak sınırlanabilir.”
MADDE 4 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
41 inci maddesinin kenar başlığı “I. Ailenin korunması ve çocuk hakları”
şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“Her çocuk, korunma ve
bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve
babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü
istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
MADDE 5 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
51 inci maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 6 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
53 üncü maddesinin kenar başlığı “A. Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme
hakkı” olarak değiştirilmiş, üçüncü ve dördüncü fıkraları yürürlükten
kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“Memurlar ve diğer kamu
görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler.
Toplu sözleşme yapılması
sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem
Kuruluna başvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve
toplu sözleşme hükmündedir.
Toplu sözleşme hakkının
kapsamı, istisnaları, toplu sözleşmeden yararlanacaklar, toplu sözleşmenin
yapılma şekli, usulü ve yürürlüğü, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere
yansıtılması, Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun teşkili, çalışma usul ve
esasları ile diğer hususlar kanunla düzenlenir.”
MADDE 7 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
54 üncü maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 8 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
74 üncü maddesinin kenar başlığı “VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu
denetçisine başvurma hakkı” şeklinde değiştirilmiş, maddenin üçüncü
fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“Herkes, bilgi edinme ve
kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin
işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler.
Kamu Başdenetçisi Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için seçilir. İlk iki
oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt
çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada
en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en
fazla oy alan aday seçilmiş olur.
Bu maddede sayılan
hakların kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluşu, görevi,
çalışması, inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile
Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin nitelikleri, seçimi ve
özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”
MADDE 9 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
84 üncü maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 10 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 94
üncü maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“İlk seçilenlerin görev
süresi iki yıldır, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi ise o yasama
döneminin sonuna kadar devam eder.”
MADDE 11 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
125 inci maddesinin ikinci fıkrasına “Ancak, Yüksek Askerî Şûranın terfi
işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik
kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır.” şeklindeki cümle eklenmiş ve
dördüncü fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Yargı yetkisi, idarî
eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir
surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.”
MADDE 12 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 128
inci maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Ancak, malî ve sosyal
haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.”
MADDE 13 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
129 uncu maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Disiplin kararları yargı
denetimi dışında bırakılamaz.”
MADDE 14 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
144 üncü maddesi kenar başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“G. Adalet
hizmetlerinin denetimi
MADDE 144 – Adalet
hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca
denetimi, adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç
denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet
müfettişleri eliyle yapılır. Buna ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”
MADDE 15 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
145 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 145 – Askerî
yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu
mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların
asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak
işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine,
anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her
halde adliye mahkemelerinde görülür.
Savaş hali haricinde,
asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz.
Askerî mahkemelerin savaş
halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları;
kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve
savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.
Askerî yargı organlarının
kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık
görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla
ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre
kanunla düzenlenir.”
MADDE 16 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
146 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 146 – Anayasa
Mahkemesi onyedi üyeden kurulur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri
arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise
baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday
içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının
üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci
oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday
için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye
seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı; üç
üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri
arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi
hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan
yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında
görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört
üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve
savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi
raportörleri arasından seçer.
Yargıtay, Danıştay,
Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları
ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek
için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için
oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro
başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için
yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy
kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.
Anayasa Mahkemesine üye
seçilebilmek için, kırkbeş yaşını doldurulmuş olması kaydıyla;
yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını
kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe
yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde
fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların
adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır.
Anayasa Mahkemesi üyeleri
arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için
bir Başkan ve iki başkanvekili seçilir. Süresi bitenler yeniden
seçilebilirler.
Anayasa Mahkemesi üyeleri
aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar.”
MADDE 17 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
147 nci maddesinin kenar başlığı “2. Üyelerin görev süresi ve
üyeliğin sona ermesi” şeklinde, birinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Anayasa Mahkemesi
üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa
Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi
üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Zorunlu
emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde
çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir.”
MADDE 18 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
148 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin sonuna “ve bireysel
başvuruları karara bağlar” ibaresi, üçüncü fıkrasındaki “Cumhurbaşkanını,”
sözcüğünden sonra gelmek üzere “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını,”
ibaresi eklenmiş, beşinci fıkrası “Yüce Divan kararlarına karşı yeniden
inceleme başvurusu yapılabilir. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda
verdiği kararlar kesindir.” şeklinde değiştirilmiş, maddeye ikinci fıkradan
sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar ve üçüncü fıkradan sonra gelmek üzere
“Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile
Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce
Divanda yargılanırlar.” şeklinde yeni bir fıkra eklenmiştir.
“Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
Bireysel başvuruda, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.
Bireysel başvuruya
ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”
MADDE 19 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
149 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 149 – Anayasa
Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır. Bölümler, başkanvekili
başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme
Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en
az oniki üye ile toplanır. Bölümler ve Genel Kurul,
kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel başvuruların kabul
edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir.
Siyasî partilere ilişkin
dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla
yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel başvurular ise
bölümlerce karara bağlanır.
Anayasa değişikliğinde
iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun
bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki
oy çokluğu şarttır.
Şekil bozukluğuna dayalı
iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanır.
Anayasa Mahkemesinin
kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, Başkan,
başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma
esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı
İçtüzükle düzenlenir.
Anayasa Mahkemesi Yüce
Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde
inceler. Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar
verilebilir. Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını
dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve
siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel
başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler.”
MADDE 20 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
156 ncı maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Askerî Yargıtayın kuruluşu,
işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı
ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
MADDE 21 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
157 nci maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Askerî Yüksek İdare
Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin
ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
göre kanunla düzenlenir.”
MADDE 22 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
159 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 159 – Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına göre kurulur ve görev yapar.
Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden
oluşur; üç daire halinde çalışır.
Kurulun Başkanı Adalet
Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı
Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi,
nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat
ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe
yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek
üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki
yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl
ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri
arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa
ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları
arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci
sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş
idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca,
dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.
Kurul üyeliği seçimi,
üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır.
Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul
üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde,
yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl
üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır.
Yargıtay, Danıştay ve
Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için
her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından
seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy
kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek
üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla
yapılır.
Kurulun, Adalet Bakanı
ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri, görevlerinin devamı
süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya
Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler.
Kurulun yönetimi ve
temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına
katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire
başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden
bir kısmını başkanvekiline devredebilir.
Kurul, adlî ve idarî
yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici
yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte
kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme,
görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin
kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini
karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine
getirir.
Hâkim ve savcıların
görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için
idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme;
görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini,
hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma
ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili
dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile
Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri,
hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya
savcı eliyle de yaptırılabilir.
Kurulun meslekten
çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı
mercilerine başvurulamaz.
Kurula bağlı Genel
Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan
Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır.
Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak
hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir.
Adalet Bakanlığının merkez,
bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak
hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden
olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına
aittir.
Kurul üyelerinin seçimi,
dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı
ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve
işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile
Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.”
MADDE 23 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
166 ncı maddesinin kenar başlığı “I. Planlama; Ekonomik ve Sosyal
Konsey” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Ekonomik ve sosyal
politikaların oluşturulmasında hükümete istişarî nitelikte görüş
bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Ekonomik ve Sosyal
Konseyin kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenir.”
MADDE 24 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
geçici 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 25 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına
aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 18 – Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri
asıl üye sıfatını kazanır.
Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir
üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun ve bir üyeyi de baro başkanlarının
gösterecekleri üçer aday içinden seçer.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin yapacağı üye seçimi için aday göstermek amacıyla;
a) Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Sayıştay Başkanı
adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde
adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren
beş gün içinde Sayıştay Genel Kurulunca seçim yapılır. Her Sayıştay
üyesinin ancak bir aday için oy kullanabileceği bu seçimde en fazla oy alan
üç kişi aday gösterilmiş sayılır.
b) Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Türkiye Barolar Birliği
Başkanlığı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün
içinde adaylar Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına başvurur. Başvuru
tarihinin sona erdiği günden itibaren beş gün içinde Türkiye Barolar
Birliği Başkanlığının ilanında gösterilen yer ve zamanda baro başkanları
tarafından seçim yapılır. Her bir baro başkanının ancak bir aday için oy
kullanabileceği bu seçimde, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş
sayılır.
c) (a) ve (b) bentleri
uyarınca yapılan seçimlerin sonucunda aday gösterilmiş sayılanların isimleri
seçimin yapıldığı günü takip eden gün Sayıştay ve Türkiye Barolar Birliği
başkanlıklarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bildirilir.
ç) (c) bendi uyarınca
yapılan bildirimden itibaren on gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde
seçim yapılır. Her boş üyelik için yapılacak seçimde, ilk oylamada üye
tamsayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu
aranır; ikinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa bu oylamada en çok oy
alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan
aday üye seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı, birer
üyeyi Yargıtay ve Danıştay kontenjanlarından olan ilk üyeliklerin
boşalmasından sonra Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan
yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında
görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden seçer.
Anayasa Mahkemesi
üyeliğine aday gösteren kurumların halen mevcut üyeleri ile kendi
kontenjanlarından seçilmiş yedek üyeler, tamamlama seçiminde göz önünde
bulundurulur.
Anayasa Mahkemesinde
halen belli görevlere seçilmiş olanların bu sıfatları seçilmiş oldukları
sürenin sonuna kadar devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye
olanlar yaş haddine kadar görevlerine devam ederler.
Bireysel başvuruya
ilişkin gerekli düzenlemeler iki yıl içinde tamamlanır. Uygulama kanununun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvurular kabul edilir.
GEÇİCİ MADDE 19 – Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde aşağıda
belirtilen esas ve usuller dahilinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu üyeleri seçilir:
a) Cumhurbaşkanı,
hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmayan; yükseköğretim
kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında en az onbeş yıldan
beri görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile meslekte
fiilen onbeş yılını doldurmuş avukatlar arasından dört üye seçer.
Cumhurbaşkanı, üst kademe yöneticileri arasından seçeceği Kurul üyesini,
bakanlık, müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı, valilik, Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği, kamu kurum ve kuruluşlarında genel müdürlük veya teftiş
kurulu başkanlığı görevlerini yapanlar arasından seçer.
b) Yargıtay Genel
Kurulu, Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve üç yedek üye seçer. Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Yargıtay
Birinci Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren
yedi gün içinde adaylar Birinci Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona
erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Yargıtay Genel Kurulu
seçim yapar. Her Yargıtay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği
seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.
c) Danıştay Genel Kurulu,
Danıştay üyeleri arasından iki asıl ve iki yedek üye seçer. Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Danıştay Başkanı
adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde
adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden
itibaren onbeş gün içinde Danıştay Genel Kurulu seçim yapar. Her
Danıştay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla
oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.
ç) Türkiye Adalet
Akademisi Genel Kurulu, kendi üyeleri arasından, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kuruluna bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Başkanı
adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde
adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden
itibaren onbeş gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu
seçim yapar. Her üyenin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en
fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.
d) Yedi asıl ve dört
yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren
nitelikleri yitirmemiş olan adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, adlî
yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve
denetiminde seçilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün
içinde Yüksek Seçim Kurulu adaylık başvurularını ilân eder. İlân tarihinden
itibaren üç gün içinde adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurur. Başvuru
tarihinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde Yüksek Seçim Kurulu
adayların başvurularını inceler ve aday listesini belirleyerek ilân eder.
Takip eden iki gün içinde bu listeye karşı itiraz edilebilir. İtiraz
süresinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde itirazlar incelenir,
sonuçlandırılır ve kesin aday listesi ilân edilir. Yüksek Seçim Kurulunun
kesin aday listesini ilân ettiği tarihten sonraki ikinci Pazar günü her
ilde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak seçimlerde,
o ilde ve ilçelerinde görev yapan hâkim ve savcılar oy kullanır. İl seçim
kurulları o ilde oy kullanacak hâkim ve savcıların sayısına göre sandık
kurulları oluşturur. Sandık kurullarının işlem, tedbir ve kararlarına karşı
yapılan şikâyet ve itirazlar il seçim kurulunca karara bağlanır. Adaylar
propaganda yapamazlar; sadece, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen
usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir
internet sitesinde yayımlayabilirler. Bu seçimlerde her seçmen sadece bir
aday için oy kullanabilir. Seçimlerde en çok oy alan adaylar sırasıyla asıl
ve yedek üye seçilmiş olur. Kullanılacak oy pusulalarıyla ilgili diğer
hususlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Seçim Kurulu, oy
pusulalarını kendisi bastırabileceği gibi gerektiğinde uygun göreceği il
seçim kurulları vasıtasıyla bastırmaya da yetkilidir. Yapılacak
seçimlerde, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu bende aykırı olmayan
hükümleri uygulanır.
e) Üç asıl ve iki
yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren
nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından, idarî
yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve
denetiminde seçilir. Bölge idare mahkemelerinin bulunduğu illerde, il seçim
kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak bu seçimlerde, o bölge
idare mahkemesinde ve yargı çevresi içerisinde kalan yerlerde görev yapan
idarî yargı hâkim ve savcıları oy kullanır. Bu seçimler hakkında da (d)
bendi hükümleri uygulanır.
Birinci fıkranın (a),
(ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun asıl üyeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki
otuzuncu günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar.
Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yargıtay
ve Danıştaydan gelen asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçilmiş
oldukları sürenin sonuna kadar devam eder.
Bunlardan, Yargıtaydan gelen üyelerden görev süresini tamamlayanların
yerine birinci fıkranın (b) bendi uyarınca
seçilenler; Danıştaydan gelen üyelerden görev süresini
tamamlayanların yerine birinci fıkranın (c) bendi uyarınca seçilenler,
sırayla göreve başlarlar.
Birinci fıkranın (b)
ve (c) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü fıkra uyarınca göreve
başlayanların görev süresi, birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri
uyarınca seçilen diğer Kurul üyelerinin görev süresinin bittiği tarihte
sona erer.
İlgili kanunlarda gerekli
düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna
seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında
öngörülen tüm malî ve sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen
yararlanırlar. Ayrıca, Kurulun Başkanı dışındaki asıl üyelerine, (30000)
gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu
bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.
İlgili kanunlarda
düzenleme yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu;
a) Anayasa hükümlerine
aykırı olmamak kaydıyla, yürürlükteki kanun hükümlerine göre Kurul şeklinde
çalışır.
b) İkinci fıkra
uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta
içinde Adalet Bakanının başkanlığında toplanır ve bir geçici Başkanvekili
seçer.
c) En
az onbeş üye ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile
karar verir.
ç) Sekreterya hizmetleri
Adalet Bakanlığı tarafından yürütülür.
Kurul müfettişleri ile
adalet müfettişleri atanıncaya kadar, mevcut adalet müfettişleri, Kurul
müfettişi ve adalet müfettişi sıfatıyla görev yaparlar.
Bu madde hükümleri,
ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar uygulanır.”
MADDE 26 – Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.”
B - Dayanılan
Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde,
Anayasa’nın 2., 4., 87. ve 175. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK
İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8.
maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh
KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU’nun
katılımlarıyla 8.6.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada
eksiklik bulunmadığından işin şekil yönünden incelenmesine, Engin YILDIRIM
ve Nuri NECİPOĞLU’nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA karar verilmiştir.
IV- ŞEKİL
YÖNÜNDEN İNCELEME
Dava dilekçesi ve ekleri, konuya
ilişkin rapor, iptali istenen kurallar, dayanılan Anayasa kuralları ve
bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava dilekçesinde, 7.5.2010 günlü,
5982 Sayılı Kanun’un, Anayasa teklifi olarak veriliş biçimi, Anayasa
Komisyonunda görüşülmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda oylanması
sırasında gizliliğin ihlal edilmesi, ivedilikle görüşülme yasağı ve
yöneldiği amaç bakımından tüm maddelerinin; ayrıca, Anayasa’nın 4.
maddesinde öngörülen Anayasa’nın ilk üç maddesini değiştirme ve
değiştirilmesini teklif etme yasağına aykırı olarak Anayasa’nın 2.
maddesinde yer alan Cumhuriyetin niteliklerini dolaylı olarak değiştirdiği
ileri sürülerek Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin
bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması istenmiştir.
A-
7.5.2010 günlü, 5982 Sayılı Kanun’un Anayasa Teklifi Olarak Veriliş Biçimi
ve Anayasa Komisyonundaki Görüşme Şekli Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı
Sorunu
Dava dilekçesinde
Anayasa değişiklik önerilerinin ancak teklif şeklinde yapılabileceği,
tasarı yoluyla Anayasa değişikliği önerisi yapılmasının mümkün olmadığı,
dava konusu 5982 sayılı Kanun’un teklif olarak sunulmadan önce geçirdiği
süreçte tümüyle milletvekili iradesine dayalı bir öneri olarak ortaya
çıkmadığı, aksine Başbakan’ın başkanlığında bir tasarı gibi hazırlandığı ve
sadece Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup milletvekillerinin
imzalarının alınması yoluyla bir teklif görünümü kazandırıldığı, bu nedenle
tasarı niteliği taşıyan teklifin Anayasa’nın 175. maddesine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesi’nin
görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 148. maddesinde, Anayasa
değişikliklerine ilişkin yasaların teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle
görüşülememe koşullarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olarak
sadece şekil yönünden denetlenebileceği hükme bağlanmıştır. İptal istemi
bu sınırlı sebeplerden herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece davanın
dinlenme olanağı yoktur.
Anayasa’nın 175.
maddesine göre Anayasa’nın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir.
Bakanlar Kuruluna Anayasa’nın 88. maddesiyle tanınmış olan kanun tasarısı
sunma yetkisi 175. maddede yer almamaktadır. Bu nedenle Bakanlar Kurulunun
bir Anayasa değişikliği teklif edebilmesi mümkün değildir.
TBMM İçtüzüğü’nün
73. maddesinde “Hükümetçe hazırlanan kanun tasarıları bütün bakanlarca
imzalanmış olarak ve gerekçesi ile birlikte Meclis Başkanlığına sunulur.”
denilmektedir. Buna göre, bir tasarıdan söz edebilmek için milletvekili
olsun ya da olmasın tüm Bakanlar ve Başbakan tarafından imzalanmış ve
gerekçesi ile Meclis başkanlığına sunulmuş bir metnin bulunması gerekir.
Bakanlar Kurulu üyeleri dışında hiç kimse bir kanun tasarısına imza atamaz.
Oysa, İçtüzüğün 74. maddesine göre milletvekillerince verilen kanun
tekliflerinde bir veya daha çok imza bulunabilir. Başbakan’ın ve
milletvekili oldukları sürece bakanların tekliflere imza atması mümkündür.
Başbakan ve bakanların milletvekili sıfatıyla herhangi bir kanun teklifine
imza atmaları o teklifi tasarı haline getirmez.
“Teklif çoğunluğu”
kapsamında Anayasa değişikliği teklifinde Anayasa’nın 175. maddesinde
öngörülen Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte biri oranında
milletvekilinin imzasının bulunup bulunmadığının incelenebileceği gözetildiğinde
yeterli imzanın bulunması hâlinde, bu imzaların hangi saikle atıldığının
incelenmesi Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalır.
Dava dilekçesinde
ayrıca, Teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu’nda daha
önce Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili
Bekir Bozdağ ve Samsun Milletvekili Suat Kılıç ile 214 milletvekili
tarafından verilen ve Komisyon gündemine alınan, bazı milletvekillerinin
imzalarını geri çekmesi nedeniyle Komisyon başkanı tarafından geçersiz hâle
geldiği gerekçesiyle gündemden çekilen başka bir Teklifle birleştirilmesi
gerektiği, ancak Komisyon Başkanı tarafından bu birleştirmenin yapılmadığı
ve Anayasa’ya aykırılık oluştuğu ileri sürülmüştür.
Komisyon
aşamalarındaki işlemler, Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen
denetlenebilir hususlardan olmadığı gibi, dava konusu Anayasa değişikliği
Yasası ile ilgisi olmayan, başka bir teklife ilişkin Anayasa’ya aykırılık
savlarının incelenmesi de Anayasa Mahkemesi’nin yetkisi içinde değildir.
Bu nedenlerle 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un Anayasa teklifi
olarak veriliş biçimi ile Anayasa Komisyonundaki görüşme şekline
ilişkin iptal isteminin, Anayasa Mahkemesinin yetkisizliği nedeniyle reddi
gerekir.
B- 5982 Sayılı
Kanun’un Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Oylanma Biçimi Yönünden
Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu
Dava dilekçesinde,
5982 sayılı Kanun’un görüşülmesi ve oylanması sırasında çeşitli şekillerde
oy gizliliğinin ihlal edildiği, bazı milletvekillerinin diğerlerinin oy
pulunu gördüğü, oy zarfını denetlediği, oy kabinine birlikte girdiği
belirtilerek oy gizliliğinin sağlanması için önlem alınması gerektiği
muhalefet partilerinin milletvekilleri ve Grup Başkanvekillerince sıklıkla
dile getirilmesine, bu konuda tartışmalar yapılmış olmasına rağmen TBMM
Başkanlığınca herhangi bir önlem alınmadığı, bu nedenle Anayasa’nın 175.
maddesinin ihlal edildiği dile getirilmiş ve bu tür aykırılıkların birinci
tur oylamalarda söz konusu olsa bile, Kanun’un tümünü geçersiz kılacağı
ileri sürülmüştür.
Anayasa’nın 148.
maddesinde, Anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesine tanınan denetim
yetkisi, teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği
şartlarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlandırılmıştır. Anayasa’nın
175. maddesinde Anayasa değişikliğine ilişkin oylamaların gizli yapılması
öngörülmüştür. Anayasa’ya uygun geçerli bir kabul çoğunluğu ancak
Anayasa’ya uygun bir oylamayla oluşabilir. Ne var ki, Anayasa Mahkemesinin
oylama usulüne aykırı hareket edildiğine ve oylamanın geçersizliğine karar
verebilmesi için oylama sonucunu etkileyen açık bir Anayasa’ya aykırılığın
gerçekleşmiş olması gerekir. Dava dilekçesinde ileri sürülen hususların
oylamanın sonucunu etkileyecek nitelikte olduğunu ispatlayacak açık ve
yeterli delil bulunmadığı gibi bu usulsüzlük iddialarının oylama
çoğunluğunun sağlanıp sağlanmadığı konusunda dikkate alınması gereken
ikinci tur oylamalarda gerçekleştiği de belirlenemediğinden oylamanın
Anayasa’ya aykırı bir şekilde yapıldığı söylenemez. Bu nedenle iptal
isteminin reddi gerekir.
C- 5982 Sayılı
Kanun’un İvedilikle Görüşülememe Koşulu Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı
Sorunu
Dava dilekçesinde,
5982 sayılı Kanun’un TBMM Genel Kurulunda ikinci görüşmeleri sırasında
maddelerle ilgili olarak siyasî parti gruplarına ve milletvekillerine
görüşlerini açıklama olanağı tanınmadığı ve sadece değişiklik önergelerinin
görüşülerek maddelerin oylandığı, bu nedenle Anayasa’nın öngördüğü biçimde
iki defa görüşme koşulunun gerçekleşmediği ileri sürülmüştür.
Anayasa’nın 148.
maddesinde Anayasa değişikliklerinin şekil denetiminin “teklif ve oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı
hususları ile sınırlı” olduğu belirtilmektedir. Ancak, Anayasa’nın 175.
maddesinde ivedilikle görüşme yasağından söz edilmemekte, “Anayasa’nın
değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür”
denilmektedir. Bu ilke, 1982 Anayasasının 175. maddesinin 1987 yılında
değiştirilmeden önceki ilk hâlinde ve 1961 Anayasası’nda, “Anayasa’nın
değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez” şeklinde
ifade edilmiştir.
Anayasa ve
İçtüzük’te ivedilikle görüşme kavramı tanımlanmamıştır. Ancak, 2 Mayıs 1927 tarihli eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Dâhili
Nizamnamesi’nin 99. ve 72. maddelerinin birlikte değerlendirilmesinden “ivedilik” teriminin, iki görüşme
yerine tek görüşme anlamına geldiği anlaşılmaktadır.
Sözkonusu İçtüzüğün 99. maddesi, kanun teklif ve tasarılarının iki defa görüşülmesi esasını düzenlerken, 72. maddesinde “Müstaceliyetine karar verilen
layiha veya teklifler yalnız bir defa müzakere olunur” hükmü yer
almıştır. “İvedilik” teriminin
eski İçtüzükte yer alan Arapça “müstaceliyet” sözcüğü yerine kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
ivedilik, bir kanun tasarısı veya teklifinin iki defa yerine
bir defa görüşülmesi anlamına gelmekte, ivedilikle görüşülememe yasağı da,
iki defa görüşme zorunluluğunu ifade etmektedir. Bu nedenle 148. maddede
belirtilen ivedilikle görüşme yasağının 175. maddede yer alan iki kez
görüşme yükümlülüğü olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa değişikliği
tekliflerinin iki defa görüşülmesinin nasıl olacağı Anayasa’da
düzenlenmediğinden görüşmelerin İçtüzük hükümlerine göre yürütülmesi
gerektiği açıktır.
Anayasa
değişikliklerinin görüşülmesi yöntemini düzenleyen İçtüzüğün 93.
maddesinde, “Anayasa değişiklik teklifleri, diğer kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesindeki usule tabidir. Ancak, bu teklifler Genel
Kurulda iki defa görüşülür.
İkinci görüşmeye,
birinci görüşmenin bitiminden kırksekiz saat geçmeden başlanamaz.
İkinci görüşmede,
yalnızca maddeler üzerinde verilmiş olan değişiklik önergeleri görüşülür,
birinci görüşmede üzerinde değişiklik teklifi bulunmayan bir madde hakkında
ikinci görüşmede önerge verilemez”
hükmü yer almaktadır. Bu kural gereğince, diğer kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesindeki usule tâbi olan birinci görüşmede, İçtüzüğün
81. maddesi uyarınca, önce Anayasa değişikliği teklifinin tümünün
görüşülerek maddelere geçilip geçilmeyeceği oylanacak ve maddelere
geçilmesinin kabulü halinde, her maddenin tek tek görüşülerek oylanmasından
sonra birinci görüşme tamamlanmış olacak, en az kırk sekiz saat geçtikten
sonra başlanabilecek ikinci görüşmede, artık tekrar teklifin tamamı için görüşme
açılamayacak, sadece maddeler üzerinde verilmiş olan değişiklik önergeleri
görüşülerek oylanacaktır. Maddeler üzerindeki oylamaların tamamlanmasından
sonra, teklifin tümü üzerinde yapılacak oylamayla Anayasa değişikliklerinin
görüşülmesi tamamlanmış olacaktır.
Anayasa’nın 175.
maddesinde Anayasa değişikliklerinin her iki görüşmesinin aynı şekilde
yapılmasını zorunlu tutan bir hüküm bulunmamaktadır. Aksine Cumhuriyet
tarihi boyunca yasaların ve Anayasaların iki kez görüşülmesini öngören
İçtüzük hükümlerinde (1927 tarihli Dahili Nizamname’nin 107. maddesi “ikinci
müzakerede layiha ve teklifin heyeti umumiyesi hakkında müzakere cereyan
etmez. Bu müzakerede ancak tadil teklifleri üzerinde müzakere cereyan eder.”,
1963 tarihli Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğü’nün 75. maddesi “İkinci
görüşmede tasarı ve tekliflerin tümü üzerinde konuşulamaz. Ancak, tadil
teklifleri üzerinde görüşülebilir.” ve 1973 tarihli Millet Meclisi
İçtüzüğü’nün 91. maddesi “ikinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde
verilmiş değişiklik önergeleri görüşülür”) ikinci görüşmenin mevcut
İçtüzüğün 93. maddesinde belirtilen usule göre düzenlendiği
anlaşılmaktadır.
Nitekim, Anayasa
Mahkemesi 15.4.1975 tarihli ve E:1973/19, K:
1975/87 sayılı kararında “Anayasanın 155. maddesinin ikinci fıkrasının
‘Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü,
birinci fıkradaki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü
hakkındaki hükümlere tabidir.’ hükmüne göre, aynı maddenin birinci
fıkrasında yer alan ‘Anayasanın değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazı ile teklif
edilebilir. Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle
görüşülemez. Değiştirme teklifinin kabulü, Meclislerin ayrı ayrı üye
tamsayılarının üçte iki çoğunluğunun oyu ile mümkündür.’ biçimindeki
kuralların, özel bir değiştirme yöntemini saptayan ayrıklı kurallar” olduğuna
karar vermiş ve “Anayasa, kanunların görüşülmesi için öngörülen genel
yöntem ilkesini, Anayasa değişiklikleri için de benimsemiş olduğundan, 155.
maddedeki biçim koşulları, Anayasa’nın 85. maddesindeki sözü geçen İçtüzük
kurallarına göre de ayrıklı” olduğundan bahisle “Anayasa
değişikliklerinde, Anayasa’nın 155. maddesindeki özel ve ayrıklı yönteme
ters düşen içtüzük hükümlerinin uygulanamayacağı”na hükmetmiştir.
Anayasa Mahkemesinin
bu kararında benimsediği yaklaşım 1982 Anayasası için de geçerlidir. 175.
maddenin birinci fıkrasında yer alan, teklif çoğunluğu, iki kez görüşülme
koşulu ve kabul çoğunluğu Anayasa değişikliklerini diğer kanunlardan ayıran
şekli unsurlar olup, ikinci görüşmede kanunların görüşülmesine ilişkin
hükümlerin uygulanması mümkün değildir. İki kez görüşülme koşulu bakımından
uygulanacak hüküm kanunların görüşülmesine ilişkin genel hüküm
niteliğindeki İçtüzüğün 81. maddesi değil, Anayasa değişikliklerine ilişkin
özel hüküm olan İçtüzüğün 93. maddesidir.
Yasama belgelerinin
incelenmesinden 5982 sayılı Kanun’un ikinci görüşmelerinin İçtüzüğün 93.
maddesine uygun olarak gerçekleştiği anlaşıldığından ivedilikle görüşmeme
yükümlülüğüne aykırılık görülmemiştir. İptal isteminin reddi gerekir. Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN ve Şevket APALAK bu görüşe katılmamışlardır.
D- 5982 Sayılı
Kanun’un Amacı Yönünden Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu
Dava dilekçesinde, 5982 sayılı
Yasa’nın toplumun beklentileri doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir reform
olmadığı, İktidar Partisi tarafından, sivil toplum örgütlerinin, ilgili
meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, konuyla ilgili bilim insanlarının
ve siyasi partilerin katkısı alınmadan, görüş ve önerileri de göz ardı
edilerek ve bir uzlaşma arayışına girilmeksizin hazırlandığı, bu süreçte
anayasal kurumların görüşünün alınmadığı, bu nedenle değişikliğin bir
dayatmaya, bir parti metnine dönüştüğü ileri sürülerek Yasa’nın amacının
kamu yararı değil, parti güdümünde yargı organları yaratmak olduğu bu
nedenle amacı bakımından Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa’nın 148.
maddesinde Anayasa değişikliklerinin esas yönünden denetimine yer
verilmediği gibi, bunların biçim yönünden denetimleri de, teklif ve oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı
hususları ile sınırlı tutulmuştur. İptal istemi bu sınırlı sebeplerden
herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece davanın dinlenmesi olanağı
yoktur. Dava dilekçesinde ileri sürülen hususlar Anayasa’nın 148. ve
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 21.
maddelerinde sayılı ve sınırlı olarak belirlenen şekil bozukluklarından
değildir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle iptal
isteminin reddi gerekir.
E-
5982 Sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. Maddelerinin
Anayasa’nın 4. Maddesinde Öngörülen Teklif Yasağı Kapsamında İncelenmesinin
Anayasa Mahkemesinin Yetkisinde Olup Olmadığı Ön Sorunu
Dava dilekçesinde, 5982 Sayılı
Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin, Anayasa’nın 4.
maddesinde düzenlenen teklif edilemezlik kuralına aykırı olarak teklif
edilmek suretiyle Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ve
başlangıcında yer alan kuvvetler ayrılığı ilkelerini ihlâl ettikleri
iddiasıyla iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istenmiştir.
Anayasa’nın 175. maddesi Anayasa’yı
değiştirme yetkisinin TBMM’ye ait olduğunu, Meclisin bu yetkisini üye
tamsayısının üçte bir çoğunluğunun yazılı teklifi ve en az beşte üç
çoğunluğunun kabul oyuyla kullanabileceğini öngörmektedir.
Ulus egemenliğine dayalı bir anayasal
düzende bütün devlet yetkilerinin kaynağı Anayasa olduğundan tali kurucu
iktidarın Anayasa’yı değiştirme yetkisini Anayasa’ya aykırı bir şekilde
kullanması mümkün değildir. Bu durum, Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan “hiçbir
kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz” hükmüyle normatif geçerlilik kazanmıştır. Anayasa koyucu
“hiçbir kimse ya da organ”dan söz ettiğine göre, kurulu bir organ olarak
tali kurucu iktidarın da sistem dışı yetki kullanımının hukuksal açıdan
geçerli olmayacağının kabulü gerekir.
Anayasa’nın 175. maddesine göre
Anayasa’yı değiştirme yetkisi TBMM’ne tanınmıştır. Bu yetkinin Anayasa’nın
öngördüğü yöntemlerle ve Anayasa’ya uygun olarak kullanılacağı kuşkusuzdur.
Yasama organı bu yetkisini 175. maddede belirtilen yöntemle kullanırken,
yetkinin her şeyden önce asli kurucu iktidar tarafından kullanılmasına izin
verilen bir yetki olması gerekir.
Anayasa’nın 4. maddesinde “Anayasanın
1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm
ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi
hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” denilmek
suretiyle, 175. maddede belirlenen yetkinin kullanılamayacağı, kullanılsa
dahi hukuken geçerli olamayacağı alanlar açıkça belirlenmiştir.
Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen
teklif ve oylama çoğunluğuna uyulmaksızın gerçekleştirilecek bir Anayasa
değişikliği hukuken geçerli olamayacağı gibi, değiştirilmesi teklif
edilemeyecek bir Anayasa kuralına yönelik değişiklik teklifi de yasama
organının yetkisi kapsamında bulunmadığından hukuksal geçerlilik kazanamaz.
Anayasa değişikliklerinin yukarıda
belirtilen Anayasa normlarının bütünlüğünden doğan ve Anayasa’nın ilk üç
maddesinde somutlaşan temel tercihe uygun olması gerekir. Bu çerçevede
Anayasa’nın yetki normu olan 175. maddesi, bu yetkinin sınırını çizen 4.
maddesi ve bu sınırların dışına taşan yetki kullanımının hukuksal
müeyyidesini belirleme yetkisini öngören 148. maddesinin birlikte
değerlendirilmesi zorunludur.
Anayasa’nın 175. maddesine göre
kullanılacak Anayasa’yı değiştirme yetkisinin, hukuksal geçerlilik ve
etkinlik kazanabilmesi için Anayasa’nın 4. maddesinde teklif edilemez
olarak belirlenen hükümlere ilişkin olmaması, teklif ve oylama çoğunluğuna
uyularak ve nihayetinde ivedi görüşme yasağı ihlal edilmeden kullanılmış
olması gerekir. Teklif edilebilir olmayan bir Anayasa değişikliğinin 148.
maddenin ikinci fıkrasında öngörülen teklif çoğunluğu koşulunu yerine
getirmiş olması, hukuken geçersiz nitelikteki bir yasama tasarrufunun sırf
sayısal çokluğun gücüyle geçerli kılınmasının gerekçesi olamaz. Zira,
kurulu iktidar olan yasama organının işlem ve eylemlerinin geçerliliği,
aslî kurucu iktidarın öngördüğü anayasal sınırlar içinde kalması koşuluna
bağlıdır.
Anayasa Mahkemesi 5.6.2008 tarihli ve
E:2008/16, K:2008/116 sayılı kararında Anayasa’nın 148. maddesindeki,
Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin “teklif ... şartına uyulup
uyulmadığı” hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hükmün, “geçerli
teklif” koşulunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak yapılacak bir
denetimi de içereceğine karar vermiştir.
Kurucu iktidarın siyasal düzene
ilişkin temel tercihi Anayasa’nın ilk üç maddesinde, bunun somut
yansımaları ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç
maddenin güvencesi olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik
özelliğine sahiptir. Bu durumda, Anayasa’nın 4. maddesi dâhil olmak üzere
her bir maddede yapılacak değişikliklerin siyasal düzende değişikliklere ve
kurucu iktidarın yarattığı anayasal düzende dönüşümlere yol açması
mümkündür. O halde Anayasa’nın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle
Anayasa’nın 4. maddesinin yasama organı için çizdiği sınırların aşılma
olasılığı gözardı edilemez.
Anayasa’nın ilk üç maddesinde
değişiklik öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan
değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran
herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün
olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun
olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır. Anayasa
değişikliklerinin içerik yönünden denetimi, değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez ilkelerin doğrudan ya da dolaylı olarak
ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı veya içeriklerinin boşaltılarak anlamsız
hâle getirilip getirilmediğine yönelik ve bununla sınırlı bir denetim
olması gerekir.
Açıklanan nedenlerle Anayasa
Mahkemesinin, 5982 sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26.
maddeleriyle Anayasa’da yapılan değişikliklerin, Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini değiştiren ya da etkisizleştirerek
anlamsızlaştıran bir nitelik taşıyıp taşımadığını inceleyebileceğinin ve bu
nitelikte olduğuna karar vermesi halinde bu hükümleri Anayasa’nın 4.
maddesindeki teklif yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğinin kabulü
gerekir.
Haşim KILIÇ, Engin YILDIRIM ve Nuri
NECİPOĞLU bu görüşe katılmamışlardır. Serruh KALELİ yukarıdaki görüşe
farklı gerekçeyle katılmamıştır.
F- 5982 Sayılı Kanun’un 8. Maddesi
Yönünden İnceleme
5982 sayılı
Yasa’nın 8. maddesi ile Anayasa’nın 74. maddesinde değişiklik yapılarak,
idarenin işleyişine ilişkin şikâyetleri incelemek üzere Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı’na bağlı Kamu Denetçiliği Kurumu oluşturulmakta
ve Kamu Başdenetçisinin seçim usulü düzenlenmektedir.
Dava dilekçesinde
şikâyetleri incelemekle görevli bir idari kurumun TBMM Başkanlığı’na
bağlanmasının, yasamanın bu Kurumun işlevleri bakımından yürütme üzerinde
üstünlük kazanması anlamına geleceği ve Anayasa’nın Başlangıcında
belirtilen kuvvetler ayrılığı ilkesi ile bağdaşmayacağı, ayrıca Kamu
Başdenetçisinin seçim yönteminin bu durumu daha da güçlendirdiği, kurumun
yapısı ve işleyişine ilişkin diğer konuların düzenlenmesinin yasaya
bırakılmış olması nedeniyle belirsizlik doğduğu ve bu durumun hukuk devleti
ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasacılık
düşüncesi ve sınırlı devlet ilkesinin bir unsuru olarak kuvvetler ayrılığı
ilkesi genellikle hukuk devleti ilkesi ile ilişkilendirilmektedir. Esasen
hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri anayasacılık düşüncesinin iki
farklı yüzüdür. Bu düşünce, devlet iktidarının temel hak ve özgürlükler
lehine sınırlandırılması amacına ulaşmak için iki temel enstrüman
öngörmüştür. Bunlardan birincisi devlet iktidarının farklı organlar
arasında paylaştırılması yoluyla kötüye kullanılmasını engellemeyi
amaçlayan kuvvetler ayrılığı, diğeri ise devlet yetkilerinin
kullanılmasının hukuka bağlanması yoluyla yönetimde keyfiliğin sona
erdirilmesini amaçlayan hukuk devleti ilkesidir.
Günümüzde kuvvetler
ayrılığı bir taraftan hükümet sistemlerinin tanımlanmasının bir aracı
olarak kullanılmakta, diğer taraftan ise farklı devlet organları arasında
bir kontrol ve denge sistemi olarak görülmektedir. Yasama ve yürütme
arasındaki ilişkilerin doğasına bakılarak hükümet sistemleri, sert
kuvvetler ayrılığı (Başkanlık) sistemleri ve yumuşak kuvvetler ayrılığı
(Parlamenter Hükümet) sistemleri şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bir de her
iki sistemin bazı özelliklerini içinde barındıran yarı başkanlık
sisteminden söz edilmektedir.
Kuvvetler ayrılığı
ilkesinin tek bir anlamı ve uygulama biçimi olmadığından her ülkenin özgün
tarihsel ve siyasal koşullarına bağlı olarak farklı uygulamaların ortaya
çıkması doğaldır. Bu farklı tercihlerden birisinin, diğerlerine göre üstün
tutulması söz konusu değildir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi Anayasalarımızda
farklı şekillerde düzenlenmiştir. 1924 Anayasası “kuvvetler birliği,
fonksiyonlar ayrılığı” sistemini benimsemişken, 1961 Anayasası klasik
parlamenter sistemi benimsemiş, 1982 Anayasası ise yürütmenin
güçlendirilmesine dayalı rasyonelleştirilmiş parlamenter sistemi
benimsemiştir.
Anayasa’nın
Başlangıcının dördüncü paragrafında kuvvetler ayrılığının “… Devlet
organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet
yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir
işbölümü ve işbirliği olduğu” ifade edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi
de çeşitli kararlarında kuvvetler ayrılığının “devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetkilerinin
kullanılmasıyla sınırlı bir işbölümü ve işbirliği olduğu, üstünlüğün ancak
Anayasa ve yasalarda bulunduğu” (K.T. 20.5.1997, E: 1997/36, K:
1997/52; K.T. 12.12.1996, E:1996/64, K:1996/47; K.T. 4.7.1995, E: 1995/35,
K: 1995/26) ve bu ilkenin “sadece yasama, yürütme ve yargı işlevlerinin
ayrı organlara verilmesini değil, bazen tek bir kuvvetin çeşitli organlar
arasında bölüşülebilmesini de içerebileceğine” (K.T. 1.6.2005,
E:2004/60, K:2005/33) karar vermiştir.
Bu nedenle
demokratik sistemi ortadan kaldıran ve bütün yetkileri tek elde toplayan
veya diğer organları bir organın kontrolü altına alan bir sistem
öngörülmedikçe kuvvetler ayrılığı ilkesinin anlamsız hale getirildiği ya da
ortadan kaldırıldığı söylenemez.
Hukuk devleti
ilkesi, özünde yönetimin hukukla bağlılığı, yöneticilerin şahsi ve keyfi
iradesinin değil, hukukun hâkim olması anlamına gelmektedir. Devlet adına
yetki kullananların yetkilerini hukuktan almaları ve hukuka uygun olarak
kullanmaları yoluyla tüm bireylerin aynı muameleye tâbi tutulması, keyfi
farklı uygulamaların önüne geçilmesi ve böylece birey haklarının güvence
altında olacağı düşüncesi hukuk devleti kavramını ortaya çıkarmıştır. Hukuk
devletinden söz edebilmek için genel, soyut, önceden bilinebilir,
anlaşılabilir ve istikrarlı kurallardan oluşan bir hukuk düzeni mevcut
olmalı ve hukuk kuralları, yönetilenler kadar siyasi iktidarı kullanan
devlet organlarını ve yöneticilerini de bağlamalıdır.
Anayasa Mahkemesi, çeşitli
kararlarında hukuk devletini “eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık devlet” şeklinde tanımlamıştır.
Hukuk devletinin somut uygulamasında
farklı hukuk devleti anlayışları ve farklı devlet uygulamalarının ortaya
çıkması kaçınılmazdır. Bundan dolayı anayasa koyucunun hukuk devleti
ilkesinin nasıl hayata geçirileceğini belirleme konusunda geniş bir takdir
yetkisine sahip olması doğaldır. Bu nedenle hukuk devleti ilkesinin ortadan
kaldırılmasından ya da anlamsız hale getirilmesinden söz edebilmek için,
devlet organlarının hukuka bağlılığı ilkesini veya bunun kurumsal
güvencelerini ortadan kaldıran bir değişikliğin yapılmış olması gerekir.
Yoksa anayasa koyucunun farklı hukuk devleti uygulama modellerinden
herhangi birisine yönelik tercihinin yerindeliğine ilişkin yargısal denetim
yetkisi bulunduğu söylenemez.
Bu çerçevede temel işlevi kamu
yönetiminin şeffaflaşması ve bireylerin temel haklarına saygı göstermesine
katkıda bulunmak suretiyle hukuk devletinin güçlenmesini sağlamak olan
ombudsman ya da kamu denetçiliği kurumu, Avrupa demokrasilerinin temel kurumlarından
birisi haline gelmiştir.
Kamu gücünü kullanan makamların
işlemleriyle ilgili olarak vatandaşların şikâyetlerini incelemekle görevli
bağımsız bir kurum olan kamu denetçiliğinin, kendine ulaşan şikâyetlerle
ilgili olarak hukuka ve hakkaniyete uygunluk açısından inceleme yaparak
ulaştığı sonuçları ilgili kurumlara bildirmesi ve gerekli tedbirlerin
alınmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Böyle bir kurumun oluşturulmasının
hukuk devletini ortadan kaldırdığı ya da içini boşaltarak
anlamsızlaştırdığı söylenemez.
Diğer taraftan, parlamenter
sistemlerde parlamentoların temel işlevlerinden birisi yürütme organını
denetlemektir. Nitekim Anayasa’nın 98 ilâ 99. ve 100. maddelerinde bu
denetim yöntemleri düzenlenmiştir. Yürütme organı yalnızca Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulundan oluşan siyasi yürütmeden ibaret olmayıp, idare geniş
anlamda yürütmenin bir parçasıdır. Siyaset için zaten var olan denetim
yetkisinin idareyi de kapsayacak şekilde genişletilerek idarenin
işlemlerinin hukuka uygunluğunu sağlayacak yeni bir mekanizma
oluşturulmasının kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırması ya da
anlamsız hale getirmesi söz konusu olamaz.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi,
Anayasa’nın başlangıcında belirtildiği gibi, devlet organları arasında
işbölümü ve medeni bir işbirliği anlamına gelip organların karşılıklı
olarak birbirlerini dengelemeleri esasına dayanır. Yürütmenin yasama
tarafından denetlenmesi de bu ilkenin somutlaştırılması anlamına gelir. O
nedenle kamu denetçiliği kurumunun kurulması kuvvetler ayrılığı ilkesine
aykırı değildir.
Öte yandan, dava dilekçesinde Kamu
Başdenetçisinin seçimine ilişkin öngörülen usulün hukuk devleti ve
kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülmüşse de, farklı
seçim usullerinden herhangi birisinin tercih edilmesi kurucu iktidarın
takdir yetkisi içinde olduğundan, bu hükümde somutlaşan tercihin kuvvetler
ayrılığı ilkesini ortadan kaldırdığı söylenemez.
Kurumun yapısı ve kamu denetçilerinin
seçimi gibi hususların düzenlenmesinin kanuna bırakılmasında hukuk devleti
ilkesini değiştiren bir yön bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle iptal isteminin reddi
gerekir.
G- 5982 Sayılı Kanun’un 14.
Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 14. maddesi,
Anayasa’nın 144. maddesinde değişiklik yaparak adalet hizmetleri ile
savcıların idarî görevleri yönünden denetiminin adalet müfettişleri ile
hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler tarafından denetleneceğini
hükme bağlamaktadır.
Dava dilekçesinde, bu düzenlemenin
savcıların denetimini Adalet Bakanlığına bağlı adalet müfettişleri ile iç
denetçilere vermekle bu kişileri Adalet Bakanlığına bağımlı hâle getirdiği
bunun ise hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkeleriyle bağdaşmayacağı
ileri sürülmüştür.
5982 sayılı Yasa’yla getirilen
düzenlemeyle hâkim ve savcıların görevlerini mevzuata uygun olarak yapıp
yapmadıklarının denetimi ile suç soruşturmalarının ya da disiplin
incelemelerinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından atanacak ve
Kurula bağlı olarak çalışacak olan Kurul müfettişleri tarafından yapılması
öngörülmüştür. Bu maddede düzenlenen husus ise gerekçesinde de belirtildiği
gibi yargısal nitelikteki işlemlerin dışında kalan ve Adalet Bakanlığının
görevleri arasında yer alan cezaevleri, icra ve iflas daireleri, noterler
veya mahkemelerin mali işleri gibi diğer konulardaki işlemlerin denetiminin
Adalet Bakanlığına bağlı adalet müfettişlerince yerine getirilmesidir.
Adalet Bakanlığının yetki alanına giren ve herhangi bir şekilde yargısal
nitelik taşımayan konulara ilişkin denetim görevinin adalet müfettişleri ya
da iç denetçiler tarafından yerine getirilmesinin kuvvetler ayrılığı ve
hukuk devleti ilkelerini ortadan kaldırdığı ya da anlamsız hâle getirdiği
söylenemez. Bu nedenle iptal isteminin reddi gerekir.
H- 5982 Sayılı Kanun’un 16.
Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesiyle
Anayasa’nın 146. maddesi değiştirilerek Anayasa Mahkemesinin yapısı yeniden
düzenlenmiştir. Buna göre, Mahkemenin üye sayısı onyedi’ye çıkarılmış,
yedek üyelik kaldırılmış, üyelerden üçünün Türkiye Büyük Millet Meclisince
Sayıştay ve Baro Başkanları tarafından gösterilen adaylar arasından; on
dört üyenin dördünün doğrudan, onunun da Yargıtay (üç üye), Danıştay (iki
üye), Askeri Yargıtay (bir üye), Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (bir üye) ve
Yükseköğretim Kurulu (üç üye) tarafından gösterilecek adaylar arasından
Cumhurbaşkanınca seçilmesi öngörülmüştür. Ayrıca adayların kendi
kurumlarındaki seçim usulü de, her üyenin tek adaya oy vermesi ilkesi
çerçevesinde yeniden düzenlenmiştir.
Dava dilekçesinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanınca Anayasa Mahkemesine üye seçilmesinin,
parlamenter sistemin özellikleri ve Cumhurbaşkanının seçim yöntemi dikkate
alındığında, Mahkeme’nin yasama ve yürütmenin etkisi altına girmesi
sonucunu doğurabileceği, bu nedenle Anayasa’nın başlangıcında yer alan
kuvvetler ayrılığı ve 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca, kurumlardan aday gösterme sürecinde
uygulanacak olan, her üyenin tek adaya oy vermesini öngören seçim usulünün
demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülerek
değiştirilen 146. maddenin ilk dört fıkrasının iptali istenmiştir.
1- Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin
İlk Üç Fıkrası Yönünden
5982 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile
değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin iptali istenilen ilk üç fıkrasında
“Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden
kurulur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri
arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise
baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday
içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının
üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci
oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday
için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye
seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı; üç
üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri
arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi
hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan
yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında
görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört
üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve
savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi
raportörleri arasından seçer.”denilmektedir.
Karşılaştırmalı hukuka ve ülkemizin
tarihsel tecrübesine bakıldığında, temel hakların ve hukuk devletinin
güvencesi olan anayasa mahkemelerinin yapıları, yetkileri, işleyişi, üye
seçimi ve üyelerin niteliklerine ilişkin olarak çok farklı düzenlemelerin
olduğu görülmektedir. 1961 Anayasasının 145. maddesinde Anayasa
Mahkemesinin onbeş üyesinden beşinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (üç üye
Millet Meclisi, iki üye Cumhuriyet Senatosu) tarafından seçilmesi
öngörülmüştür. Karşılaştırmalı hukuka bakıldığında, anayasa mahkemesi
üyelerinin bazı ülkelerde tamamının, bazı ülkelerde ise büyük çoğunluğunun
parlamentolar tarafından seçildiği görülmektedir. Anayasa mahkemesi
üyelerinin seçimine parlamentoların ya da diğer seçilmiş organların
katılmasının bu kurumun demokratik meşruiyeti açısından büyük önem taşıdığı
kabul edilmektedir.
Bu çerçevede anayasa mahkemesi
üyelerinin hangi organlar tarafından ve hangi esaslara göre seçileceğinin
belirlenmesi önemli ölçüde ülkenin tarihsel ve siyasal koşullarına göre
kurucu iktidarın takdirinde olan bir durumdur. Bu düzenlemede öngörülen
Anayasa Mahkemesinin üye yapısı, üyelerin geldiği kaynaklar ve üyelerin
atanması usulüne ilişkin düzenlemeler tali kurucu iktidarın takdir yetkisi
içinde kaldığından ve hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini
anlamsızlaştıran ya da ortadan kaldıran değişiklikler olmadığından iptal
isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe maddenin birinci fıkrası
yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Zehra Ayla PERKTAŞ, ikinci ve üçüncü
fıkraları yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ve Zehra Ayla
PERKTAŞ katılmamışlardır.
2- Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin Dördüncü Fıkrasının Birinci
Tümcesinde Yer Alan “… bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; …” ve
İkinci Tümcesinde Yer Alan “… de her bir baro başkanı ancak bir aday için
oy kullanabilir ve …” İbareleri Yönünden
5982 sayılı Yasa ile değiştirilen
Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü fıkrasında Yargıtay, Danıştay, Askeri
Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yüksek Öğretim Kurulu ve
Baro Başkanları tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday seçiminde her
üyenin ya da her Baro Başkanının yalnızca bir aday adayına oy vermesinin
öngörülmesi, üç adayın belirleneceği seçimlerde her üyeye yalnızca bir aday
adayına oy verme hakkı tanınması suretiyle diğer iki adayın seçiminde oy
kullanılamaması sonucunu doğurmaktadır. Böyle bir düzenleme seçilecek diğer
adaylar açısından seçmenlerin oy kullanma hakkını ortadan kaldırmaktadır.
Buna göre, bazı adaylar açısından
seçmenlere oy kullanma hakkı tanınmayarak sonuçları seçmen iradesini
yansıtmaktan uzak olan bir seçim usulünün demokratik olmadığında kuşku
yoktur. Seçmen iradesinin gerçek anlamda oya yansımasını sınırlayan böylece
oy kullananların iradesini olumsuz yönde etkileyen bu düzenlemenin hukuk
devletinin temel öğesi olan bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını da
engelleyeceği açıktır.
Bu
nedenle 5982 sayılı Yasa ile değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin
dördüncü fıkrasının birinci tümcesinde yer alan “… bir üye ancak bir aday
için oy kullanabilir; …” ibaresi ile ikinci tümcesinde yer alan “… de her
bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve …” ibaresi
demokratik hukuk devleti ilkesini etkisiz hale getireceğinden iptali
gerekir.
3-
Anayasanın Değiştirilen 146. Maddesinin
Dördüncü Fıkrasının Kalan Bölümü Yönünden
Yukarıda
belirtilen ibarelerin iptalinden sonra dördüncü fıkranın kalan bölümü
şöyledir:
“Yargıtay, Danıştay,
Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları
ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek
için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, en fazla oy alan üç kişi
aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından
gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde en fazla oy alan üç kişi aday
gösterilmiş sayılır.”
Buna
göre, fıkrada sayılan kurumlarca Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmek üzere
Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Cumhurbaşkanına gönderilecek üç adayın ne
şekilde seçileceğinin yöntemi düzenlenmektedir. Bir üst bölümde, her üyenin
sadece tek aday adayına oy vermesini öngören kısıtlama iptal edilerek
ortadan kaldırıldığından, her üyenin ya da baro başkanının seçilecek aday
sayısı kadar aday adayına oy vermeleri olanaklı hâle gelmektedir. Üç aday
için tercih hakkı kullanılarak yapılacak seçimlerde salt çoğunluk da
aranmayacağından en çok oy alan üç aday Cumhurbaşkanı ya da Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulacaktır.
Yukarıda
belirtilen ibarelerin iptali ile seçimlerde iradeyi yansıtan oy hakkının
tam olarak kullanılmasının önünde herhangi bir engel kalmadığından dördüncü
fıkranın kalan bölümünün demokratik hukuk devleti ilkesini değiştirici
nitelikte olduğu söylenemez. Anayasa’ya aykırı olmayan ve bu haliyle
uygulanmasında herhangi bir sorun bulunmayan kurala ilişkin iptal isteminin
reddi gerekir.
Bu görüşe
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve
Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır.
I- 5982 Sayılı Kanun’un 19.
Maddesi Yönünden İnceleme
5982
sayılı Yasa’nın 19. maddesi ile Anayasa’nın 149. maddesi değiştirilerek
Anayasa Mahkemesinin çalışma ve yargılama usulü yeniden düzenlenmiştir.
Buna göre Anayasa Mahkemesinin iki bölüm ve genel kurul halinde çalışması
öngörülmektedir.
Dava
dilekçesinde, 149. maddenin birinci fıkrasında yer alan “Bölümler ve
Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” cümlesinde katılanların
mı yoksa üye tamsayısının mı salt çoğunluğu gerektiği belirtilmediğinden
düzenlemenin belirsiz olduğu, ayrıca maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Anayasa
değişikliklerinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet
yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya
katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır.” hükmünün parti
kapatılmasını ve Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerine aykırı Anayasa
değişikliklerinin iptalini zorlaştırması nedenleriyle düzenlemenin
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
5982 sayılı Yasa’nın 19. maddesi ile
değiştirilen Anayasa’nın 149. maddesinin birinci fıkrasında bölümlerin
Başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanması
öngörülmüştür. Bölümler her zaman beş üye ile toplanacak ve bunların salt
çoğunluğu ile karar verecektir. Genel Kurul ise Başkan ya da belirleyeceği
Başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üyenin katılımıyla toplanacaktır.
En az onüç veya üstü sayılarla yapılan toplantılarda olağan olarak karar
yeter sayısının toplantıya katılanların salt çoğunluğu olacağı açıktır. Bu,
üçüncü fıkrada yer alan nitelikli çoğunlukla alınacak kararlara ilişkin
düzenlemeden de anlaşılmaktadır. Nitelikli çoğunluk gerektiren kararlarda
bile toplantıya katılanlar dikkate alınacağına göre, diğer kararlar
bakımından da toplantıya katılanların salt çoğunluğunun aranması doğal
olduğundan herhangi bir belirsizlik sözkonusu değildir.
Bu nedenle 149. maddenin birinci
fıkrasında yer alan “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt
çoğunlukla alır.” cümlesi hukuk devleti ilkesini ortadan kaldıran ya da
anlamsızlaştıran bir değişiklik içermemektedir.
Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin
belli konularda nitelikli oy çokluğu ile karar vermesi tali kurucu
iktidarın takdir yetkisi içindedir ve hukuk sistemimizde eskiden de bu
nitelikte hükümler yer almıştır. Nitekim, 149. maddenin ilk hâlinde Anayasa
değişikliklerinin iptali üçte iki nitelikli çoğunluğun oyu ile mümkünken,
2001 yılında yapılan değişiklikle siyasi parti kapatma kararları da
nitelikli çoğunluğun oyuna tabi tutulmuş, fakat nitelikli çoğunluk üçte
ikiden, beşte üçe indirilmiştir. Bazı kararların nitelikli çoğunluğun oyu
ile alınabilmesi anayasa koyucunun o konuya verdiği önemden
kaynaklanmaktadır. Anayasa değişikliklerinin iptali ya da bir siyasi
partinin kapatılmasının demokratik sistemin işleyişi açısından önemi ve
istisnai olarak başvurulabilecek tedbirler olmaları nedeniyle bunların
nasıl ve hangi koşullarda uygulanabileceğine ilişkin Anayasal düzenlemenin
hukuk devletini ortadan kaldırdığı, ya da anlamsız hâle getirdiği
söylenemez.
Bu nedenlerle iptal isteminin reddi
gerekir.
İ-
5982 Sayılı Yasa’nın 22. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesi,
Anayasa’nın 159. maddesini değiştirerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun (HSYK) yapısını yeniden düzenlemektedir. Buna göre, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulacağı ve görev
yapacağı belirtilen Kurul’un, yirmi iki asıl ve on iki yedek üyeden
oluşması ve üç daire halinde çalışması öngörülmüştür. Adalet Bakanının
Kurulun Başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarının ise Kurulun doğal üyesi
olması benimsenmiştir. Cumhurbaşkanına dört asıl üyeyi yargıç olmayanlar
arasından doğrudan seçme yetkisi tanınmmış, diğer üyelerin ise Yargıtay (üç
asıl, üç yedek), Danıştay (iki asıl, iki yedek), Türkiye Adalet Akademisi
(bir asıl, bir yedek), adli yargı hâkim ve savcıları (birinci sınıf adli
yargı hâkim ve savcıları arasından yedi asıl, dört yedek) ve idari yargı
hâkim ve savcıları (birinci sınıf idari yargı hâkim ve savcıları arasından
üç asıl, iki yedek) tarafından doğrudan seçilmesi öngörülmüştür. Ayrıca
Kurulun kendi sekreteryası kurulmakta ve Teftiş Kurulu, Kurula
bağlanmaktadır.
Dava dilekçesinde;
- Adalet Bakanının Kurul Başkanı ve
Adalet Bakanlığı Müsteşarının kurulun doğal üyesi olmasının yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı olduğu, bunun Anayasa’nın 2.
maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu,
-159. maddenin üçüncü fıkrasında
Cumhurbaşkanına Kurula üye seçme yetkisi verilmesinin Cumhurbaşkanının
seçim usulü de dikkate alındığında Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk
devleti ve Başlangıçta yer alan kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı olduğu
belirtilerek Adalet Bakanı ve Müsteşarının yanı sıra Cumhurbaşkanının
atadığı 4 üye ve Adalet Akademisinden seçilen üyelerin de yürütmenin etkisi
altında olacağı bu nedenle hükmün Anayasa’ya aykırı olduğu,
- 159. maddenin dördüncü ve beşinci
fıkralarında yer alan Kurul üyelerinin seçim usulünün, özellikle seçimlerde
her üyenin sadece bir adaya oy verebilmesi esasının adil olmadığı bu
nedenle hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu,
- 159. maddenin altıncı fıkrasında
Kurul’un asıl üyeleri için getirilen başka görev alma yasağının yedek
üyeler için getirilmediği bu nedenle hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı
ilkelerine aykırı olduğu,
- 159. maddenin yedinci fıkrasında
yer alan Kurul’un yönetimi ve temsilinin Kurul Başkanına ait olduğu, Kurul
Başkanının dairelerin çalışmalarına katılamayacağı, başkanvekili seçimi ve
Başkanın bazı yetkilerini Başkanvekiline devredebileceğine ilişkin
düzenlenmelerin yargı bağımsızlığına dolayısıyla da hukuk devleti ilkesine
aykırı olduğu,
- 159. maddenin sekizinci fıkrasında
yer alan Kurulun görevlerine ilişkin düzenlemenin diğer fıkralara ilişkin
Anayasaya aykırılık gerekçeleriyle Anayasa’ya aykırı olduğu,
- 159. maddenin dokuzuncu ve onuncu
fıkralarında hâkim ve savcıların görevlerini hukuka uygun yapıp
yapmadıkları ve görev sırasında suç işleyip işlemedikleri hakkında inceleme
ve denetimin ilgili dairenin teklifi ve Kurul Başkanının izniyle Kurul
müfettişlerince yapılmasını ve Kurul kararlarına karşı meslekten çıkarma
cezasına ilişkin olanlar dışında yargı yolunun kapatılmasını öngören
kuralların kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu,
- 159. maddenin onbirinci fıkrasında,
Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulmasını öngören ve Genel Sekreterin
seçim usulünü düzenleyen hükmün Kurulun yapısına ilişkin Anayasa’ya
aykırılıklar nedeniyle Anayasa’ya aykırı olduğu,
- 159. maddenin onikinci fıkrasında,
Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya
sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini
ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri atama yetkisinin,
muvafakatlerini alarak Adalet Bakanına ait olduğunu öngören düzenlenmenin
yürütmeyi yargı karşısında daha da güçlendirdiği ve kuvvetler ayrılığı
ilkesine aykırı olduğu,
- 159. maddenin onüçüncü fıkrasında,
kanunla düzenlenecek hususlara ilişkin hükmün, Kurulun yapısına dair
Anayasa’ya aykırılıklar nedeniyle Anayasa’ya aykırı olduğu,
ileri sürülmüştür.
1- Anayasa’nın Değiştirilen 159. Maddesinin
İkinci, Dördüncü, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu, Onuncu,
Onbirinci, Onikinci, Onüçüncü Fıkraları Yönünden
Hukuk devleti ilkesinin temel
bileşenlerinden birisi olan yargı bağımsızlığını sağlamak amacıyla yargıç
ve savcıların özlük, tayin, terfi ve disiplin işlerini yürütmek üzere
bağımsız idari kurullar (Yüksek Yargı Konseyleri) oluşturulması Güney
Avrupa demokrasilerinin yerleşik geleneklerinden birisidir. Türkiye de 1961
Anayasası’ndan beri bu geleneğe dâhil olmuştur. Ancak Yüksek Yargı
Konseylerinin oluşumuna bakıldığında her ülkede farklı modellerin
benimsendiği görülmektedir. Bazı ülkelerde sadece yargıçların bu kurulların
üyesi olduğu, bazı ülkelerde ise yargıç olmayan hatta hukukçu olmayan
üyelerin bulunduğu, bazı ülkelerde yargı içinden ya da yürütmeden doğal
üyelerin bulunduğu, üye seçimlerinde genellikle yargıçlara rol verildiği,
ancak parlamentolara ya da devlet başkanlarına da üye seçme yetkisinin
tanındığı görülmektedir. Yargıç üyelerin genellikle tüm yargıçları temsil
edecek şekilde ilk derece mahkemeleri, istinaf mahkemeleri ve yüksek
mahkemelerde çalışan yargıçlar arasından seçildiği anlaşılmaktadır.
Avrupa Yargıçları Danışma Konseyinin
“Toplumun Hizmetinde Yargı Konseyleri” üzerine 2007 tarihli 10. No’lu
görüşünde, bu kurulların yapısının her durumda yargı bağımsızlığını
güvenceye alacak ve görevlerini etkin biçimde yerine getirmesine izin
verecek bir şekilde olması, üyelerin tamamının ya da çoğunluğunun
yargıçlardan oluşması, yargıç üyelerin kendi meslektaşları tarafından
seçilmesi, kurulların karma yapılı olması halinde mesleki dayanışma ve
kayırmacılığın önlenebileceği ve farklı toplumsal taleplerin temsiline
imkân vereceği ancak bu durumda da yasamanın ya da yürütmenin kontrolünde
bir kurul yapılanmasından kaçınılması gerektiği vurgulanmıştır.
1961 Anayasası’nın 143. maddesinin
ilk halinde Yüksek Hâkimler Kurulu’nun onsekiz asıl ve beş yedek üyeden
oluşması öngörülmüş ve asıl üyelerden altısının Yargıtay, altısının birinci
sınıfa ayrılmış hâkimlerce kendi aralarından ve üçer üyesinin de yüksek
mahkemelerde hâkimlik etmiş ya da bunlara üye olma şartlarını kazanmış
kimseler arasından Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosunca salt çoğunlukla
seçilmesi öngörülmüştür. 1971 değişikliğinden sonra ise Yüksek Hâkimler
Kurulu’nun üyelerinin tamamının Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri
arasından seçtiği onbir asıl ve üç yedek üyeden oluşması benimsenmiştir.
1982 Anayasası ise Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının doğal üye
olduğu ve üç asıl üç yedek üyenin Yargıtay, iki asıl iki yedek üyenin ise
Danıştay tarafından gösterilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca
seçildiği yedi asıl üyeli mevcut yapıyı getirmiştir.
Buna göre hukuk devleti ve yargı
bağımsızlığı ilkeleri belli somut bir kurul yapısını gerektirmemekte, Kurulun
yargı bağımsızlığını ihlal etmediği sürece çok farklı modellerde
tasarlanmasına olanak tanımaktadır. Bu farklı modellerden hangisinin
benimseneceği tali kurucu iktidarın takdir yetkisi içindedir. Yasama
organının tercihinin yerindeliğinin yargısal denetim konusu olması mümkün
değildir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’nun yapısıyla ilgili olarak 5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesiyle
yapılan yeni düzenlemeyle Kurulun üye sayısının artırıldığı, seçim
tabanının genişletildiği, Kurul üyelerinin büyük çoğunluğunun yargıçlar
tarafından doğrudan seçilmesinin kabul edildiği, Kurul’un kendi
sekreteryasına kavuşturulduğu ve Teftiş Kurulunun Kurul’a bağlandığı
böylece özerk yapısının güçlendirildiği görülmektedir. Cumhurbaşkanının
Kurula üye atama yetkisinin sınırlandırıldığı, Adalet Bakanı’nın dairelerin
çalışmasına katılmasının yasaklandığı, Bakan’ın Teftiş Kurulu üzerindeki
mutlak kontrolünün kaldırıldığı, böylece yürütmenin Kurul üzerindeki
etkisinin belli ölçüde azaltıldığı anlaşılmaktadır. Kurul’un kararlarının
kısmen de olsa yargı denetimine açılmasının hukuk devletinin
güçlendirilmesine yönelik bir adım olduğu görülmektedir.
Bu nedenle, sözkonusu hükümlerin
yargı bağımsızlığını dolayısıyla hukuk devleti ilkesini ortadan kaldırdığı
ya da içini boşaltarak anlamsız hale getirdiği söylenemez. İptal isteminin
reddi gerekir.
Bu
görüşlere, değiştirilen, 159. maddenin;
-
ikinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK
ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
-
dördüncü fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
-
altıncı fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
-
yedinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet
ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
-
sekizinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
-
dokuzuncu fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
-
onuncu fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
-
onbirinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
-
onikinci ve onüçüncü fıkraları yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
katılmamışlardır.
2- Anayasa’nın Değiştirilen 159.
Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Üçüncü Tümcesinde Yer Alan “…iktisat ve
siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …” İbareleri Yönünden
5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle
değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesinin üçüncü fıkrasında Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu düzenlenmektedir. Üçüncü fıkranın üçüncü
tümcesinde Kurulun dört üyesinin yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat
ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe
yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca seçileceği hükme
bağlanmıştır.
Hukukçu öğretim üyeleri ile
Avukatların yargı ile doğrudan ilişkileri, yargının işleyişinden
kaynaklanan sorunların belli ölçüde onları da etkilemesi ve yargının
işleyişi konularındaki bilgi birikimleri nedeniyle Kurulun çalışmalarına
katkı yapacağı düşünülebilir ise de yargının işleyişi ve yargı teşkilatı
ile herhangi bir şekilde ilişkisi olmayan ve yargının işleyişi, yargının ve
yargıçların sorunları ve yargısal görevlerin yerine getirilmesinde
gözetilmesi gereken yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı gibi ilkeler
hakkında yeterli ilgi, bilgi ve tecrübeye sahip olmayan iktisat ve siyasal
bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile üst kademe
yöneticilerinin hâkim ve savcıların atama, tayin, terfi disiplin gibi özlük
işlerinden sorumlu bir kurulda görev almaları yargı bağımsızlığı ve hâkimlik
teminatı ilkelerini ihlal edip, hukuk devleti ilkesini zedeler
niteliktedir.
Bu nedenle Anayasa’nın değiştirilen
159. maddesinin üçüncü fıkrasının üçüncü tümcesinde yer alan “…iktisat ve
siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …” ibarelerinin iptali
gerekir.
3- Anayasa’nın Değiştirilen 159.
Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Kalan Bölümleri Yönünden
Yukarıda belirtilen ibarelerin
iptalinden sonra üçüncü fıkranın kalan bölümü şöyledir:
“Kurulun Başkanı
Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı
Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi,
nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında
görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç
asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca,
iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel
Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel
Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci
sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî
yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç
asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı
gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından
idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten
üyeler yeniden seçilebilir.”
Yargı bağımsızlığı ve hâkimlik
teminatı ilkeleri ortadan kaldırılmadıkça Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun yapısı, üye sayısı, üyelerin seçileceği kaynaklar ve nitelikleri
konusunda tali kurucu iktidar takdir alanına sahiptir ve bu tercihin
yerindeliğinin denetlenmesi Anayasanın 148. maddesinde öngörülen
denetlenebilir hususlardan değildir. Hukuk devletini zedeleyen unsurların
iptalinden sonra Cumhurbaşkanı, bu hükme göre kendisine tanınan dört üyeyi
seçme yetkisini yüksek öğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan
öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçim yapmak suretiyle
kullanabilecektir.
Anayasa’ya aykırı olmayan ve bu
haliyle uygulanmasında herhangi bir sorun bulunmayan kurala ilişkin iptal
isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ
katılmamışlardır.
4- Anayasa’nın Değiştirilen 159.
Maddesinin Beşinci Fıkrasının Birinci Tümcesinde Yer Alan “… ancak bir aday
için …” İbaresi Yönünden
5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle
değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesinin beşinci fıkrasında Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi ile
birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları tarafından Kurul
üyelerinin doğrudan seçilmesi öngörülmektedir. Ancak bu seçimlerde her
seçmenin ancak bir aday için oy kullanması esası getirilmiştir. Buna göre,
Yargıtay Genel Kurulunca seçilecek üç asıl üç yedek olmak üzere toplam altı
Kurul üyesi için her Yargıtay üyesi yalnızca bir adaya oy verebilecektir.
Bu durumda her Yargıtay üyesi altı kurul üyesinden yalnızca birisi için oy
kullanabilecek, diğerlerinin seçimine iradesi yansımayacaktır. Aynı durum,
Danıştay tarafından seçilecek iki asıl, iki yedek; Türkiye Adalet Akademisi
tarafından seçilecek bir asıl, bir yedek; adli yargı hâkim ve savcıları
tarafından seçilecek yedi asıl, dört yedek ve idari yargı hâkim ve
savcıları tarafından seçilecek üç asıl, iki yedek üyenin seçimleri için de
geçerlidir.
Buna göre, bazı adaylar açısından
seçmenlere oy kullanma hakkı tanınmayarak sonuçları seçmen iradesini
yansıtmaktan uzak olan bir seçim usulünün demokratik olmadığında kuşku
yoktur. Seçmen iradesinin gerçek anlamda oya yansımasını sınırlayan böylece
oy kullananların iradesini olumsuz yönde etkileyen bu düzenlemenin hukuk
devletinin temel öğesi olan bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını da
engelleyeceği açıktır.
Bu
nedenle 5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 159.
maddesinin beşinci fıkrasının, birinci tümcesinde yer alan “ … ancak bir
aday için …” ibaresinin iptali gerekir.
5- Anayasa’nın Değiştirilen 159.
Maddesinin Beşinci Fıkrasının Kalan Bölümleri Yönünden
Yukarıda belirtilen ibarenin
iptalinden sonra beşinci fıkranın kalan bölümü şöyledir:
”Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet
Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin,
birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek
Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının oy kullanacağı seçimlerde, en
fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler
her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.”
Yukarıda
belirtilen ibarenin iptali ile her seçmenin sadece tek adaya oy vermesini
öngören kısıtlama ortadan kalktığından, bu fıkra hükmüne göre her üyenin
seçilecek üye sayısı kadar, adaya oy vermesi mümkün hale gelmiştir. Bu
şekilde yapılacak oylamada Örneğin, Adli yargı hâkim ve savcıları yedi asıl
dört yedek olmak üzere toplam onbir üye seçme hakkına sahip olduğundan her
hâkim ve savcı bir turda tamamlanacak seçimde onbir aday için oy
kullanabilecek, en çok oy alan onbir kişi sırasıyla asıl ve yedek
üyeliklere seçilecektir. Böylelikle her seçmenin seçilecek üye sayısı kadar
adaya oy vermesi suretiyle yapılacak seçimlerde seçmenlerin oy hakkına
saygı gösterilmiş ve seçmenlerin yeterli onayını almış adayların Kurul
üyeliğine seçilmesi sağlanmış, dolayısıyla temsildeki adaletsizlik
giderilmiş olacaktır. Böyle bir seçim usulünün demokratik hukuk devleti
ilkesine aykırı olmadığı açıktır. Anayasa’ya aykırı olmayan ve bu haliyle
uygulanmasında herhangi bir sorun bulunmayan kurala ilişkin iptal isteminin
reddi gerekir.
Bu
görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket
APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ katılmamışlardır.
J-
5982 sayılı Yasa’nın 25. maddesi Yönünden İnceleme
5982
sayılı Yasa’nın 25. maddesi Anayasa’ya Geçici 18. ve 19. maddeler olmak
üzere iki yeni geçici madde eklenmesini öngörmektedir. Bu maddelerde
Anayasa Mahkemesinin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeni yapısına
geçişin nasıl olacağı düzenlenmiştir.
Dava
dilekçesinde yukarıda Anayasa Mahkemesinin ve HSYK’nın yeni yapısını
düzenleyen hükümlere ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddiaları bu geçiş
hükümleri yönünden de tekrarlanmıştır.
1-
Yasa’nın 25. Maddesi İle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 18 Yönünden
5982
sayılı Yasa’nın 16. maddesinin dördüncü fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerindeki ibarelere ilişkin iptal gerekçeleriyle 5982 sayılı Yasa’nın
25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 18’in üçüncü fıkrasının (a)
ve (b) bentlerinin, son tümcelerinde bulunan “… ancak bir aday için…”
ibarelerinin iptali gerekir.
Geçici
18. maddenin birinci, ikinci, dördüncü ve beşinci fıkraları, üçüncü
fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin iptalden sonra kalan bölümleri ile (c) ve
(ç) bentlerinde yer alan düzenlemelerin, 5982 sayılı Yasa’nın 16. maddesi
için belirtilen gerekçelerle iptal isteminin reddi gerekir.
Bu
görüşlere, Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 18’in;
-
birinci ve ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının, (a) ve (b) bentlerinin,
birinci, ikinci ve üçüncü tümceleri yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
-
üçüncü fıkrasının, (a) ve (b) bentlerinin son tümcelerinin kalan bölümleri
yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket
APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
-
üçüncü fıkrasının (c) bendi yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
-
üçüncü fıkrasının (ç) bendi yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK
ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
-
dördüncü fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ve Zehra
Ayla PERKTAŞ,
-beşinci
fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
katılmamışlardır.
2-
Yasa’nın 25. Maddesi İle Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 19 Yönünden
Yasa’nın
22. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarında iptal edilen ibarelere
ilişkin gerekçelerle Yasa’nın 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici
Madde 19’un birinci fıkrasının, (a) bendinin, birinci tümcesinde yer alan
“… iktisat ve siyasal bilimler…” ve “… üst kademe yöneticileri…” ibareleri
ile ikinci tümcesi, ayrıca Geçici Madde 19’un birinci fıkrasının (b), (c)
ve (ç) bentlerinin son tümcelerinde yer alan “… sadece bir aday için…”
ibareleri ve (d) bendinin, “Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için
oy kullanabilir.” biçimindeki onbirinci tümcesinin iptali gerekir.
Geçici
19. Maddenin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinin
iptalden sonra kalan bölümleri ve (e) bendi, ikinci, üçüncü, dördüncü
fıkraları, altıncı fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentleri ile yedinci ve
sekizinci fıkralarında yer alan düzenlemelere ilişkin iptal istemlerinin,
Yasa’nın 22. maddesi için belirtilen gerekçeler çerçevesinde reddi gerekir.
Bu
görüşlere, Yasa’nın 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un;
-
birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin kalan bölümü yönünden
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ve
Zehra Ayla PERKTAŞ,
- birinci
fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin ilk dört tümceleri yönünden Osman
Alifeyyaz PAKSÜT,
-
birinci fıkrasının (b), (c) ve (ç) bentlerinin son tümcelerinin kalan
bölümleri yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet
ERTEN, Şevket APALAK ve Zehra Ayla PERKTAŞ,
-
birinci fıkrasının (d) bendinin kalan bölümleri ile (e) bendi yönünden
Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
-
ikinci, üçüncü, dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c), (ç)
bendleri ve yedinci, sekizinci fıkraları yönünden Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
katılmamışlardır.
K-
Yasa’nın 26. Maddesi Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 26. maddesi
yürürlük hükmüdür ve Yasa’nın halkoylamasına sunulması hâlinde tümüyle
oylanmasını hükme bağlamaktadır.
Dava dilekçesinde, 5982 sayılı
Kanun’da konu bakımından birbiri ile ilgisiz pek çok madde yer aldığı ve
bunların tümünün birlikte oylamaya sunulmasının, halkoylamasına katılacak
vatandaşların iradelerini tam anlamıyla oylarına yansıtmalarını
engelleyeceği, beğenmedikleri hükümler için ayrı ayrı ret, beğendikleri
hükümler için yine ayrı ayrı kabul oyu vermek imkânını tanımayacağı bu
nedenle Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan demokratik devlet ilkesine
aykırılık oluşturduğu ileri sürülmüştür.
Anayasanın 175. maddesinde Anayasa
değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında bu Kanunun
halkoylamasına sunulması halinde, Anayasanın değiştirilen hükümlerinden
hangilerinin birlikte, hangilerinin ayrı ayrı oylanacağına karar verme
yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine verildiğinden halkoyuna sunulma
biçimini gösteren dava konusu kural Anayasa değişikliğine ilişkin 5982
sayılı Yasa’nın ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasa’nın açıkça parlamentoya
verdiği bir yetkinin somut kullanılış biçiminin yerinde olup olmadığının
denetlenmesi Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesine tanınan
yetkiler arasında bulunmamaktadır. Bu nedenle iptal isteminin Anayasa
Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ve Şevket APALAK katılmamışlardır.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
7.5.2010
günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptali istenen kimi hükümlerinin YÜRÜRLÜĞÜNÜN
DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE
7.7.2010 gününde karar verildi.
VI- SONUÇ
7.5.2010
günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un;
A- Anayasa teklifi olarak veriliş biçimi
ile Anayasa Komisyonu’ndaki görüşme şekline ilişkin iptal isteminin,
Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
kabulüne ilişkin oylamalarda gizliliğin ihlal edildiğine ilişkin iddialar
yönünden, Anayasa’ya aykırılık bulunmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
C- İvedilikle görüşülmeme koşuluna
uyulmadığı iddiası yönünden Anayasa’ya aykırılık bulunmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN ile Şevket
APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
D- Amacı bakımından Anayasa’ya aykırılık
iddialarının incelenmesi isteminin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği
nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 8. maddesiyle, 7.11.1982 günlü, 2709
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 74. maddesinin; değiştirilen kenar
başlığında ve eklenen üçüncü fıkrasındaki “… ve kamu denetçisine başvurma
…” ibareleri ile dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının, Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F-
14. maddesiyle
değiştirilen, Anayasa’nın 144. maddesinin, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G- 16. maddesiyle değiştirilen,
Anayasa’nın 146. maddesinin;
1- Birinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT
ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- Üçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- Dördüncü fıkrasının;
a- Birinci tümcesinde yer alan “… bir üye
ancak bir aday için oy kullanabilir; …” ibaresinin,
b- İkinci tümcesinde yer alan “… de her
bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve …” ibaresinin,
Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
c- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
H-
19. maddesiyle
değiştirilen, Anayasa’nın 149. maddesinin, birinci fıkrasının “Bölümler ve
Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.” biçimindeki dördüncü
tümcesi ile üçüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
I-
22. maddesiyle
değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin;
1- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Üçüncü fıkrasının;
a- Üçüncü tümcesinde yer alan “…iktisat ve
siyasal bilimler …” ve “… üst kademe yöneticileri …” ibarelerinin
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- Dördüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- Beşinci fıkrasının;
a- Birinci tümcesinde yer alan “ … ancak
bir aday için …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
b- Birinci tümcesinin kalan bölümü
ile ikinci tümcesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK
ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
5- Altıncı fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
6- Yedinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
7-
Sekizinci fıkrasının,
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
8- Dokuzuncu fıkrasının, Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla
PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
9-
Onuncu fıkrasının,
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
10- Onbirinci fıkrasının, Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla
PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
11- Onikinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
12- Onüçüncü fıkrasının, Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
İ- 25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen
Geçici Madde 18’in;
1- Birinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- Üçüncü fıkrasının,
a- (a) ve (b) bentlerinin,
aa- Birinci, ikinci ve üçüncü
tümcelerinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
bb- Son tümcelerinde bulunan “… ancak bir
aday için…” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
cc- Son tümcelerinin kalan bölümlerinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra
Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- (c) bendinin, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- (ç) bendinin, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- Dördüncü fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
5- Beşinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
J- 25. maddesiyle Anayasa’ya
eklenen Geçici Madde 19’un;
1- Birinci fıkrasının,
a- (a) bendinin,
aa- Birinci tümcesinde yer alan “… iktisat
ve siyasal bilimler…” ve “… üst kademe yöneticileri…” ibareleri ile ikinci
tümcesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
bb- Birinci tümcesinin kalan
bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK
ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- (b), (c) ve (ç) bentlerinin,
aa- İlk dört tümcelerinin, Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
bb- Son tümcelerinde yer alan “… sadece bir
aday için…” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
cc- Son tümcelerinin kalan bölümlerinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra
Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- (d) bendinin,
aa- “ Bu seçimlerde her seçmen sadece bir
aday için oy kullanabilir.” biçimindeki onbirinci tümcesinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
bb- Kalan bölümlerinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
d- (e) bendinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci, üçüncü, dördüncü fıkraları ile
altıncı fıkrasının (b), (c), (ç) bentleri ve yedinci, sekizinci
fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
K- 26. maddesinde yer alan “… ve
halkoyuna sunulması halinde tümüyle…” ibaresinin Anayasa’ya aykırılık
savlarının incelenmesi isteminin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisizliği
nedeniyle REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN ile Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
7.7.2010
gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket APALAK
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Özet: Halkın oyuna sunulan
bir Anayasa değişikliğinin esas denetimini ancak Millet yapar.
Çoğunluk görüşünde, Anayasa değişikliklerinde
“teklif edilebilir nitelikte bir Anayasa teklifinin var olması”
gerektiğini, bunun teklif çoğunluğundan önce aranan bir şart olduğunu,
teklif edilebilir nitelikte olup olmadığının tesbitinin ise ancak işin
esasına girilerek anlaşılabileceği belirtilmektedirler. Başka bir anlatımla
Anayasa değişikliklerinin, Anayasal normlarının bütünlüğünden doğan ve
Anayasa’nın ilk üç maddesinde somutlaşan temel tercihe uygun olması
gerektiği, bu sınırların dışına taşan yetki kullanımının müeyyidesinin 148.
maddede öngörüldüğü belirtilmektedir.
Anayasa’nın 148. maddesi,
Anayasa değişikliklerinin denetlenmesine ilişkin tek Anayasa kuralıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerine ilişkin başkaca hiçbir maddede
buna ilişkin bir ifadeye yer verilmemiştir. Bu nedenle, Anayasa
değişikliklerinin hangi yöntemle olursa olsun esastan denetim sonucunu
doğuracak bir incelemeye tabi tutulması mümkün değildir.
Şekil denetimi ise “teklif
çoğunluğu” ve “oylama çoğunluğu”nun bulunup bulunmadığı “ivedilikle
görüşülemeyeceği” şartına uyulup uyulmadığıyla sınırlı olarak yapılan bir
denetimdir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi
E.2007/72, K.2007/68 sayılı kararında aynen: “… Kabul edilen yasa,
Anayasa hükmü haline gelir ve esas yönünden denetimi olanaksız olup, şekil
yönünden ise 148. maddede belirtilen çerçeve içinde denetlenebilir.
Yapılacak iptal başvurusu, yasalar ve içtüzük yönünden altmış gün, şekil
yönünden ise on günle sınırlı tutulmuştur. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, olağan
yasalar ve içtüzük değişikliklerinde salt çoğunlukla karar verebilirken,
Anayasa değişikliklerinde iptale karar verebilmesi nitelikli çoğunluk
koşuluna bağlanmıştır.” Bir önceki kararda da “Anayasanın 148.
maddesinde, Anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesine tanınan denetim
yetkisi, teklif, oylama çoğunluğu ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına
uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlanmıştır. Esas yönünden denetime
olanak tanınmadığı gibi 148. maddede tüketici biçimde sayılan koşulların
dışında şekil yönünden denetim yapılması olanaksızdır.” ifadeleriyle
hukuksal durumu somutlaştırmıştır.
Mahkememiz 148. maddeye ek
yaparak “yasak bir teklif”in olup olmadığı yönünden yeni bir şekil şartı
öngörmüş ve buradan açtığı yolla Anayasa değişikliklerini esastan
incelemiştir.
Çoğunluk görüşünde; asli
kurucu iktidarın önceki Anayasalarla bağlı olmaksızın yarattığı yeni
Anayasa, temel düzen normu haline geldiği andan itibaren, tüm Anayasal
kurum ve kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline geldiği, Anayasa’nın
öngördüğü ve öğretide kurulu iktidar olarak tanımlanan yasama, yürütme,
yargı organları ile bunların alt birimlerinin asli kurucu iktidarın
yarattığı “hukuksal otorite”nin sınırları içinde hareket etmelerinin, işlem
ve eylemlerinin hukuksal geçerlilik kazanabilmesinin ön koşulu olduğu,
Anayasa’nın 6. maddesinde “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” dendiği, kurulu bir organ
olarak yasama organının da sistem dışı yetki kullanımının hukuksal açıdan
geçerli olmayacağının kabulü gerektiği belirtilmiştir. Ancak bunun yasama
organı gibi “kurulu” bir iktidar olan Anayasa Mahkemesi için de evleviyetle
geçerli olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Anayasa’nın 6. maddesinde hiçbir
kimse veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetki kullanamayacağı
ifade edilirken veya 11. madde uyarınca Anayasa kurallarının yasama,
yürütme ve yargı organları ile tüm idare makamlarını bağlayıcı temel
kurallar olduğu belirtilirken, Anayasa Mahkemesi bunlardan istisna
edilmemiştir. Bir denetim organı olarak da Anayasa Mahkemesi ulusun
onayladığı Anayasa’nın somut kuralları çerçevesinde kurulmuş, Anayasa’ya ve
ulusa karşı sorumluluk bilinci içinde görev yapmak zorunda olan bir
Anayasal organdır. Anayasa’nın çizdiği sınırlar içinde yetki kullanması,
Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının da hukuksal açıdan geçerli olmasının
önkoşuludur. Anayasakoyucunun öngördüğü hukuk devleti ilkesi, yalnızca
hukuk kuralı koyan iktidarların değil, bu kuralları uygulayan ve yorumlayan
kurumların da Anayasal çerçeve içinde kalmaları gerektiğini göstermektedir.
Bir denetim organı olan
Anayasa Mahkemesi’nin, hukuk dışına çıktığı iddia edilen otoriteleri
denetlerken, bu denetim yetkisinin hukuka uygunluğu konusunda tüm
kuşkulardan arınma zorunluluğu vardır. Anayasal sınırları aşarak denetime
başladığı yerde, denetlenen otoritelerden herhangi bir farkı kalmaz. Hukuk
düzeni dışına çıkan otoriteyle aynı kaderi paylaşmaktan kurtulamaz.
Denetimin meşruiyeti denetleyen organın hukuksal meşruiyet sınırları içinde
hareket etmesine bağlıdır.
Çoğunluk, Anayasa’nın 175.
maddesine göre Anayasa’yı değiştirme yetkisinin TBMM’ne tanındığını,
kaynağı Anayasa olan bu yetkinin Anayasa’nın öngördüğü yöntemlerle ve
Anayasa’ya uygun olarak kullanılacağını kabul etmektedir. Ayrıca bir yetki
sorununu öne çıkararak, yetkinin geçerliliğini asli kurucu iktidar
tarafından izin verilen bir alanda kullanılmasına bağlayarak, Anayasa
değişikliklerinin sıradan bir yasa gibi denetlenebileceğini düşünmektedir.
Bu düşünceye katılmak olanaksızdır. Anayasa’nın Anayasa’yı değiştirme
yetkisine çizdiği sınırlar, hiçbir yoruma gerek duyulmayacak açıklıktadır.
Bunlar ilk üç maddenin değiştirilemezliği ile değişikliğin 175. maddede
belirtilen usullerle yapılması zorunluluğu olarak belirlenmiş
bulunmaktadır. Dolayısıyla Anayasa’ya uygun olarak kullanılacak bu
yetkinin, Anayasa’nın ilk üç maddesi dışındaki her maddede değişiklik yapma
olanağı verdiği açıktır. Kurucu iktidar yetkisini daraltacak olan, ancak ve
ancak yine bir kurucu iktidar olabilir. Anayasa Mahkemesi’nin ise kurucu
iktidarın çizdiği hukuksal sınırlar dışına çıkması durumunda kurucu iktidar
yerine geçeceği kaçınılmazdır.
Çoğunluk görüşü, kurucu
iktidar ile ilgili isabetli açıklamaların ardından vahim bir hataya
düşmekte, kanun yapan yasama organı ile Anayasa’yı değiştiren tali kurucu
iktidar arasındaki farkı görmezden gelmektedir. Aynı organ tarafından
gerçekleştirilmiş olmakla birlikte ikisinin hem nicelik, hem de nitelik
olarak birbirinden farklı bir işlevi olduğu, Anayasa hukukunun temel
bilgilerindendir. Yasama ve Anayasa’yı değiştirme işlevi TBMM tarafından
yerine getirilirken, ilki Anayasa’nın 96. maddesi uyarınca Anayasa’nın
hiçbir maddesine aykırı olmamak koşuluyla basit çoğunlukla ve Anayasal
değer ve etkisi bulunmayan “yasa” koyma işlevi iken, diğeri Anayasa’nın
yalnızca ilk üç maddesini değiştirmemek koşuluyla, nitelikli çoğunlukla ve
Anayasal değer ve etkisi olan Anayasa Mahkemesi dahil tüm kurum ve
kuruluşları bağlayıcı “Anayasayı değiştirme” işlevidir.
Bu gerçeğe karşın, yapılan
Anayasa değişikliğinin iptal edilmesinin olağan bir yasanın iptalinden
hiçbir farkı kalmamıştır. Demokratik bir ülkede, hukuksal
değerlendirmelerin dayanağı varsayımlar veya öznel kabuller değil,
demokratik süreçlerin ürünü olan hukuk kurallarıdır. 1982 Anayasası’nın
önceki tecrübeler nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin esas denetim yetkisini
yasaklayıp, şeklî denetim yetkisini çok daha ileri bir düzeyde sınırladığı
ortada iken, adeta bu süreç hiç yaşanmamış gibi, şekil denetiminin 1970’li
yıllarda yapıldığı gibi, başka adlar altında yeniden devreye sokulmasının
meşru bir temeli bulunmamaktadır. Sosyal ve siyasal yaşamın dinamizmine
uyum sağlamak amacıyla Anayasa’nın bütünlüğünü oluşturan normları
değiştirmek suretiyle Anayasal düzende dönüşümlere ve değişikliklere her
zaman gidilebilir. Anayasal normlar arasında hiyerarşik bir ilişki
kurulamaz. Anayasa’nın 2. maddesindeki soyut niteliklerin somutlaştırılması
diğer maddelerdeki düzenlemelerle mümkündür. İlkelere, bu somut
düzenlemelerle anlam kazandırılarak bütünlük sağlanır. Başka bir anlatımla
ilk üç maddenin dışındaki maddelerle değiştirilemez hükümlere dinamik bir
yapı kazandırılarak siyasal yapının temel tercihlerinin meşruiyet temelleri
güncelleştirilmiş olur. Değiştirilemez kurallar dinamik bir dönüşüme tabi
tutulmadığı takdirde tıkanan hukuksal yollar nedeniyle demokrasi dışı
girişimlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Çoğunluk görüşü, Anayasa’nın
gelecek kuşakların sorunlarına cevap verme olanağını ortadan kaldırmakla,
esasen kendisi değiştirilemez hükümleri işlevsiz hale getirmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin 1961
Anayasası döneminde Anayasa değişikliklerini iptal etmesi üzerine, 1971
Anayasa değişikliklerinde Anayasakoyucu, bu durumu, “kaynağını Anayasadan
almayan bir yetki kullanımı” olarak nitelemiş ve denetimin yalnızca
biçimsel unsurlar bakımından yapılabileceğini kabul etmiştir. Elbette
yapılan incelemede, sözkonusu iradenin Anayasakoyucu iradesi olduğu
saptandığı andan itibaren, tüm kurulu iktidarları bağlayan niteliğiyle
bunun esastan denetime tabi tutulması mümkün değildir.
Ancak, Anayasa
Mahkemesi’nin 1975 yılından başlayarak Anayasa değişikliklerinin esas
denetimini “biçimin esas yönünden incelenmesi” adı altında sürdürmesinin
ardından, 1982 Anayasası’nda Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisi 1971
Anayasası’nda öngörülenden öte sınırlamaya tabi tutulmuştur. 1982
Anayasası’nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesinin yalnızca biçim denetimi
yapabileceği bu denetimin ise (a) teklif çoğunlu, (b) oylama çoğunluğu ve
(c) ivedilikle görüşülme koşuluna uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlı
olduğu hiçbir farklı yoruma elvermeyecek açıklıkta vurgulanmıştır. Bu
düzenlemenin Anayasa Mahkemesi’nin esas denetimini hangi ad altında olursa
olsun yapmasını engellemek amacıyla kabul edildiği Danışma Meclisi
tutanaklarında yer almaktadır.
Nitekim 1982 Anayasası’nın
hazırlanması sırasında Danışma Meclisi’nde Anayasa Mahkemesi’nin denetim
yetkisine ilişkin maddesinin “Anayasa değişikliklerini ise sadece devlet
şeklinin değişmezliği ve şekil bakımından inceler ve denetler”
biçiminde değiştirilmesine yönelik önerge verilmiş, “ …Devlet şeklinin
Cumhuriyet olduğu ve bunun değiştirilemeyeceği ilkesinin de Anayasa
Mahkemesinin denetimine tabi tutulması yararlı olacaktır. Aksi halde bunun
bir müeyyidesi olmaz” ifadeleriyle gerekçelendirilmiş, ancak, “Eğer
devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu yolundaki hüküm değiştirilirse, o zaman
buna kim mani olacak?” sorusuna cevap veren bu önerge reddedilmiştir.
Anayasa Komisyonu başkanı ret gerekçesi olarak da “Sayın Genç
arkadaşımız müsterih olsunlar, biz kırkbeş milyon buna karşı koyarız”
ifadelerini kullanmıştır.
Kuşkusuz bu yaklaşım, halk
temsilcilerine isnat edilecek bir keyfilik karşısında duyulan çaresizliğin
değil, halkın demokratik seçimler sonucunda belirlediği temsilcilerinin
nitelikli çoğunluğunun demokrasi dışı bir talep ekseninde uzlaşmayacağına
yönelik derin bir inançtan beslenen saygının ifadesidir. Nitekim 1982
Anayasası’nın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana yapılan tüm Anayasa
değişikliklerine bakıldığında, Türkiye’deki halkın tercihinin daima
demokrasinin geliştirilmesi ve özgürlük alanlarının genişletilmesi yönünde
olduğu görülecektir. Bu da halkın ve onun demokratik temsilcilerinin özgür
iradeleriyle demokrasi dışı ve özgürlük karşıtı bir talep üzerine
uzlaşmayacağını kanıtlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin sınırlı sayıdaki üç
husus dışında herhangi bir denetim yetkisinin bulunmadığı bu tarihi
gelişmelerden de açıkça anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 4. maddesinde
ilk üç maddenin değiştirilmesi ya da değiştirilmesinin teklif edilmesi
yasaklanmıştır. Anayasa’nın 11. maddesinde yasaların Anayasa’ya aykırı
olamayacağı belirtilmiş olmasına karşın, Anayasa değişikliklerinin ilk üç
maddeye aykırı olamayacağına ilişkin herhangi bir kural öngörülmemiştir.
Anayasa’da değişiklik yapma
yetkisi tali kurucu iktidar sıfatıyla TBMM’ne verilmiştir. Bu yetki
kullanılırken, yetkinin asli sahibi olan halk karşısında azami sorumluluk
gereği halkın inanç, din, cinsiyet veya etnik köken değerlerinde bir ayrıma
gidilmeksizin yerine getirilmek zorunluluğu vardır. Yapılan Anayasa
değişikliklerinde parlamentonun (5/3, 2/3) şeklindeki çoğunluk koşulu
aranmasına rağmen, aşırı faraziyeler ve uç örnekler gösterilip TBMM’ne
duyulan güvensizlik üzerine yorumlar yapılarak kararlar kurgulanamaz.
Her biri diğerinden farklı,
çok yönlü talepleri bulunan bireylerin oluşturduğu ulusun ve onların
demokratik temsilcilerinin büyük bir çoğunluğunun demokrasi dışı bir talep
ekseninde birleşmesi muhtemel görülecekse, bu ihtimalin Egemenlik yetkisi
kullanan diğer kurum mensupları yönünden de geçerli olduğu kuşkusuzdur.
Anayasal demokrasilerde egemenliği kullanma yetkisi farklı organlar
arasında paylaştırılmış, ancak Anayasa’da bunlara gerekli sınırlar
çizilmiştir. Anayasal değerleri koruma adına değişikliklerin esastan
denetimine olanak tanınması Erk’ler arası dengenin bozulmasına ve bir
vesayetin doğması sonucuna yol açması kaçınılmazdır. TBMM’nin Anayasa’yı
değiştirme iradesi, mahkeme üyelerinin, sınırları belirsiz, sübjektif, her
an değişebilir nitelikli iç dünyalarındaki değerlerin vesayetine
bırakılamaz.
Anayasa’nın 2. maddesinde
yeralan; adalet anlayışı, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik,
sosyal, hukuk devleti gibi niteliklerin Anayasa’nın 2. madde dışındaki tüm
maddeleri ile yakından ilgisi olan kavramlar olduğu açıktır. Çoğunluk
görüşündeki kurgu’dan hareket edilirse yapılabilecek her türlü Anayasa
değişikliğinin belirtilen niteliklerle ilgisi nedeniyle onları
başkalaştırdığı, içini boşalttığı, işlevsiz kıldığı gibi hiçbir ölçüsü
olmayan sübjektif gerekçelerle Anayasa Mahkemesi’nin esas denetimine konu
olacağı tartışmasız bir gerçektir. Bu sonuç, halka ait Kurucululuk
yetkisinin üstlenilmesi yine halka ait olan egemenlik yetkisinin göz ardı
edilmesidir. Anayasa Mahkemesi kendi sınırlarını genişletmiş tali kurucu
iktidar yetkisini ise oldukça sınırlamıştır. Oysa, idari işlem, düzenleyici
işlem, yasama tasarrufu biçimindeki normlar hiyerarşisine uygun olarak
yukarı çıkıldıkça, işlem sahibi iradenin takdir yetkisi genişlemekte, buna
bağlı olarak denetim alanı da daralmaktadır. Bu, arkalarındaki demokratik
meşruiyetin genişlemesiyle de açıklanabilir. Bu nedenle Anayasa
değişikliklerinin denetiminde kurucu iktidarın takdir yetkisinin ileri
düzeyde geniş, denetim organının ise ileri düzeyde sınırlı olması beklenir
ki, 1982 Anayasasının üzerine kurulduğu sistemde buna işaret etmektedir.
Çoğunluk görüşü bu ilişkiyi tersine çevirerek siyasal işleyişi yargı
vesayetine bağlayarak ciddi bir sorun yaratmıştır.
Anayasakoyucunun tarihsel
deneyimlere dayanan açık tercihi karşısında çoğunluğun “geçerli teklif yönünden”
veya “esasın biçim yönünden incelenmesi” tarzındaki usullerle ulaşmaya
çalışılan sonucun, mantıken doğru kabul edilmesi mümkün değildir. Esas
denetim de zaten bundan başka bir şey değildir. Dolayısıyla Kurucu İktidar
Anayasa Mahkemesine esas denetim yetkisi vermiş olsaydı, zaten bundan
farklı bir sonuç ortaya çıkmayacaktı. Bu durumda “1982 Anayasası Anayasa
Mahkemesine neyi yasakladı” sorusu cevapsız kalmaya mahkum olmaktadır.
Bu nedenlerle söz konusu
denetimin Anayasal dayanağı yoktur.
Yaratılan “ÖNSORUN”
çoğunluk oyu ile aşıldığından sonraki aşamalarda oy kullanılması
zorunluluğu açıktır.
Başkan
Haşim KILIÇ
KARŞIOY YAZISI
5982 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun’un iptali istemiyle 110 milletvekili tarafından açılan dava sonucunda
Anayasa Mahkemesi çoğunluğunca verilen karara aşağıdaki nedenlerle
katılmıyorum:
I- Kanun Teklifinin TBMM
Genel Kurulunda Görüşülmesi Sırasında İvedilikle Görüşme Yasağına
Uyulmaması Nedeniyle Tümünün İptali İstemi Yönünden:
İptal başvurusunda,
Anayasa’nın 175. maddesinde Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki
tekliflerin iki defa görüşüleceğinin öngörüldüğü, ancak uygulamada ikinci
görüşmenin sadece maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergelerinin
görüşülmesi suretiyle gerçekleştirildiği, bunun Anayasa’nın emrettiği
anlamda iki kere görüşme demek olmadığı, ivedilikle görüşme yasağının ise
iki kere görüşme anlamına geldiğinde duraksama bulunmadığı, bu nedenle
Kanun’un tümüyle iptali gerektiği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 175.
maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde “Anayasanın değiştirilmesi
hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür” denilmektedir.
Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında, Anayasa Mahkemesi’nin
Anayasa değişiklikleri üzerinde yapacağı denetimin, “ … ivedilikle
görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı”nı da içerdiği öngörülmektedir.
Anayasadaki “ivedilikle görüşülememe” ve “iki defa görüşülme” kavramlarının
1927 tarihli TBMM İçtüzüğünde ve 5 Mart 1973 tarihli, 584 sayılı Meclis
kararı ile kabul edilen yürürlükteki İçtüzükte aynı anlamda kullanıldığı
açıktır. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin yapacağı denetime ilişkin 148.
maddede geçen ivedilikle görüşülememe yasağının, iki kere görüşme yapılıp
yapılmadığının denetimi olduğunda herhangi bir duraksama yoktur.
5982 sayılı Yasa’nın
ikinci görüşmesi, TBMM İçtüzüğü’nün 93. maddesine göre
gerçekleştirilmiştir. Buna göre, ikinci görüşmede yalnızca maddeler
üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri görüşülmüş, siyasi parti gruplarına
maddeler üzerinde söz verilmemiştir.
Anayasalar, temel hak ve
özgürlükleri düzenleyen ve bunları güvence altına alan, Devlet organlarının
görev ve yetkilerini düzenleyen, kalıcı nitelik taşıyan temel hukuk
belgeleridir. Bu nedenle Anayasalar değiştirilirken mümkün olan en geniş
tartışma ortamının sağlanması, yapılacak değişikliklerin yarar ve
sakıncalarının etraflıca değerlendirilmesi, olası yanlışlıkların önlenmesi
ve değişiklik yasalarının meşruiyet temelinin güçlendirilmesi amacıyla iki
kez görüşülme ilkesi kabul edilmiştir. Anayasa’nın 175. maddesinde açık ve
net biçimde, iki kez görüşme öngörülmüş, anayasa değişikliklerinin aynı
maddedeki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki
hükümlere tabi olacağı belirtilmiştir. Buna göre her iki görüşmenin de
İçtüzüğün 81. maddesindeki yöntemin tekrarlanması suretiyle yapılması
gerekir. Bu usule göre önce tasarı veya teklifin tümü hakkında görüşme
açılır, tasarı veya teklifin tümünün görüşülmesinden sonra soru-cevap
işlemi yapılır, tasarı veya teklifin maddelerine geçilmesi oylanır ve
nihayet tasarı veya teklifin tümü oylanır. 5982 sayılı Kanun’un görüşülmesi
sırasında buna uyulmamıştır.
Anayasaların pozitif
hukukta en üst norm olduğu, Parlamento İçtüzüğü’nün hükümlerinin Anayasa’ya
aykırı olamayacağı, Anayasa hükümlerin aksi yönde uygulama ve teamül
yoluyla değiştirilemeyeceği ve ortadan kaldırılamayacağı gözetildiğinde,
her ne kadar İçtüzüğün Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümleri
uygulanmış olsa da Anayasa’nın emrettiği anlamda iki kere görüşme
sağlanmamış ise, bu şekilde çıkan yasanın Anayasa’nın öngördüğü şekil
şartına uymadığının kabulü gerekir. Kaldı ki ikinci görüşmenin yalnızca
değişiklik önergelerinin görüşülmesi suretiyle yapılması şeklinde bir
parlamento teamülünün varlığından da söz edilemez. 1961 Anayasası ile iki
meclisli bir sistem öngörüldüğü ve anayasa değişiklikleri her iki mecliste
de ayrı ayrı görüşülerek kabul edildiği için, o dönemde yapılan anayasa
değişikliklerinde iki defa görüşme ilkesi tam olarak uygulanmış
bulunmaktaydı.
Diğer yandan, Anayasa’nın
iki defa görüşülme ilkesini koyduğu, ancak ikinci görüşmenin ne şekilde
yapılacağını Meclisin tercihine bıraktığı da ileri sürülemez. Birincisi ile
aynı olmayan bir şeyin ikinci kez gerçekleştiğini söylemek mantığa
aykırıdır. Bu nedenle Anayasa “iki defa” demişse, birincinin aynen tekrarı
olan bir şeyden bahsediliyor olması gerekir. Aksi takdirde, Anayasa’nın hem
bir kural koyup hem de buna uyulmasını ihtiyari hale getirdiğini yani
abesle iştigal ettiğini kabul etmek gerekir ki, buna da olanak yoktur.
Anayasa’nın bu konudaki
amacının saptanması bakımından Anayasa’nın Cumhurbaşkanına tanıdığı,
kanunların “bir daha görüşülmek üzere” TBMM’ne geri gönderebilme yetkisine
ilişkin 89. maddesinin de göz önünde tutulmasında yarar vardır. Parlamento
çoğunluğunca kabul edilse bile toplumda genel kabul görmeyeceği anlaşılan,
gerginlik ve kutuplaşmalara yol açma riski taşıyan veya kanun yapma tekniği
bakımından hatalı olan kanunların Cumhurbaşkanınca geri gönderilmesi
üzerine ikinci kez yapılan görüşmede, kanunun sadece bazı maddeleri geri
gönderilmiş olsa bile Meclisin kanunun tümünü yeniden görüşebileceği,
Anayasa’nın 89. maddesinden anlaşılmaktadır. Olağan yasalar dahi,
Cumhurbaşkanınca geri gönderilmeleri halinde İçtüzüğün 81. maddesindeki
usulle ikinci defa görüşülürken Anayasa değişikliklerinde Anayasa’nın 175.
maddesinin öngördüğü ikinci görüşmenin kısaltılmış bir usulle yapılması
İçtüzüğe uygun olsa bile Anayasa’ya uygun sayılamaz.
Daha önceki Anayasa
değişikliklerinde de izlenen İçtüzüğün 93. maddesindeki yöntemin,
Anayasa’nın 175. maddesinde açık ve yalın olarak emredilen iki kez görüşme
gereğini ortadan kaldırmayacağı yukarıda açıklanmıştır. Önceki Anayasa
değişiklikleri de her ne kadar Anayasa’da öngörülen şekil şartına uyulmadan
yapılmışlarsa da bunlara ilişkin iptal iddiası bulunmaması ve şekle dayalı
iptal davası açmak için Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında
belirtilen on günlük sürenin geçmesinden sonra iptal davası açılamayacağı
ve defi yoluyla da ileri sürülemeyeceği kuralı gereğince, bu değişiklikler
yine Anayasa’ya dayalı olarak geçerlilik kazanmışlardır. Yoksa, bunların
geçerliliği İçtüzüğün 93. maddesinden veya parlamento teamülünden
kaynaklanmamaktadır. 5982 sayılı Yasa’da durum önceki anayasa
değişikliklerinden farklı olup, 10 günlük Anayasal süre içinde iptal davası
açılmış ve iki kez görüşme gereğine uyulmaması nedeniyle Yasa’nın tümünün
iptali istenmiştir. Bu durumda iptal talebinin kabulü gerekirken reddi
yolunda karar verilmesine katılmıyorum.
II- Anayasa Mahkemesi ile
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yeniden Düzenlenmesine İlişkin Değişikliklerin
“Teklif Edilemezlik” İlkesi Karşısındaki Durumu Yönünden:
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyetin
nitelikleri arasında sayılan demokratik hukuk devleti ilkesi, Anayasa’nın
4. maddesine göre değiştirilmesi teklif edilemeyecek hükümlerdendir.
Kuşkusuz, bu teklif yasağı açıkça yapılan teklifleri olduğu kadar dolaylı
ve karmaşık düzenlemelerle aynı sonucu doğurabilecek teklifleri de
kapsamaktadır. Bu nedenle, yapılmış olan bir teklifin tüm madde ve
fıkralarıyla birlikte değerlendirilmesi sonucunda değiştirilmez hükümlere
aykırılığı saptandığında, teklif edilemeyecek nitelikte olması nedeniyle
teklif çoğunluğunun oluşmadığına dayalı olarak, şekil yönünden iptali
zorunludur.
Demokratik hukuk
devletinin varlığını sürdürebilmesi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin
tek elde toplanmamasına, yani tüm çağdaş demokratik hukuk sistemlerinde
geçerli olan kuvvetler ayrılığının korunmasına bağlıdır. Kuvvetlerden biri
olan yargının yasama ve yürütmeden ayrılması ise ancak yargının bağımsızlığı
ile sağlanabilir. Kaldı ki bağımsızlığı olmayan bir yargının
tarafsızlığından da söz edilemeyeceğinden, yargı bağımsızlığı sağlanamadığı
takdirde adil yargılanma hakkının varlığından da söz edilemez.
Aşağıda açıklanacak
nedenlerle, 5982 sayılı Kanun’un iptal istemine konu Anayasa Mahkemesi ve
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili düzenlemelerinin bütünlük
içinde değerlendirildiğinde yargı bağımsızlığı ile bağdaşmadığı, bu nedenle
de Anayasa’nın değiştirilmez ilkelerinden hukuk devletine aykırı oldukları
kanısındayım.
A) 5982 Sayılı Kanun’un
16. Maddesiyle Değiştirilen Anayasa’nın 146. Maddesine Ve 25. Maddesiyle
Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 18’e İlişkin Sakıncalar Yönünden:
Çağdaş demokrasilerin
gelişim çizgisi içinde zamanla temel kurumlardan biri haline gelen anayasa
mahkemelerinin asli işlevi, yasama organının anayasal sınırlar içinde
çalışmasını denetlemektir. Siyasi partilerin belli program hedefleri
temelinde iktidara gelerek parlamento çoğunluğunu oluşturduğu parlamenter
demokrasilerde yasama organının çalışmaları doğrudan doğruya parlamentoda
çoğunluğu elinde tutan siyasi partinin karar ve tercihlerine göre
şekillenir. Bu nedenle siyasi iktidarın çıkartacağı yasaların yargısal
denetimi ancak siyasal çoğunluktan bağımsız ve tarafsız bir organca
yapılırsa anlam taşır. Bir anayasa mahkemesinden beklenen yararın
sağlanması, mahkeme yargıçlarının siyasi iktidarla arasında siyasi görüş,
düşünce veya ideoloji birlikteliği bulunmayan kişilerden oluşmasıyla mümkün
olur.
Kuşkusuz, anayasa
mahkemeleri bağımsız olduğu kadar tarafsız da olmalı ve siyasal iktidarın
karşısında da tavır almamalıdır. Ancak bu bile anayasa mahkemesinin siyasi
iktidarın kontrolünde olması kadar kötü değildir; zira siyasal iktidarın
kontrolündeki bir anayasa mahkemesi, hak ve özgürlüklerin korunması
noktasında kendisinden beklenen işlevi sağlayamamakla kalmaz, bu hak ve
özgürlüklerin ortadan kaldırılmasının aracı haline gelebilir. Şöyle ki:
Anayasal hak ve
özgürlükler yasalarla somutlaşır ve uygulanırlar. Anayasalarda geniş
kapsamlı, güzel ifadelerle bezenmiş hak ve özgürlükler yer almasına rağmen
bunlar doğrudan uygulanamazlar. Yasalar Anayasal hak ve özgürlüklerin içini
boşaltacak, daraltacak tarzda çıkarılır ve bu yasaları çıkaran siyasal
görüşün hakim olduğu bir anayasa mahkemesi de bunları anayasaya uygun
bulursa, anayasa mahkemesinin kararı nihai ve herkes için bağlayıcı
olacağından, bir daha bunları başka yargısal yollarla, örneğin mahkemelerce
ihmal yoluyla veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına göre hüküm
kurmak suretiyle düzeltmek olanağı da kalmaz. Siyasi haklar, fikir ve ifade
özgürlüğü, basın özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve sosyal haklar büyük
zarar görebilir ve özgürlükçü demokratik düzenin devamı olanaksız hale
gelir.
Demokrasi, sıradan
insanların yine sıradan insanların yönetimi altında onurlu ve özgür
yaşamasının yöntemidir. Demokratik hukuk devleti, yöneticilerin ve
yasakoyucuların ellerindeki yetkileri kötüye kullanmayacakları varsayımına
ve temennisine değil, hak ve özgürlüklerin güvencesi olan hukuka dayanır.
Bu nedenle demokratik hukuk devleti esaslarının, kuvvetler ayrılığının
ayrılmaz unsuru olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin
güvencelerinin somut maddeler halinde Anayasa’da yer alması gerekir. Bu
nedenledir ki anayasa mahkemelerinin bulunduğu çağdaş demokratik ülkelerde
mahkemenin bağımsızlığını sağlayacak farklı sistemler öngörülmüş ve kiminde
seçim tamamen parlamentoya, kiminde cumhurbaşkanına bırakılmış, kiminde
karma sistemler oluşturulmuş olmasına rağmen hiçbirinde siyasal iktidar
çoğunluğunun belirleyici konuma gelmesine izin verilmemiştir. Üyelerin
tamamının parlamento tarafından seçildiği örneklerde üçte iki çoğunluk
aranması, cumhurbaşkanı tarafından seçildiği yerlerde adayların
belirlenmesi safhasında tarafsızlığı sağlayacak şekilde aday gösterici
kurulların ve bunların aday belirleme yöntemlerinin belli ilke ve esaslara
bağlanması öngörülmüştür.
5982 sayılı Yasa ile
yapılan Anayasa değişikliğinden sonraki duruma gelince:
T.C.Anayasası’nın 146.
maddesinde yapılacak değişiklikten sonra üye sayısı 17’ye çıkacak olan
Anayasa Mahkemesi’nin 3 üyesi TBMM, 14 üyesi ise Cumhurbaşkanı tarafından
seçilecektir.
TBMM tarafından seçilecek
üyelerin ikisi Sayıştay, biri de serbest avukatlar arasından gösterilecek
her boş yer için üçer aday arasından seçilecektir. Her ne kadar bu
seçimlerde ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki çoğunluğunun aranacağı
öngörülmüş ise de ikinci oylamada salt çoğunluk, bu da sağlanamazsa bu
oylamada en çok oy alan iki aday arasında üçüncü oylama yapılarak en çok oy
alanın seçilmiş sayılması benimsenmiştir. Daha açık bir ifadeyle son
tahlilde, seçilecek aday, iktidar partisinin tercih ettiği adaydır.
Sayıştay üyelerinin seçimi
hakkında Anayasa’nın 160. maddesinde bir düzenleme bulunmamakta, Sayıştay
üyelerinin atanmalarının kanunla düzenleneceği belirtilmektedir. Sayıştay
Kanunu’na göre ise Sayıştay üyeleri Meclisçe seçildiğinden, siyasi
iktidarın Sayıştay çoğunluğunu da belirlemede etkin olduğunu, dolayısıyla
Anayasa Mahkemesi’ne Sayıştay’dan seçilecek üyeyi seçmekle kalmayıp aynı
zamanda adayları da dolaylı olarak kendisinin belirlediğini söylemek yanlış
olmayacaktır.
TBMM’nin ayrıca baro
başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday arasından
bir üye seçmesi öngörülmüştür. Bunda da uzlaşı yerine üçüncü oylamada en
fazla oy alanın seçilmesi ilkesi getirildiğinden, yukarıda belirttiğimiz
sakıncalar avukat üye yönünden aynen geçerlidir.
Anayasa Mahkemesi
çoğunluğu, her bir baro başkanının ancak bir aday için oy kullanmasını
demokratik hukuk devletine aykırı ve dolayısıyla teklif yasağı kapsamında
görerek iptal etmiştir. Ancak burada demokratik hukuk devletine aykırılık
sadece bir aday için oy kullanılmasından ibaret değildir. Üye sayısı yani
temsil ettiği avukat sayısı bakımından birbiriyle kıyaslanamayacak
büyüklükteki baroların hepsinin aynı oy hakkına sahip olması da demokratik
hukuk devletinin gereği olan temsilde adalet ilkesinin en az iptal edilen
kural kadar vahim bir ihlalidir. Bir baro başkanının sadece bir adaya oy
vermesi kuralı hukuk devletini ortadan kaldırabilecek vahamette görülürken
on binlerce kişiyi temsil eden baro ile yüz üyesi bile bulunmayan baronun
Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminde aynı söz hakkına sahip olmasında bir
sakınca görülmemesinin gerekçesini anlamakta güçlük çekmekte ve çoğunluk
görüşüne katılmamaktayım.
Cumhurbaşkanının 4’ü
doğrudan olmak üzere seçeceği 14 üyenin durumuna gelince, öncelikle 2007
yılında yapılan değişiklikten sonra Cumhurbaşkanının siyasi tarafsızlık
noktasından anayasal konumunun incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa’ya göre
Cumhurbaşkanı tarafsızdır. 2007 yılında Cumhurbaşkanı seçimi için toplantı
yeter sayısının 367 olduğunu dair Anayasa Mahkemesi’nce verilen ve haksız
eleştiri ve düzeysiz hakaretlerin hedefi olan kararda, Cumhurbaşkanının
parlamento tarafından seçiminde uzlaşı aranması gerektiği
vurgulanmaktaydı.
Ancak Anayasa
Mahkemesi’nce verilen bu karardan sonra parlamentoda Cumhurbaşkanı
seçiminin olanaksız hale geldiği gerekçesiyle Anayasa değişikliğine
gidilmiş ve Anayasa’nın 101. maddesinde 5678 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle
yapılan değişiklikle, Cumhurbaşkanının beşer yıllık iki dönem için halk
tarafından seçilmesi öngörülmüştür.
Cumhurbaşkanının halk
tarafından seçilmesi sisteminin benimsenmesi ile uzlaşı sistemi terk
edilmiş, rekabet ve siyasi mücadele sistemi benimsenmiştir. Diğer bir
ifadeyle bundan böyle cumhurbaşkanı adayları, bir seçim kampanyası
yürütecek ve diğer adaylara göre farklı siyasi görüş, tercih ve programlar
temelinde kendilerini halka tanıtarak oy isteyecektir. Daha önceki sistemde
de her ne kadar cumhurbaşkanı adaylarının seçilebilmesi için parlamentoda
çoğunluğu oluşturan partinin veya partilerin desteğine ihtiyacı olduğu
kuşkusuzsa da, bundan böyle cumhurbaşkanı adayları halktan oy isteyecek ve
bu nedenle siyasi partilerin altyapı, teşkilat, propaganda ve maddi
desteğine ihtiyaç duyacaktır. Cumhurbaşkanının tarafsız olacağı Anayasa’da
ne kadar yazılı kalmaya devam etse de yukarıdaki nedenlerle tarafsızlığını
koruyamayacağı, hele ikinci dönem seçilmesi de söz konusu olduğunda
tarafsızlığından söz edilemeyeceği açıktır.
Anayasa’da
Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesinin korunması böylece güçleşir hatta
olanaksız hale gelirken, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde siyasal bir
konumu olan Cumhurbaşkanının tercih yapacağı alanın daraltılması, yani
içlerinden üye seçeceği adayların tümünün mümkün mertebe tarafsız kişiler
arasından belirlenmesini sağlayacak bir düzenleme yapılması gerekirken,
aday belirlemede de bunun tersi yapılmıştır. Şimdiki Anayasa’nın 146.
maddesinde adayların Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek
İdare Mahkemesinin genel kurullarınca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile
her boş yer için üç aday göstermesi öngörülmektedir. Böylelikle üçüncü
sıradaki aday da üyesi bulunduğu yüksek mahkemenin salt çoğunluğunun
desteğine sahip olduğu için, ilgili yüksek mahkemelerin Anayasa Mahkemesi’ne
üye gönderdiklerinden söz etmek mümkündür. Ancak Anayasa’da yapılmak
istenen değişiklikten sonra ilgili yüksek mahkemelerin genel kurullarının
en azından salt çoğunluğunun tercihinin yansıtılması ilkesi de
kaldırıldığından, Cumhurbaşkanının çok az oy almış ancak üçüncü sıraya
girmeyi başarmış adayı Anayasa Mahkemesi’ne seçmesi mümkündür. Böyle bir
durumda seçilen kişi, ilgili yüksek mahkemenin adayı olmaktan ziyade
bireysel bir aday niteliğindedir. Bu nedenle, çağdaş demokratik ülkelerin
anayasa mahkemelerinin oluşumunda gözetilmesi gereken, yüksek yargı
organlarının da uygun bir ölçüde üye kompozisyonunda yer almaları ilkesi de
çiğnenmekte, üye kompozisyonu Cumhurbaşkanının serbestçe seçeceği diğer 4
üye ile birlikte, Cumhurbaşkanının tam serbesti ile hareket edeceği bir
alana terk edilmektedir. Her ne kadar Yüksek Mahkemelerin aday belirlerken
üye tamsayılarının salt çoğunluğunun sağlanması gerekeceği kuralı 2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 4. maddesinde yer almaya devam etse de, bu maddenin siyasal
iktidarca yapılacak bir yasa değişikliği ile kolayca ortadan
kaldırılabileceği açıktır.
Açıkça görülebilen bu
sakıncalara karşın, Cumhurbaşkanı ile parlamentonun seçim dönemlerinin ve
tarihlerinin farklı olduğu, bu nedenle parlamento çoğunluğu ile
cumhurbaşkanının ayni parti veya siyasi görüşün mensupları olmamaları
olasılığının da bulunduğu, bunun da tüm güçlerin tekelde toplanması
tehlikesine karşı bir güvence oluşturduğu ileri sürülebilir. Parlamento ile
cumhurbaşkanının birbirine paralel veya zıt siyaset takip etmesinin güçler
birliğine veya aksi durumda rejimin kilitlenmesine yol açıp açmayacağının
tartışması bir yana bırakılacak olsa da, halkoyu ile seçilen Cumhurbaşkanının
ya iktidarla aynı taraf, ya da karşı taraf olacağı gözetildiğinde Anayasa
Mahkemesi üyelerinin üç kişi hariç tamamını belirleyebilmesinin yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile bağdaşmayacağı açıktır.
Yargı bağımsızlığına ve
tarafsızlığına ilişkin güvenceleri içermeyen, mevcut güvenceleri de ortadan
kaldıran 146. madde değişiklikleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde
Anayasa’nın değişmez maddelerinden olan 2. madde belirtilen demokratik
hukuk devletine aykırı niteliktedir. Bu şekilde oluşturulacak Anayasa
Mahkemesi’ne ilişkin Geçici Madde 18’in yer aldığı, 5982 sayılı Kanun’un
25. maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’un iptal istemine konu
fıkra ve bentleri de tümüyle Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.
Bu nedenle Anayasa
Mahkemesi’nin üye sayısı dahil, oluşum şekline ilişkin 146. madde
değişikliklerinin iptal istemine konu tüm fıkralarının ve Geçici Madde
18’in, Anayasa’nın değişmez nitelikteki 2. maddesine aykırı oldukları kadar
çağdaş ve evrensel hukuka da uygun olmamaları nedeniyle iptalleri gerektiği
düşüncesindeyim.
B) 5982 Sayılı Kanunun 22.
Maddesiyle Değiştirilen Anayasa’nın 159. Maddesine ve 25. Maddesiyle
Anayasa’ya Eklenen Geçici Madde 19’a İlişkin Sakıncalar Yönünden:
Anayasa Mahkemelerinde
olduğu gibi, hakim ve savcılara ilişkin yüksek kurulların nasıl oluşacağı
ve üyelerinin kimler tarafından seçileceği hakkında evrensel bir kural
yoktur. Yargı bağımsızlığını zedelemedikçe çeşitli şekillerde
oluşturulması, çağdaş standartlarda kabul görmektedir.
Kurulun yargı
bağımsızlığını koruyabilecek şekilde çalışması tek bir faktöre bağlı
olmayıp, önemli olan, son tahlilde siyasal iktidarın etki, baskı ve
telkinlerine doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalıp kalmayacağıdır. Bu
açıdan bakıldığında Adalet Bakanının kurulda onursal başkan olarak
bulunması, yargının genel sorunları hakkında kurul çalışmalarında ortaya
çıkan hususlarda parlamento ve hükümet ile bir köprü vazifesi görmesi yargı
bağımsızlığına halel getirmeyebilecek; buna karşılık Adalet Bakanı veya
müsteşarının yargıçlar ve onların mesleki kaderi üzerinde söz sahibi
olması, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracaktır.
5982 sayılı Yasa’nın 22.
maddesi ile yapılan anayasa değişikliğine göre Adalet Bakanı kurulun
başkanı olup, kurulun yönetimi ve temsili Adalet Bakanına aittir. Her ne
kadar Başkanvekilini kurulun seçeceği öngörülmüş ise de Adalet Bakanlığı
müsteşarı da kurul üyesi olduğundan, Başkanvekili seçilmesine ve Başkan
sıfatıyla Bakanın kendisine devredeceği yetkileri yine Bakanın siyasi
talimatları çerçevesinde kullanmasına bir engel bulunmamaktadır. Aynı
şekilde müsteşarın, Dairelerden birinin başkanlığını yapmasına da engel
yoktur. Hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma işlemlerinin
ilgili dairenin teklifi ve Adalet Bakanının oluru ile yine Bakan tarafından
atanan Kurul müfettişlerince yapılacak olduğu gözetildiğinde, Adalet Bakanı
eliyle siyasal iktidarın Kurul üzerinde ne denli büyük bir etki sahibi
haline geldiği kolayca görülebilmektedir.
Kurulun Genel Sekreteri
Adalet Bakanı tarafından atanacağından, Bakan, Genel Sekreterin hiyerarşik
amiri konumundadır. Kurulun Genel Sekreterlikten olabilecek istek ve
talepleri ile Bakanın istek ve talimatları çatıştığında, Genel Sekreterin
Bakanın talimatlarına göre davranmak durumunda kalacağı açıktır.
Kurula Cumhurbaşkanınca
seçilecek üyelere gelince, bu konuda Anayasa mahkemesine Cumhurbaşkanınca
üye seçimine ilişkin yukarıda açıklanan sakıncalar HSYK için de aynen
geçerlidir.
Birinci sınıf adli ve
idari yargı hakim ve savcıları arasından yine adli ve idari yargı hakim ve
savcılarınca seçilecek üyelere gelince: Bu üyeler Kurulda görevlerini
tamamladıktan sonra, yüksek mahkemelere üye seçilmemişlerse, eski hakimlik
ve savcılık görevlerine döneceklerdir. Kuruldaki görevleri sırasındaki
karar ve icraatlarıyla Adalet Bakanı ile ters düşmeyi göze alarak yasaya ve
vicdanına göre hareket eden hakim ve savcının daha sonra siyasal iktidarın
bazı intikam operasyonlarına maruz kalmasını önleyecek herhangi bir güvence
bulunmamaktadır. Zira her ne kadar Kurulun meslekten çıkarmaya ilişkin
kararlarına karşı yargı yolu açılmışsa da diğer cezalara karşı yargı yolu
kapalı tutulmaktadır. Bu durumda kurula seçilirken bağımsız ve tarafsız
olan hakim ve savcıların dahi Kurul üyeliği sırasında tarafsızlıklarını
korumaları güçleştirilmektedir. Kaldı ki Kurulda yer alacak yüksek mahkeme
üyelerinin güvenceleri bile, ilgili yasalarında yapılacak değişikliklerle
ve bu yasa değişiklikleri hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılabilecek iptal
davasının da reddedilmesi halinde, ortadan kaldırılabilecektir. Bu tablo,
yargı bağımsızlığı ilkesinden tam bir kopuşu ifade etmektedir.
Kurulda ayrıca
Cumhurbaşkanınca seçilecek avukat üye de bulunacaktır. Anayasa
Mahkemesi’nce 159. maddenin üçüncü fıkrasındaki “iktisat ve siyasal
bilimler” ibaresinin teklif edilemez nitelikte görülerek iptal edilmesi
nedeniyle Cumhurbaşkanınca bunlar yerine avukatlardan üye seçilmesi
gerekecektir. Böylelikle Kurulda iki veya daha fazla avukat üye görev
yapabilecektir. Avukat üyeler Kuruldaki görevleri sırasında mesleklerine
ara verecek olsalar bile Kuruldaki görevleri sona erdiğinde avukatlık
mesleğine geri döneceklerdir. Bu nedenle Kuruldaki görevlerinin icabı
olarak hakim ve savcıların özlük hakları, disiplin ve ceza konuları, tayin
ve terfileri konusunda karar verirken daha sonra mesleklerinin icrası
sırasında bu hakim ve savcılarla ne tür bir ilişkileri olacağının
gözetilmesi gerekir. Daha açık bir ifadeyle, Kurulda kendilerinden beklenen
tarafsız kamusal görevle, Kurul üyeliğinin bitiminde geri dönecekleri
avukatlık mesleğindeki kişisel çıkarları arasında çatışma olasılığı vardır.
Kamusal görev ile kişisel çıkarının çatıştığı ve tarafsızlık sorunu doğması
muhtemel olan durumların elden geldiğince önlenmesi hukuk devletinin
gereğidir. Bu nedenle avukatların, Kurulda sadece yargının genel sorunları
ile ilgili olarak bulunmaları hukuk devletine her hangi bir aykırılık
taşımazken, hakim ve savcıların özlük, disiplin, tayin ve terfileri
hakkında söz sahibi olmaları, bu konulardaki kararlara katılıp oy
kullanmaları yargı bağımsızlığı ile bağdaşmaz.
İçerdiği ilke, esas ve
yöntemler birlikte değerlendirildiğinde yargının bağımsızlığını ortadan
kaldırabilecek nitelikte olan ve bu nedenle bütünü itibarıyla teklif yasağı
kapsamına giren 5982 sayılı Kanun’un 22. maddesi ve bunun uygulanmasını
sağlayan, 25.maddesiyle Anayasa’ya eklenen Geçici Madde 19’a ilişkin tüm
iptal istemlerinin kabul edilerek, bunlar yerine yargı bağımsızlığı
ilkesine ve demokratik hukuk devleti gereklerine uygun, çağdaş bir
düzenleme yapılması gerektiği kanaatiyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
III- 5982 sayılı Kanunun
26. maddesinin Anayasaya aykırılığı yönünden:
5982 sayılı “Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun” anayasanın çeşitli maddelerinde değişiklik yapmakta, bazı
maddelerini yürürlükten kaldırmakta ve bazı geçici maddeler eklemektedir.
Kanunun son maddesi olan 26. madde, Anayasanın herhangi bir maddesini
değiştirmemekte, kaldırmamakta ve geçici bir madde eklememekte, sadece
kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe girmesini ve halkoyuna sunulması halinde
tümüyle oylanmasını öngörmektedir.
İptal başvurusunda, maddenin
“ …ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle …” ibaresinin iptali istenmiştir.
Anayasa Mahkemesi anayasa
değişikliklerini sadece şekil yönünden, kanunları ise hem şekil hem de esas
yönünden denetler. İptal istemi incelenirken, öncelikle 26. maddenin bir
anayasa değişikliği mi yoksa olağan bir yasama tasarrufu mu olduğunun
saptanması ve şekil yönünden olduğu kadar esas yönünden de denetlenip
denetlenemeyeceğine karar verilmesi gerekmektedir. Maddenin esas yönünden
denetlenebileceği sonucuna varıldığı takdirde Anayasa’nın hangi maddelerine
aykırı olduğunun incelenmesi gerekecektir.
Anayasa değişikliklerinin
kendilerinin de birer kanun olduğunda kuşku ve duraksama yoktur. Ancak
kanun metninin anayasa statüsünü kazanması için ya Parlamentoda 367 oyla
kabulü veya zorunlu olarak ya da Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna
götürülerek oyların yarıdan fazlası ile kabul edilmesi gerekir. 26. madde
367 oyla kabul edilmediği gibi referandumun konusunu da teşkil
etmemektedir. İptal istemine konu ibare, oy pusulasının tanzim şekline yani
bir veya birden fazla oy kullanılıp kullanılmayacağına ilişkindir. Bu
maddenin de Resmi Gazete’de yayınlanan 5982 sayılı Kanun’un bir maddesi
olduğu, dolayısıyla paket referandumda kabul görürse geriye dönük olarak
Anayasa hükmüne eşdeğer kuvvet kazanacağı öne sürülebilirse de, bu sav
maddenin Anayasa Mahkemesi’nin esas denetiminin kapsamı dışında kalmasını
açıklamaya yetmez. Paketteki Anayasa maddelerinden farklı olarak, 26.
maddenin halkoyu ile kabul edilmesi beklenmeden uygulamasına geçilmiştir.
Anayasa’nın herhangi bir maddesini değiştirmeyen, kaldırmayan veya yeni bir
madde getirmeyen bir kanun maddesinin niteliği itibariyle Anayasa
değişikliği olduğunu iddia etmek mantıki dayanaktan yoksundur. Aksi
düşüncenin kabulü halinde Meclisin, Anayasa değişikliği yaparken aynı
paketin içine koyacağı, olağan yasalara ilişkin değişikliklerin de Anayasa
değişikliği hakkında kanun metni içinde yer almaları ve anayasa
değişikliğine uygulanan yöntemle yasalaştırılmaları nedeniyle anayasa hükmünde
olacaklarının ve bunlar hakkında esas incelemesi yapılamayacağının kabulü
gerekir ki, böyle bir sonucun anlamsızlığı ortadadır.
Anayasa Mahkemesi’nin
çeşitli kararlarında ve son olarak 2007/45 Esas, 2007/54 Karar sayılı
kararında belirtildiği gibi, iptali istenilen bir yasama tasarrufunun
Anayasal denetime bağlı tutulabilecek nitelikte olup olmadığı saptanırken
sadece, onun bu tasarrufta bulunan organ tarafından nasıl nitelendiğine ve
hangi ismin verildiğine veya bu işlemin nasıl bir yöntem izlenerek
yapıldığına bakılması yeterli olmayıp, yapılış yöntemi ve adı ne olursa
olsun hukuksal niteliği, etkisi ve doğurduğu sonuçlar da gözetilmelidir. Bu
içtihat karşısında her türlü ölçüte ve yoruma göre 26. maddenin kendisi,
bir anayasa değişikliği değildir. Bu nedenle 26. maddenin, Anayasa
değişikliklerinin tabi olduğu denetim kurallarına bağlı olduğu ileri
sürülemez; maddenin sadece şekil denetimi değil, esas denetimi de
yapılabilir.
Konu Anayasa’nın 2. ve
175. maddelerine göre değerlendirildiğinde ise:
Demokrasilerde seçim ve
halkoyu, belli bir konuda seçmen iradesini ortaya koymayı amaçlayan, genel,
eşit, gizli oy, açık sayım esaslarına dayanan ve yargı denetimine tabi bir
işlemdir. Buna göre, seçilecek kişi veya kabul edilecek konuların açık,
net biçimde ortaya konması, bunlardan her biri hakkında seçmen kanaatinin
serbestçe oluşmasını ve iradesini serbestçe açıklamasına elverişli biçimde
düzenlenmesi gerekir. Aksi halde örneğin mahalli seçimlerde birkaç ayrı oy
verme işlemi yapılacak yerde sadece tek bir partiye oy verilir ve hem
büyükşehir, hem belde belediye başkanları, hem belediye meclis üyeleri ve
il genel meclis üyeleri tek bir oylamayla seçilebilirdi. Ancak kuşkusuz,
böyle bir uygulama demokratik hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz. Bir
demokraside ve hukuk devletinde seçmenin serbestçe tercih yapacağı alan ne
kadar genişletilirse demokrasi o kadar gelişir, tercih alanı ne kadar
daraltılırsa demokrasiden o kadar uzaklaşılmış olur.
Demokrasi ilkesi açısından
durum böyle olduğu gibi Anayasa’nın 175. maddesi de yasama organına bu
konuda tam bir serbesti vermemiştir. Maddenin gerek lafzi gerek amaçsal
yorumu ile farklı bir sonuca varmak mümkün değildir. Aksi halde 175.
maddede yedinci fıkra hiç yer almaz veya “anayasanın değiştirilen
hükümlerinin tümüyle oylanıp oylanmayacağını” şeklinde bir ifade
kullanırdı. Halbuki maddede, “… Anayasanın değiştirilen hükümlerinden,
hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını …” ifadesi
kullanılmaktadır. Maddenin yazımından, Anayasa koyucunun, birbiriyle
ilgisiz konuların tümüyle oylanmasını öngörmediği anlaşılmaktadır. Amaçsal
olarak da konuya bakıldığında Anayasa’nın, anayasa değişikliğinde tali
kurucu iktidar yetkisini kullanan parlamentonun yine tali iktidar
iradesinin ikinci ve nihai aşamasını paylaşan halkı beğendiği ve
beğenmediği değişiklikler arasında zor bir tercih karşısında bırakmasını
demokratik bir kabul tarzı olarak benimsediği ileri sürülemez.
Anayasa değişikleri
bağlamında gözetilebilecek Avrupa standartları bakımından da aynı sonuca
varmak mümkündür. Venedik Komisyonunun CDL-AD(2007)008 sayılı belgesinde
belirtilen ana kural, birbiriyle ilgisi olmayan konulardaki değişikliklerin
ayrı ayrı oylanmasıdır.
5982 sayılı Kanun’la
yapılan anayasa değişiklikleri arasında bazı olumlu yenilikler getiren
maddelerin yanı sıra yukarıda açıklanan son derece sakıncalı maddeler de
yer almaktadır. Özellikle yargısal alanda mevcut anayasal sistemi kökten
değiştirebilecek maddelerin mutlaka ayrı oylanması ve şayet yargının siyasi
iktidara bağlanmasına karar verilecekse buna ilişkin kader tercihinin halk
tarafından açık ve net bir biçimde yapılması gerekir. Yasa’nın 26. maddesi
buna olanak vermemektedir.
Bu nedenlerle 26. madde,
esas yönünden Anayasa’nın 2. ve 175. maddelerine aykırıdır. İptali
gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
KARŞIOY GEREKÇESİ
Anayasa’nın 4. maddesinde,
Anayasa’nın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki
hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi
hükümlerinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği
belirtilmektedir. Buna göre, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan Türkiye
Cumhuriyetinin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olarak
tanımlanan niteliklerinin, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi
teklif edilemez kuralları arasında bulunduğunda kuşku yoktur. Anayasa’nın
korunmasına özel önem verdiği ilkelere dokunulmazlık güvencesi sağlamasındaki
amacın belirtilen ilkelerin, sadece yer aldıkları maddelere değil tüm
anayasaya egemen kılınması olduğu açıktır. Başka bir anlatımla asli kurucu
iktidar, Türkiye Cumhuriyetini demokratik lâik sosyal bir hukuk devleti
olarak öngörmüş ve öyle kalmasını istemiştir.
Anayasa’nın 175. maddesine
göre, Anayasa’yı değiştirme yetkisi, TBMM’ne tanınmış ise de, bu yetkinin,
asli kurucu iktidar tarafından izin verilen alanda ve Anayasa’da belirtilen
usul ve esaslara uygun olarak kullanılması gerektiği açıktır. Bu nedenle
tali kurucu iktidar, eylemli olarak ilk üç maddeyi değiştiremeyeceği gibi,
onları etkisiz kılacak düzenlemelerden de kaçınma yükümlülüğü altındadır.
Diğer maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyetin temel değerlerini
güvenceye alması nedeniyle dokunulamaz kabul edilen maddelerin,
özelliklerini yitirmelerine izin verilemeyeceğinden böyle bir durumun
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez kuralları değiştirmekle eş
değer olduğunun kabulü gerekir. Ancak, dokunulması istenilmeyen alan içinde
kalan kurallarla her uyumsuzluğun, bu alanın ihlâli olarak
değerlendirilemeyeceği de bir gerçektir. Burada, ağır bir ihlâl ve bunun
sonucu olarak kanunlardan farklı biçimde sınırlı bir denetim söz konusudur.
Bu çerçevede, Anayasa’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve
Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerindeki şekil denetimini, teklif
ve oylama çoğunluğu ile ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup
uyulmadığı hususları ile sınırlı tutan kuralının uygulanabilmesi için
öncelikle teklif edilmesini Anayasa’nın engellemediği bir alanda değişiklik
yapılması gerekir. Bu nokta aşılmadan Anayasa’nın teklif ve oylama
çoğunluğuna ilişkin kurallarına uygunluk denetimine geçilemez. Belirtilen
hususların, yapılan düzenlemenin içeriğine bakılmadan saptanması ise
olanaksız olup, bu durum, şekil yönünden yapılan Anayasa’ya uygunluk
denetiminin, esas yönünden de yapıldığı anlamına gelmez.
I- Yasa’nın 16. Maddesiyle
Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme
5982 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun’un 16. maddesiyle değiştirilen Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü
fıkrasında, “Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare
Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa
Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş
üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan
üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar
arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro
başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi
aday gösterilmiş sayılır.” denilmektedir. Bu fıkranın, bir üyenin ancak bir
aday için oy kullanabileceği ve her bir baro başkanının da ancak bir aday
için oy kullanabileceğine ilişkin ibareleri Anayasa’nın ikinci maddesinde
belirtilen hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesiyle iptal
edilmiştir. Böylece, söz konusu Fıkra, yeni bir anlam ve içerik
kazanmıştır.
Anayasa’nın 153.
maddesinde, “Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin
tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni
bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez” denilmekte, 2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 29. maddesinde ise, Anayasa Mahkemesi’nin taleple bağlı olduğuna
işaret edilmektedir.
Bu durumda, iptal veya
itiraz yoluyla yapılan başvurularda “istem” belirli sözcük, ibare veya
tümcelerle sınırlandırılmamışsa inceleme konusu kuralların kimi
bölümlerinin iptal edilerek, onların Anayasa’ya uygun hale getirilmesi,
yasa koyucunun öngörmediği yeni bir düzenleme oluşturulması sonucunu
doğurduğundan, Anayasa’ya aykırı bölümler içerdiği saptanan kuralın, istem
doğrultusunda tümünün iptal edilmesi gerekir. Ayrıca, karar gerekçesinde
yer alan; Fıkra’nın belirtilen ibarelerinin iptaliyle seçimlerde iradeyi
yansıtan oy hakkının tam olarak kullanılmasının önünde herhangi bir engel
kalıp kalmadığı ve bu haliyle uygulanmasında bir sorun bulunup, bulunmadığı
hususlarının değerlendirilmesi, yasa koyucu ve uygulayıcılara ait olup,
Anayasal denetim kapsamında değildir.
Öte yandan, Anayasa’nın
5982 sayılı Yasa ile değiştirilen 146. maddesinin dördüncü fıkrasında yer
alan ve ancak bir aday için oy kullanılmasına olanak veren ibarelerin
iptaliyle aday belirlenmesinde ortaya çıkan yeni düzenlemeye göre,
Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve
Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan, Anayasa Mahkemesi
üyeliğine aday gösterilmesi için yapılacak seçimlerde, bir üye her boş
üyelik için oy kullanabilecek; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş
sayılacaktır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri
adaylar için de aynı yöntem geçerli olacaktır. Böylece, aday adaylarının,
aday olabilmeleri için aldıkları oyların belirli çoğunluğa ulaşması gibi
bir koşul aranmayacak, en fazla oy alan üç kişi arasına girebilmeleri aday
gösterilmeleri için yeterli olacaktır. Oysa, Anayasa Mahkemesi üyeliğine
aday gösterilecek kişilerin belirli çoğunluğun üzerinde oy almaları,
mesleki birikim ve becerileri yanında, kişiliklerine duyulan güvenin de
göstergesidir. Ayrıca, çağdaş demokrasiler çoğunluğa değil çoğulculuğa
dayanan rejimlerdir. Bunun sağlanması ise, uzlaşma aranmasını gerektirir.
Aday gösterilebilmek için salt çoğunluk veya nitelikli çoğunluğun aranması
seçimlere belirli grup ve görüşlerin egemen olmasını engelleyeceği gibi,
daha nitelikli adayların seçilmesine de olanak sağlar. Bu hususun, yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanmasında önemli bir güvence
oluşturacağı kuşkusuzdur. Sınırlı sayıdaki çoğunluk iradesinin belirleyici
olmasına izin veren sistemlerin, seçime dayanmaları, onların demokratik
sayılmaları için yeterli neden oluşturmaz. Seçimin yöntemi kadar ortaya
çıkan sonucun da çoğulculuğa bu bağlamda demokrasiye hizmet etmesi gerekir.
Bu durumda, Fıkra’nın
iptal edilen ibarelerinden sonra ortaya çıkan farklı seçim yönteminin,
demokratik hukuk devletinin güvencesini oluşturan yargı bağımsızlığını ve
tarafsızlığını gerçekleştiremeyeceği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle dava
konusu fıkranın tümünün iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
II- Yasa’nın 22. Maddesiyle
Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme
Yasa’nın 22. maddesiyle
Anayasa’nın 159. maddesi değiştirilerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’nun kuruluşu ile görev ve yetkileri yeniden düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 4. maddesinde,
değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği belirtilen
“Cumhuriyetin niteliklerinin” düzenlendiği 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olarak
tanımlanmıştır.
Çağdaş dünyada, hukuk
devleti ilkesini yaşama geçiremeyen bir ülkenin saygınlığından söz
edilebilmesi olanaksız hale gelmiş, bu bağlamda hukuk devleti tanımı da
insan hak ve özgürlükleri temelinde yeni unsurların da katılmasıyla daha
kapsayıcı bir anlam ve içerik kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bir çok
kararında hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, bağımsız yargı denetimine
açık olan devlettir biçiminde tanımlanmaktadır. Hukuk devletinin tüm kurum
ve kurallarıyla etkili ve egemen kılınarak, temel hak ve özgürlüklerin
yaşama geçirilmesinin, ancak bağımsız yargı denetimi ile sağlanabileceği
kuşkusuzdur. Yargı bağımsızlığının gerçekleştirilebilmesinin ön koşulu ise,
kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olarak yargının, yasamanın ve yürütmenin
etkisinden uzak tutulmasıdır. Bu husus, hukuk devleti ilkesinin yargı
bağımsızlığı ekseninde somutlaştırıldığı Anayasa’nın 138. maddesinde açıkça
vurgulanarak, “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ,
makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde
bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez.” denilmiş, 139. ve 140. maddelerinde de “Hâkimlik ve savcılık
teminatı” ile “Hâkimlik ve savcılık mesleği”ne ilişkin esaslar aynı anlayış
doğrultusunda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Hak arama özgürlüğü, adil
yargılanma hakkı gibi temel hak güvencelerinin sağlanmasının, yargının
bağımsız kılınmasına bağlı olduğu gözetildiğinde, bunu gerçekleştiremeyen
devletin hukuk devleti olma özelliğini yitireceğinde duraksamaya yer
yoktur.
Yasa’nın 22. maddesiyle
değiştirilen Anayasa’nın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu düzenleyen
159. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtildiği gibi, dört asıl üyenin
Cumhurbaşkanınca doğrudan seçilmesi, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı
müsteşarının Kurul’un tabii üyesi olması, bu üyelerin, yüksek mahkeme
üyeliği güvencesinden yoksun adli ve idari yargı hâkim ve savcıları
üzerindeki olası etkileri, Kurul’un yönetim ve temsilinin Kurul Başkanı
olan adalet bakanına ait olması, hâkim ve savcıların görevleriyle ilgili
araştırma ve gerektiğinde haklarındaki inceleme ve soruşturma işlemlerinin,
ilgili dairenin teklifi üzerine Kurul Başkanı sıfatıyla Bakan oluruna
bağlanması, Genel Sekreterlik Kurul’a bağlandığı halde Genel Sekreter’i
Kurul’ca teklif edilen üç aday arasından seçme yetkisinin Bakan’a verilmesi
hususları gözetildiğinde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, yürütme
erkinin etkisine açık, yargı bağımsızlığını sağlayamayacak bir konuma
getirildiği sonucuna varılmaktadır.
Yargı bağımsızlığını
sağlayamayan bir devletin hukuk devleti olarak nitelendirilmesine olanak
bulunmadığından, yapılan değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin
değiştirilemez nitelikleri arasında bulunan hukuk devleti, önemli ölçüde
zedelenmiş temel işlevini yitirmiştir.
Öte yandan, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin hukuk devletini temelinden sarsan
değişiklikler yanında, bu boyutlara ulaşmasa da Anayasa Mahkemesi’nin
oluşumunda; TBMM tarafından seçilecek üyelerle diğerlerinin seçim
yönteminde çoğulculuğun değil çoğunluk iradesinin esas alınması;
kontenjanların belirlenmesinde, kurumlar arası dengenin ve yapılan hizmetin
özelliklerinin gözetilmemesi; Cumhurbaşkanı’na çok geniş yetkiler tanınması
suretiyle demokratik hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı
ve tarafsızlığına aykırı kurallar içeren düzenlemelere yer verilmesi, bir
bütünlük içinde değerlendirildiğinde, hukuk devletinin ne denli büyük bir
tehlike ile karşı karşıya bırakıldığı daha iyi anlaşılabilmektedir.
Açıklanan nedenlerle
değiştirilen 159. maddenin üçüncü fıkrasının, iptal edilen ibareleri
dışında kalan bölümleri ile yedinci, dokuzuncu, onbirinci fıkralarının
Anayasa’nın 4. maddesiyle korunan alana açık bir müdahale oluşturmasına
karşın teklif edilemezlik sınırları aşılarak yasalaştırıldığı
anlaşıldığından, Anayasa’nın 148. maddesi uyarınca şekil yönünden iptali
gerekir. Madde’nin beşinci fıkrasının iptal edilen ibare dışında kalan
bölümünün ise değiştirilen 146. maddenin dördüncü fıkrasına ilişkin gerekçe
ile iptali gerekir.
III- Yasa’nın 25.
Maddesiyle Yapılan Değişiklik Yönünden İnceleme
Yasa’nın 25. Maddesiyle
Geçici Madde 18 ve 19. eklenmiştir. Bu maddelerde tümcelerin iptal edilen
ibareleri dışında kalan bölümlerinin de değiştirilen 146. maddenin dördüncü
fıkrasına ilişkin gerekçe ile iptali gerekir.
IV- Yasa’nın 26. Maddesi
Yönünden İnceleme
5982 sayılı Yasa’nın 26.
maddesinde “Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna
sunulması halinde tümüyle oylanır.” denilmiş Madde’nin sadece “ve halkoyuna
sunulması halinde tümüyle” ibaresinin iptali istenmiştir.
Anayasa’nın 175.
maddesinin yedinci fıkrasında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa
değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu Kanunun halk
oylamasına sunulması halinde, Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinden,
hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara
bağlar.” denilmektedir. Buna göre, TBMM’nin Anayasa değişikliğiyle ilgili
işlemler tamamlandıktan sonra bunların, hangilerinin birlikte ya da ayrı
ayrı oylanacağı konusunu karara bağlaması, bir Anayasa değişikliği
niteliğinde olmadığından Anayasa Mahkemesinin yapacağı denetim de,
Anayasa’nın 148. maddesinde Anayasa değişiklikleri için öngörülen “teklif
ve oylama çoğunluğu ile ivedilikle görüşülmeme koşullarına uyulup
uyulmadığı hususları ile sınırlı bir şekil denetimi değildir. Bu durumda,
TBMM’nin Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinin birlikte veya ayrı ayrı
oylanmasına ilişkin iradesini açıkladığı yasama tasarrufunun, diğer
kanunlardan farkı bulunmadığından onlarla aynı biçimde denetime bağlı
tutulması gerektiğinde kuşkuya yer yoktur. Bu tasarrufun, Anayasa
değişikliğine ilişkin usul ve esaslara uyularak gerçekleştirilmesinin ise,
onu Anayasa kuralı haline getiremeyeceği açıktır.
5982 sayılı Yasa ile
Anayasa’da bazı temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler yapılırken,
bu konularla amaç ve içerik bakımından ilgisi olmayan Anayasal kurumların
kuruluş ve işleyişiyle ilgili önemli değişiklikler getirilmiştir. Bunların,
tümüyle oylanmasının karara bağlanması ile kişilerin seçme hakları
ellerinden alınmış, farklı alanlardaki değişikliklerden birini tercih
ederek, sadece buna evet, demek isteyenlerle diğerlerine hayır demek
isteyenlerin iradelerini bu yönde kullanmaları olanaksız hale getirilmiştir.
Oysa, demokratik hukuk devleti, bireylerin özgür iradeleri ile seçim
yapmalarına olanak tanıyan bir sisteme dayanır. Seçmenin olumlu bulduğu bir
değişiklik nedeniyle olumsuz bulduğuna da oy vermeye zorlanması, Devleti,
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmakla yükümlü tutan Anayasa’nın 5.
maddesiyle de bağdaşmaz. Halkın özgür iradesinin belirleyici olamadığı
yerde hukuk devletinden söz edilemez.
Öte yandan, tavsiye
niteliğinde görüş oluşturan ancak, özellikle Avrupa’daki yeni anayasaların
yapılmasında önemli katkıları bulunan Venedik Komisyonu’nun Referandum
konusuyla ilgili olarak CDL-AD (2007)008 sayılı belgesinin 12. sayfasında
yer alan İçerik Birliği başlıklı kısımda, “bir metnin (Anayasa, Kanun)
tamamının değiştirilmesi hariç, seçmenlerin aralarında bağlantı olmayan
hükümleri bir bütün olarak kabul ya da reddetmeye zorlanmamaları ve özgür
iradelerinin güvence altına alınması için oya sunulan her sorunun değişik
bölümleri arasında içeriksel bir bağlantı bulunmalıdır; bir metnin farklı
bölümlerinin aynı anda değiştirilmesi metnin tamamının değiştirilmesiyle
aynıdır” denilerek bir metnin farklı bölümlerinde aynı anda değişiklik
yapılması halinde birlikte oylanabileceği görüşü belirtilmekte ise de
Açıklayıcı Rapor’un 30. paragrafında, özellikle anayasa gibi bir metnin
tümden değiştirilmesinin, tabiidir ki sadece birbiriyle bağlantılı
unsurlarla ilişkili olamayacağı, dolayısıyla bu durumda, içerik birliği
gerekliliğinin geçerli olmayacağı, bir Anayasa metninin, birkaç bölümünü
içeren önemli miktarda değişikliğin tümüyle değiştirmeye eş sayılabileceği,
ama bunun, farklı bölümlerin ayrı ayrı halkoyuna sunulamayacağı anlamına
gelmeyeceği ifade edilerek referandum oylamalarında esas alınması gereken
hususun halkın özgür iradesi olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa’da değişiklik
öngören 5982 sayılı Yasa’nın, Anayasa’nın bütününü değiştiren yeni bir
Anayasa niteliğinde olmadığı, ayrıca değiştirilen hükümlerden birbiriyle
bağlantılı olanlarla olmayanların, ayrı oylanabilmesi olanağının bulunduğu
gözetilerek, bu doğrultuda oylama yöntemi belirlenmesi gerekirken, halkın
yapılan değişikliği bir bütün olarak kabul ya da reddetmeye zorlanmasının,
Venedik Komisyonu ölçütleriyle de bağdaşmadığı açıktır.
Belirtilen nedenlerle
Anayasa’ya aykırı olduğu sonucuna varılan dava konusu ibarenin, iptali
gerekirken istemin, yetkisizlik nedeniyle reddi yolundaki çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
KARŞIOY GEREKÇESİ
I-
Öncelikle; 7.5.2010 tarihli ve 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un, Yasama
Organı’nda kabul edildiği sırada izlenen yöntemin, Anayasa’nın 148.
maddesinde öngörülen ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulmadığından
tümünün iptali gerektiği ileri sürülmüştür.
İvedilikle
görüşülmeme yasağının, anayasa değişikliklerinin iki defa görüşülmesini
gerektiren kuralla ilgili bir düzenleme olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa’nın
148. maddesinin ikinci fıkrasında “Kanunların şekil bakımından
denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı;
Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle
görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil
bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten
itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası
açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez” denilmiştir.
Anayasa’nın
175. maddesinin birinci fıkrasında Anayasa’nın değiştirilmesine ilişkin
tekliflerin Genel Kurulda iki defa görüşüleceği kurala bağlanmış ve ikinci
fıkrasında da tekliflerin görüşülmesi ve kabulünün bu maddedeki kayıtlar
dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere bağlı olduğu
açıklanmış, 88. maddesinde de kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisince görüşülme usul ve esaslarının İçtüzükle düzenleneceği
öngörülmüştür.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 81. maddesi kanun tasarı ve tekliflerinin
Genel Kurulda görüşülmesini düzenlemiş ve maddede kanun tasarı ve
teklifinin tümü hakkında görüşme açılacağı, görüşülmesinden sonra soru
cevap işlemi yapılacağı, maddelere geçilmesinin ve sonunda da tasarı ve
teklifin tümünün oylanacağı belirtilmiştir. Aynı maddede anayasa değişiklikleri
dışındaki oylamaya değinilmek suretiyle anayasa değişiklikleri için de bu
madenin geçerli olduğu dolaylı olarak vurgulanmış olmaktadır.
Yukarıda
belirtildiği gibi, Anayasa’nın 175. maddesinde anayasa değişiklik
tekliflerinde kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlerin
uygulanacağının, 88. maddesinde kanun tasarı ve tekliflerinin İçtüzükle
belirlenecek usul ve esaslara göre görüşüleceğinin öngörülmesi ve İçtüzüğün
81. maddesinde de bu konu ayrıntılı olarak düzenlendiği halde, İçtüzüğün 93.
maddesinde Anayasa değişiklerinin görüşülmesine ilişkin yöntem tekrar konu
edilmiş ve maddenin üçüncü fıkrasında da ikinci görüşmede yalnızca maddeler
üzerinde verilmiş değişiklik önergelerinin görüşüleceği, birinci görüşmede
üzerinde değişiklik teklifi bulunmayan bir madde hakkında ikinci görüşmede
önerge verilemeyeceği belirtilmiştir.
İptali
istenen Yasa’nın Yasama Meclisi’nde kabulü sırasında ise Anayasa’nın,
anayasa değişikleri için öngördüğü iki defa görüşme yapılması ve bu
görüşmelerin kanunların görüşülmesine ilişkin usul ve esaslar çerçevesinde
gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin emredici kuralı ve normlar
hiyerarşisi göz ardı edilerek, 93. maddenin uygulanmasıyla İçtüzüğün
Anayasa’nın önüne geçirilmesi sonucunun doğurulduğu anlaşılmaktadır. Oysa,
Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin kimi kararlarında da vurgulandığı
gibi, Anayasa İçtüzük çatışmasında Anayasa’nın öncelik alması ve öngördüğü
yöntemin uygulamaya esas olması gerekmektedir.
Buna
göre, Anayasa değişikliğiyle ilgili Anayasa’nın 175. maddesinin yaptığı
öngörüye uygun yönteme bağlı kalınarak iki defa görüşme gereğine ilişkin
esas yerine getirilmemiş ve böylece Anayasal kuralla örtüşme
sağlanmamıştır.
II-
Yukarıdaki azlık oyu gerekçesinin işlevselliği yanında, iptale konu
Yasa’nın karşı oy kullandığımız diğer maddelerine yönelik olarak Üye Fulya
KANTARCIOĞLU’nun Anayasa’nın temel ilkelerinden olan yargı bağımsızlığına,
kuvvetler ayrılığına, demokratik hukuk devletine, Anayasa Mahkemesi ile
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumuna, Anayasa’nın 153.
maddesinde öngörülen verilecek hükümle yeni bir uygulamaya yol açmama
esasına ve Anayasa’da bir değişiklik yapmayıp referanduma sunulmayı öngören
maddeye ilişkin Anayasa’ya aykırılıkla ilgili görüşlerine katılıyoruz.
Açıklanan
nedenlerle davaya konu 5982 sayılı Kanun’un kabul ediliş şekli, Anayasa
değişiklikleriyle ilgili yasaların ivedilikle görüşülemeyeceği koşuluna ve
yollama yapılan maddeler ise Anayasa’nın 4. maddesindeki teklif edilmezlik
ilkesine uygun olmadığından kararın karşı oy kullandığımız bölümlerine
katılmıyoruz.
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Şevket APALAK
|
FARKLI GEREKÇE
Yapılan Anayasa değişikliklerinden
iptaline gelinen düzenlemelerin Anayasa’nın 4. maddesinin atıf yaptığı
değiştirilmesi teklif edilmez maddelerden Anayasa’nın 2 maddesinde yer alıp
Cumhuriyetin niteliklerinden sayılan hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu,
bu halin ise teklif edilemezlik yasağı içerdiği bu nedenle teklifin şeklen
geçersiz sayılacağı ve denetlenerek iptal edilmesi gerektiği savı
karşısında bu iddianın, Anayasa’nın 148 maddesinin gösterdiği Anayasa
değişikliklerinde, mahkemenin görev ve yetki alanını belirleyen,
denetlenecek şekle ilişkin tanımlaması ve sınırı karşısında,
değiştirilmezliği teklif edilmez alan sınırları ile iptaline gelinmiş
normların denetimsel şekli alan aykırılıklarının birbirleri ile çakışıp,
çakışmadığı bir diğerinin alan sınırına taşıp taşmadığına bakılması ve
iddianın bu yönüyle karşılanması gerektiği sonucu çıkarılmıştır.
Anayasa yargıcı olarak 148
maddede sayılan, anayasa değişikliklerinin şeklen denetiminin sınırlı
koşulları yanında, dava konusu iddia edilen aykırılığın tali kurucu
iktidara verilen yetki yönünden yasaklı alan sınırı içinde mütalaa edilip
edilmeyeceğinin tespiti için aykırılığın denetim organı mahkeme önüne hangi
içerik ile geldiğine bakmak zorunluluğu ilk koşuldur.
Bu manada gelen düzenlemenin
hukuksuz bir tasarrufla mı geldiği veya anayasal düzen temelinde meşru
tabanı yok sayan bir yasama tasarrufuna mı ilişkin olduğu, bu halin
mahkemenin görev ve yetki kapsamında kalıp kalmadığı, içeriğin İLK BAKIŞTA
AĞIR BİR İHLAL YADA AÇIK BİR ANAYASAL AYKIRILIK taşıyıp taşımadığı ve
dolayısıyla meşru anayasal temeli sarsıcı, sisteme karşı bir zarar
olasılığı içerip içermediği unsurları yönünden bir ön değerlendirme yapmak
ve iddiaları karşılamak gereği kaçınılmazdır.
Bahse konu alenen
aykırılıklar kimi düzenlemelerde doğrudan anlaşılabilir olabilecekleri
gibi, önümüze gelen dava dosyasındaki gibi düzenlemelerde, aykırılığın
soyut bir kavram olan hukuk devleti ilkesine dayandırılması karşısında, bu
konuda bir ön değerlendirme yapabilmek adına şekli inceleme sınırları ile
çatışma alanı yaratabileceği düşünülen yetki alanı içeriğini belirlemek
oldukça zorlaşmaktadır.
Bu nedenledir ki
Anayasa’nın 148 maddesi ile belirlenmiş denetim sınır alanının ötesine
geçmemek ama varsa muhtemel hukuksuzluğu da önlemek için aykırılığın
dayandırıldığı hukuk devleti ilkesinin ne anlama geldiğini, dolayısıyla
kuramın nitelemesinden ve geçirdiği fikri süreci ve içeriği anlamlandırarak
değerlendirme yapmanın daha doğru olacağı ve denetim şeklinin sınırlarının
da böylece belirlenmesinde yarar olduğu kanısına varılmıştır.
Hukuk devleti ilkesi;
Anayasa’nın 2. maddesinin saymış bulunduğu soyut nitelikli bir kavramdır.
Anayasal devlet teorisinin geliştiği tarihten bugüne tüm ilgililerin
tartıştığı ve tanımlamaya çalıştığı kavram olmayı sürdürmektedir. Bu temel
hukuk devleti ilkesinin nasıl başlayıp nasıl gelişmekte ve hangi değer
yargıları altında kaldığı farklı ideolojilerde nasıl tanımlandığı demokrasi
ile ilişkisi liberalizmdeki yeri ve küreselleşmiş dünyada bugün aldığı
ifade, ilkeyi tanımak adına önemlidir.
Fikri bir gelişme ile
ortaya çıkan bir davranışın norm düzeyine getirilmesi halinde bu eylem ya
da işlemin hukuk devleti ilkesine uygunluğu ya da aykırılığının tespit
edilebilmesi için her ne kadar Anayasa Mahkemesi yargısal bir tanımlama
yapmış ise de, hukuk devletinin ne olup nasıl algılanması gerektiği
konusunda gelişen dünya içerisinde var olmuş düşün sistemi çerçevesinde bir
değerlendirme yapmak gerekmektedir.
Çağdaş ülkelerde siyasal
sistemlerin liberal-demokratik ilkeler üzerine inşa edildiği görülecektir.
İlkeleri oluşturan siyasal fikir ve ideolojilerin işlevi toplumu yani
sosyal grupları bir arada tutacak birleştirici inanç ve değerleri tatmin
etmektir.
Soğuk savaş sonrası dünya
düzeni büyük ölçüde değişmiş, katı olan her şeyin buharlaştığı, çöken
feodalite ve yerine gelişen piyasa toplumu ve sanayileşmenin geliştirdiği
özgürlük, hoşgörü ve farklılıklara vurgu yapan açık düşünce sisteminin
yaygınlaştığı bir dönem başlamış, Süreç mutlak monarşiyi ortadan kaldırıp
siyasal olarak anayasal ve demokratik yöntemlerin, aydınlanmacı, fikir ve
görüşlerin gelişmesine, bilim, akıl, ilerleme ilkeleri ile temellenmesine,
özgür-liberal fikirlerin oluşmasına sebep olmuştur.
Süreçle baskıya karşı
çıkan siyaset, vatandaşlık haklarını koruyan, yetkinin rekabete seçimle
açıldığı, iktidarı sınırlayan anayasal sistemler yani batı tarzı
ideolojiler türetmiş, İktisadi ve kültürel hayata nüfuz etmiş batı
uygarlığının parçası olmuştur.
Bu yaklaşım kişiyi ait
olduğu sosyal sınıftan çıkarıp birey yapmış, dini teoriler yerini rasyonel
ve bilimsel açıklamalara bırakmış bireyin kişisel ve ayırt edici
özellikleri keşfedilmiştir.
Özgürlük, eşitlik, tutarlılık
bunlara saygı, batıl inançlardan cehaletten kurtuluşu sağlayan akıl, ırk,
din, inanç, cinsiyet ayrımcılığının, sosyal imtiyaz ve avantaj olmaması,
hakların eşit dağılımı, hukuksal olduğu kadar siyasal eşitlik yani tek
kişi, tek oy, tek değer fikirleri, demokrasiye yönelik liberal siyaset
temelini oluşturmuş, fırsat eşitliği, her bireyin toplumda yükselişi
sırasında eşitlik ve liyakat yöntemi, ahlaki, kültürel ve siyasi
farklılığı, hoşgörü, demokratik sürecin gelişim nedenlerini
oluşturmuşlardır.
Tabiî ki, dünyayı olduğu
gibi değil, davranışlarına yol gösteren ve tutumlarını etkileyen siyasal
inanç ve değer kümesi ardından bakıp, olması istediği gibi gören insanların
yaşamanın nihai amaçları ile ilgili fikir ayrılığına düşmeleri zaruridir,
ancak özgür insan özgür toplum karşılıklı hak ve saygıların bulunduğu
hoşgörü ortamında doğabileceğine göre hukuk olmayan yerde özgürlüklerde
olmayacak siyasal düşünceler çatışıp gelişemeyecektir.
Sosyal çıkarları dışa
vuran siyasi fikirler, yani soyut nitelikli idealler ve
iddialar-ideolojiler, iyi, kötü, doğru, yanlış, açık, kapalı,
özgürleştirici, baskıcı olabilecekleri gibi terside savunulabilecektir. O
halde örneğin taktiri yasa koyucuya ait adalet teorisinin bir başkasına
göre daha tercih edilebilirliğinin kanıtı yoktur.
Farklılıkların bir arada
düzenli ve istikrarlı yaşama zorunluluğu, toplumsal sözleşme olgusunu
yaratmış ve bunun özgürlüklerden bir kısmının fedası ile birlikte bir hukuk
sistemi içinde yer alması konusu egemen devlet korumacılığında bir yöntem
altında yaşamı idame etme arzusu ile siyasi otorite varlık kazanmış ve
yöneten ve yönetilenlerin hukuku oluşmuştur.
Hukukla gelecek
sınırlamalarda yönetimin iktidar boyutlarını, yetki ve işlevini belirleyip
kullanımını sınırlamak, bireyin haklarını temellendirip sağlamlaştırmaktır.
(Örnek 1789 İnsan Hakları Bildirgesi) Yönetsel yetkinin frenlenmesi
(anayasal denetim) hukukun üstünlüğü ilkesinin öneminden doğar. Anayasa ile
gelen içsel frenin kuvvetler ayrılığı olduğu, yönetimin yasama yürütme ve yargı
iktidarı gibi üç bağımsız kurumca kullanılması ve siyasi açıdan
tarafsızlığı beraberinde getirmelidir.
O
halde demokratik hukuk devleti halkın kendini yönetirken özgürlüğünü,
kişiliğini geliştiren, hoşgörü ortamında çatışan fikirlerin dengeli gelişmesine,
toplumsal istikrara fırsat tanıyan, keyfi yönetimi sınırlayıp denetlemiş,
çoğulcu, katılımcı, eşitlik ve adaleti ilke edinmiş bir yönetişim sistemi
bir fikir bilim dalıdır. Tarihsel ve sosyal koşullarda ortaya çıkmış bir
idealdir.
Baskıcı,
keyfi, dayatmacı, çıkar çevresinde şekillenen, siyasal fikir ve erk
kullanan, sınıfsal düşünceyle oluşan ideolojiyi güçle yaşatan, sivil
özgürlük ve bireysel haklara ilgisiz, devlet güveni ve düzeninin etnik ve
dini sadakatin öncelik arzettiği, feodal köklerin etkisinde kalmış, fikri
sistemlerin gelişmesine, rasyonaliteye kapalı, batıl inanç ve cehalet
bağlarından kurtulmayı düşünmemiş, muhafazakarlığın, sosyalistliğin,
faşistliğin, anarşistliğin, dini fundementalizmin içinde yaşadığı alanın
yönetim tarzının adı POLİS DEVLETİ VEYA KANUN DEVLETİ iken, bireyin özgür,
özerk ve onurlu yaşam sürmesi ve bunun için devlet toplum ilişkisinden
birey için devlet, toplum için devlet anlayışına kendini terk eden DEVLETİN
HUKUKU sistemi her alanda hukuku üstün varsayan HUKUK DEVLETİ nitelemesine
dönmüş ve çağımız yönetim sisteminin TEMELİNİ oluşturmuştur.
Hukuk
devleti kavramında mutlak mutabık kalınmış bir tanım olmasa da bulunması
gerekli şekli gerçekler ve bazı temel ilkeler bulunduğu kabul edilmektedir.
Modern
devletin hukuktan hareketle temellendirilmesi meşruluk ve sınırlarının
kaynağını çoğunlukla, bir hatırlatma yapmak gerekirse;
Kuvvetler
ayrılığı, yargı bağımsızlığı, hakim teminat, tabii hakim ilkesi, idarenin
kanuniliği, idarenin yargısal denetimi, zararın giderimi, hak ve
hürriyetlerin kanunla sınırlanması, eşitlik, iyi niyet, ahde vefa,
öngörülebilirlik, ölçülülük, belirlilik, şeffaflık, belgeye ulaşma hakkı,
kusurlu sorumluluğu, suçsuzluk karinesi, suç ve cezaların kanuniliği,
geçmişe yürümezlik,
adil yargılanma, ceza sorumluluğunun şahsiliği, genel müsadere yasağı,
cezada kıyas, kanunların genel soyut ve gayri şahsi oluşu, kazanılmış
haklara saygı, hakkın kötüye kullanılmaması, kesin hüküm, zamanaşımı,
mücbir sebep, özel kuralın genele üstünlüğü gibi ilkeler oluştururlar.
Maddi
hukuk devleti ise salt pozitif hukuk kurallarının varlığıdır. Temel ilke ve
bu kurallar şekli gereklilikler ile devletin keyfi hak ve hürriyetlere
karşı tasarruflarını bertaraf etmek üzere düzenlenmesini haklı kılarlar.
Hukuk devleti kanunların kendisine uygun olması için hangi niteliklere
sahip olması gerektiğini ortaya koyan doktrindir ve anayasa ötesi SİYASİ
BİR KAVRAMDIR.
Hukuk
devleti, insan hakları korunması temel zeminine oturan ve devlet iktidarını
bunlar lehine sınırlandırmasını amaçlar. Hukuk devletinde haklar,
kullanılmasının karartılmasının önlenmesi için belirlilik içermeli
öngörülebilir olmalı, insan haklarını tanıyan, vatandaşlar için hukuki
güvenlik sağlayan, evrensel kanunilik ötesine geçmiş meşruluk taşıyan
ilkeler içermelidir. Ortaya çıkacak düzensizliklerde kamu düzeni, kamu
güvenliği, suçluluğun önlenmesi, gibi nedenler ile hürriyet ile otorite
arasında denge kuran vasıfları bünyesinde bulundurup, ilişkiler adil,
dengeli ölçülü olmalı, ölçülülükte sınır orantılılık unsurları ekseninde
sınırlanabilmelidir.
Hukuk
devletinin en ideal gerçekleşeceği ortamda bu koşullarda demokratik,
çoğulcu, katılımcı, sınıf üstünlüğü tanımayan, sosyal çıkarcılıktan uzak
demokratik sistemlerdir.
Demokrasiye
anayasal ve liberal bir kimlik eklendiğinde ise çatışmalar azalacak ve
hukuk devleti demokrasinin vazgeçilmezi haline gelecek çünkü sınırsız
demokrasi yerini temel haklarla sınırlı demokrasi anlayışına bırakacaktır.
Aynı
zamanda Hukuk devleti ile demokratik devletin sentezi olan anayasal devlet,
temel hak ve hürriyetleri garanti eden ancak devlet iktidarının kapsamını
ve kullanımını anayasacılık tekniği ile daraltan devlettir. Resmi
ideolojiye uygun düşmeyen düşünceleri gayri meşru sayan, bireyi toplum ve
devlet karşısında ikinci planda tutan, siyaseti dost düşman karşıtlığına
dayanan etkinlik sayan, gerektiğinde bu görüştekileri cezalandırma hakkını
kendinde gören ve bunun için anayasanın dışına çıkan militan demokrasi
anlayışı ise hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılmamaktadır.
Anayasal
gözle bakıldığında hukuk devleti çağdaş yaşamın nirengi noktasıdır.
Yokluğunda devletin sınırlandırılması, hukuk devletinin gerçekleşmesi,
temel hakların korunması gibi anayasacılığın temel unsurlarından biri yok
olur ve hukuk devleti yok ise anayasal demokraside olmayacaktır.
Bu
manada, hukuk devletinin neye karşı olduğu çoğunlukla bilinse de, ne için
olduğu konusunda bir uzlaşı bulunmamaktadır. Tabi ki buda kavramın
tanımlayıcı ve yönlendirici yani, olan ve olması gerekenleri içeriyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Olması gereken standartlardaki anlayış farklılıkları bu alanda güçlü
uyuşmazlıkları beraberinde getirmektedir. Hukuk devletinin maddi (içeriksel) mi
yoksa usulü (prosedüral) mü olması gerektiği ya da adaletten ziyade
öngörülebilirlik mi olduğu konusunda açıklık yoktur ve bu manada hukuk
devleti devletten yana bireye karşı gözükmekte, (adil bulunmayan yasaya uyma zorunluluğu
gibi) anayasal hakların korunması açısından ise anayasa hukukunu harekete geçirdiği
ölçüde bireyin yanında devlete karşı durmaktadır.
Her türlü
anlayışta tüm öngörülebilir standart ve ölçülere rağmen hukuk devletinin içinde
yaşadığı meşru demokratik alanda örneğin; pozitif ayrımcılık, kadın erkek
eşitliği, cinsiyet ayrımı, din devlet ilişkilerinde getirilen düzenlemelerin
hukuk devleti tanımı içinde kalacağı bir mutabakatın halen çok zor olduğu
bir gerçektir.
Burada,
“hukuk devleti” ilkesinin genelde, olağan ve kabul edilebilecek olan konu
ile ilgili herkesin farklı amaçlar için makul bir uyumluluk içinde olduğunun
belirlenmesi ötesinde bir şey olmadığını ve tüm değerlendirmelerimizi buna
göre yapmak gereğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bir
yetkinin o yetkiye meşruluk kazandıran amaçlar dikkate alınmaksızın ya da amaçlara hizmet etmeyecek şekilde
kullanılması keyfilik olarak tanımlanabilir. Toplumsal yaşam tasarımının meşruluk kaynağında hukuk
bulunduğu sürece siyasal iktidar politik özelik taşıyan takdir hakkı yerine hukuki meşruluğa
göre yönetimini icra etmesi gerekecek, ortaya koyduğu politikanın meşruluk
sınırlarının ölçütü ise hukuk devleti ilkeleri olacaktır.
Ancak
hukukun demokratik toplumlardaki insan ilişkilerinin tümüne sirayet etme eğilimi ile
ulaştığı genişlik, hukuk devletinin sınırlarını tartışılır hale getirmekte, Hukuk devleti
yakın geçmişten itibaren hak temelli bir yaklaşım biçimi olarak ifade edilmeye
çalışılmaktadır. Hukukla iktidar arası ilişkinin doğasında artık günümüzde
küresel sermaye, devlet ve hükümet dışı iktidar odakları vardır ve bunlarda
bilinen klasik hukuk devleti içeriğinde sapmalar ve değişimler yaratmış, hukuk
devleti algısı Avrupa birliği dinamikleri, çok uluslu kurum ve
kuruluşlar da gözetildiğinde eksen değiştirmiştir ya da
değiştirmektedirler.
Yürütmenin
keyfi iktidarını sınırlandıran ulus devlet düzleminde sınırlı özgürlük alanında
oturan hukuk devleti, 1990 sonrasında sonuçları ortaya çıkmaya başlayan
küreselleşme ile dinamik değişim geçirmektedir. Ulus devlet modelindeki
tutarlı kuvvetler ayrılığı ilişkisi, ulusalın alanına küreselin katılımı
ile tutarlılığını yitirmektedir. Dünya Bankası ve gümrük tarifeleri
genel anlaşması gibi iki taraflı 1700 ü aşan yatırım anlaşmaları ulus üstü
olup yansıdığı ülkelerde hukuk güvenliği ilkesini zayıflatmış egemenlik, kuvvetler
ayrılığındaki denge ülke dışı üstünlüklere ve kaygılara yerine terk etmeye
başlamıştır. Bugün hukuk devleti adına sosyal sigorta, yargılama ve
cezaların infazı gibi bizce kaçınılmaz kamusal alanları özelleştirme
kapsamına alan batılı ülkeler vardır. Ülkeler kapital ağırlıklı dünya
piyasasına eklemlenmiş olduğu sürece gelişmekte olan hukuk sistemi
anlayışından geri durmak, gelişimi kabul etmemek ve benim doğrum, benim
hukukum en iyisidir demek yaşanılan gerçekler karşısında hukuk devleti
ilkesini tanımını daha da zorlaştırmaktadır. Milli irade, ulus aşımı
zorunluluk hallerinde hukuk devleti ilkelerinden birilerine göre taviz
vermekte birilerine göre de değişime, realizme ayak uydurmaktadır. Hukuk
devleti ilkesinin çağdaş, demokratik, kolektif gelişime ayak uydurmadığı
sürece kişiye ve sisteme en iyi hukuku yaratacağı savunulan bir ütopya
olarak kalacağını söylemek yaşanılan konjonktürel gelişmeler karşısında
yanlış olmayacaktır.
Süreçte
Anayasa Mahkemesi’ni Hukuk Devletine Bakışına gelince:
Mahkemenin
61 ve 82 Anayasası dönemlerine ilişkin çok sayıda kararı incelendiğinde,
örneğin, sıkıyönetim mahkemelerinin kuruluşunun ihlal ettiği tabii hakim
ilkesi, sırf programı yüzünden kapatılan siyasi partiler, ifade
hürriyetinin önünde engel olan
TCK 141, 142, 163 maddelerine ilişkin kararları ve 27 Mayıs askeri yönetim
ve kurumlarının ima yoluyla
eleştirilmesini men eden kanuni düzenlemelerde anayasal demokrasi zemininden kaymış hukuk devleti
ilkeleri göz ardı edilebilmiş hatta hukuk devletini zedelemediği anayasaya uygun bulunduğu kararlarının
verilebildiği görülmüştür.
AYM
kararlarında genelde hukuk devleti gerekleri ilkeler şeklinde sayılmış, her
tanımın başında insan
haklarına saygılı adaletli hukuk düzeni kurmak mükellefiyetindeki devletin varlığına işaret edilmiştir.
Ölçü norm olarak kullanılmış ilkelerden herhangi birine aykırılık
hali hukuk devletine aykırılık olarak görülmüş, anayasa dışında yer alan
bazı ölçü normlarında varlığı bazen kabul edilip farklı bir denetim kapsamı
yaratılmıştır. Mahkeme bazen hukuk devleti tanımında anayasanın ve yasa koyucunun da bozamayacağı
yasa üstü temel HUKUK İLKELERİNİN varlığına işaret etmiş ise de bu
değişmezlik nedenleri ve kuralların neler olduğu hakkında açıklayıcı bilgiler
vermemiş, destek aldığı ölçü norm genel hukuk ilkelerine atıfta
bulunmuştur.
Genelde
insan haklarına saygılı, temel hakları koruyan, geliştiren, sürdüren
adaletli hukuk düzenine sahip, eylem ve
işlemlerde yargısal denetime açık, devlet organlarında hukukun egemen olduğu devlet hukuk devleti
olarak nitelenmiş, toplumsal barış ve ulusal dayanışmanın amaçlanmadığı, anayasal öncelik ve bağlayıcılığın
tanınmadığı, evrensel hukuk
kurallarına uzak duran adil olmayan çağdaşlıktan uzak kuralların hukuk
devleti ilkesini barındırmayacağı
belirtilmiş, yine mahkemenin birçok kararında temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda
toplumsal yarar kişisel yarar dengelemesi ekseni gözetilmiş, toplumsal
yarar dikkate alınmadan kişi yararlı düzenlemeler adaletli hukuk düzeni
kavramına aykırı ve ölçüsüz bulunabilmiştir.
Sonuç
olarak:
Yukarıdaki tüm anlatımlar Hukuk devleti ilkesinin neticede
bireyin insanca yaşamasına odaklı hak ve hukuk olarak ve de yönetenlerce
karşı geliştirilecek sistemleri özgürlük ve denetim ekseninde sınırlayan,
keyfiliği önlemeye yönelik, demokratik yaşam alanı yaratma amaçlı,
katılımcı, siyasal fikir ve akımların yaşama imkanı bulduğu, sınıf
üstünlüğü tanımayan, eşitlik ilkesi temelli, dinamik değişimlere, aydınlanmacı
fikir ve bilim alanlarına açık, çatışan fikirler arasında uyum ve denge
gözeten öğeler kapsamında bir alanı tanımladığını söylemek mümkündür.
Bu
açıklamalar karşısında yeniden anayasal değişikliklerin denetlenmesine
ilişkin şekil şartlarının yorumlanması biçimine döndüğümüzde,
Anayasa’nın
148. maddesinin anayasa değişikliklerinin denetlenmesinin sadece şekil
bakımından olduğu bunun ise, teklif, oylama çoğunluğu ve ivedilikle
görüşülemeyeceği şartlarına uygunlukla sınırlı olduğu, 2949 sayılı Yasa’nın
21. maddesinin birinci fıkrasında da aynı hükmün tekrar edildiği
görülmektedir.
Anayasa
değiştirme yetkisinin 175. maddesinde öngörülen yöntem ve asli kurucu
iktidarın belirlediği temel tercih alanı ve sınırını belirleyen teklif
edilebilirlik yetki kapsamında olacağı açıktır.
Siyasal
düzenin belirlendiği alanı işaret eden ilk üç maddenin, diğer anayasa
maddeleri gibi Anayasa’nın 148. maddesinin öngördüğü ancak tüketilerek
sayılan şartlara uygunluk yönünden denetimle sınırlı olduğu fikri
Anayasa’nın 4. maddesinde belirtilen değiştirilmezliği teklif edilmezlik
alanı ile sınırlandırılmıştır.
Getirilen düzenlemede kendisine yaslanılan aykırılık iddiasına
esas hukuk devleti ilkesinin yukarıda anlatılan içerikte aldığı tanım ve
kapsamı karşısında,
Öncelikle,
davacının iddiasına dayanak yaptığı hukuk
devleti ilkesinin normatif düzende şekillendirilmesinin tali kurucu iktidarın siyasal taktir alanı
içinde olduğuna, dava’da iptali istenen
kurallar yönünden Anayasal değişikliklere ilişkin düzenlemenin;
-Temel hukuk devleti ilke ya da düzenini açıkça
ihlal eden veya yok sayan,
-Temel hak ve
hürriyetlerin korunmasına sessiz
kalmış,
-İnsan
onurunu rencide eden hukuksuz bir kaynağı referans alan,
-Eşitsizlik
yaratmaya yönelik,
-Asgari
demokrasi tanımı kapsamı dışında denetimsiz bir alan yaratma amaçlı ya da hukuksuzluk
odaklı bir düzenleme olduğu,
Hukuk
devleti ilkesinden yukarıdaki anlatımlar ışığında uzaklaşıldığı veya
değiştirilmesi teklif edilmezlik alanı içine taşıldığı böylece ANAYASANIN
TEMEL ALDIĞI KORUNAN SİYASAL TERCİH ALANINA VE İLKELERİNE İLK BAKIŞTA
GÖRÜLEBİLİR AÇIK BİR AYKIRILIK YADA TELAFİSİ İMKANSIZ BİR ZARAR GETİRDİĞİ, kanaatine ulaşılamaması ve de
siyasi iktidarın kullandığı taktir hakkının yerindelik denetiminin de
mahkememizin denetleme görev alanı kapsamı içinde kalmadığı, yapılan anayasal değişikliklerde sekil denetiminin
verdiği ölçülerden teklif ve oylama çoğunluklarının
bulunup ivedilikle görüşülmeyeceği şartlarına aykırı bir durumun da fiilen
tespit edilememesi karşısında denetlemenin şekil yönünden bir
aykırılık taşımadığı sonucuna varılmış ve bu gerekçelerle şekil denetimi
dışında 5982 sayılı Kanun’un iptali istemine gelinen maddelerinin teklif
yasağı kapsamında incelenmesinde mahkemenin yetkili olduğu sonucuna varılan
oylamada karşı oy kullanılmıştır. Ancak ön sorun olarak görüşülen bu
hususta mahkeme çoğunluğunun kararı esas alınıp konu denetimine
katılınmıştır.
Üye
Serruh
KALELİ
KARŞIOY
GEREKÇESİ
Asli kurucu iktidarın
yarattığı Anayasa temel düzen normu haline geldiği andan itibaren tüm
anayasal kurum ve kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline gelir.
Dolayısıyla yasama, yürütme, yargı organları ile bunların alt birimlerinin
asli kurucu iktidarın yarattığı “hukuksal otorite” sınırları içinde hareket
etmeleri işlem ve eylemlerinin hukuksal geçerlilik kazanabilmesinin
önkoşuludur. Bu durum Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan “hiçbir kimse veya
organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” denilmek
suretiyle hiçbir istisna tanınmaksızın kabul edilmiştir.
Anayasa’nın değiştirilmesine
ilişkin tekliflerin kanunlaşma süreci Anayasa’nın 175. maddesinde
düzenlenmiştir. Bu kapsamda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tanınan bu
yetkinin her şeyden önce asli kurucu iktidar tarafından kullanılmasına izin
verilen bir yetki olması gerekir.
Anayasa’nın 4. maddesinde,
“Anayasa’nın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki
hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri
değiştirilemez ve değiştirmesi teklif edilemez.” denilmek suretiyle, 175.
maddede belirlenen yetkinin sınırları çizilmiştir.
Buna göre Anayasa’nın yetki
normu olan 175. maddesi, bu yetkinin sınırını çizen 4. maddesi ve bu
sınırların dışına taşan yetki kullanımının hukuksal müeyyidesini belirleyen
148. maddesinin birlikte değerlendirilmesi zorunludur.
Anayasa’nın 148.
maddesindeki, Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin “teklif… şartına
uyulup uyulmadığı” hususlarıyla sınırlı olduğunu belirten hüküm yukarıdaki
açıklamalar karşısında “geçerli teklif” koşulunun bulunup bulunmadığına
yönelik olarak yapılacak denetimi de içermektedir.
Yürürlükteki Anayasa’nın
öngördüğü düzen, anayasal normlar bütünü ve bu bütünü somutlaştıran ilk üç
maddede ortaya çıkan bir anayasal düzendir. Kurucu iktidarın siyasal düzene
ilişkin temel tercihi Anayasa’nın ilk üç maddesinde, bunun somut
yansımaları ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç
maddenin güvencesi olması itibariyle doğal olarak değiştirilemezlik
özelliğine sahiptir.
Netice olarak, Anayasa’nın
4. maddesi dahil olmak üzere ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya
Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya
dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun
hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki
tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun olması tasarrufun
geçersizliğine engel oluşturmayacaktır.
Bu açıklamalar karşısında;
5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un 16. maddesi ile Anayasa Mahkemesi, 22. maddesi
ile Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu hakkında yapılan anayasa
değişikliklerinin Anayasa’nın 4. maddesine göre “değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez.” olup olmadığının 148. madde uyarınca “teklif”
edilebilir olma açısından incelenmesi gerekmiştir.
Anayasa’nın 4. maddesinde
koruma altına alınan ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek
Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan “Hukuk Devleti” ilkesi
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere; “insan haklarına
saygılı ve bu hakları koruyan ve adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam
ettirmekte kendisini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı
denetimine bağlı olan devlet” şeklinde tanımlanmaktadır. Hukuk devleti,
kısaca hukukla sınırlanmış devlet anlamına gelmekte, hukuk; devletin hem
temelini ve meşruluk kaynağını, hem de sınırını oluşturmaktadır. Böylece
devlet organlarının her türlü faaliyetlerinin hukuk normlarına uygunluğunun
sağlanması, devletin her türlü keyfiliğinin önüne geçilmesi
amaçlanmaktadır.
Bu anlamda hukuk devletinin
gerçekleştirilmesinde iki temel gereklilik önemlidir. Birincisi hukukun ve
özellikle de Anayasa’nın üstünlüğü ile adaletin ve güvenliğin güvencesini
zorunlu kılan bireylerin hak ve özgürlüklerinin sağlanması, ikincisi ise
egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle
kullanılmasıdır.
Bu husus, Anayasa’nın 6.
maddesinde “hiçbir kimse ve organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet
yetkisini kullanamaz” hükmü ile açık bir şekilde ifade edilmiştir.
Anayasa’nın başlangıç bölümünün 4. paragrafında ise; “kuvvetler ayrımının
devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediği,
üstünlüğün ancak Anayasa ve Kanunlarda bulunduğu” belirtilmektedir.
“Kuvvetler ayrılığı”; devlet iktidarının farklı organlar arasında
paylaştırılması suretiyle iktidarın kötüye kullanılmasını engelleyen ve
yasama, yürütme ve yargı arasında bir kontrol ve denge sistemidir.
Yasama ve yürütme organları
arasındaki ilişkilerin niteliği uygulamada değişik derece ve şekillerde
gerçekleşmekte ve buna göre çeşitli hükümet şekilleri ortaya çıkmaktadır.
Ancak, yargı kuvvetinin her halde yürütme ve yasama organı karşısında tam
bağımsızlığının sağlanması yargının adaletin ilk ve temel güvencesidir. Bu nedenle
yargının bağımsızlığına ilişkin kurallar hukuk devleti açısından yaşamsal
önem taşımaktadır.
“Yargı bağımsızlığı” ile yargının kendisine verilen görevleri yerine
getirirken her türlü müdahale ve yönlendirmeden masun kılınması
sağlanmaktadır. Böylece anayasal demokratik hukuk devleti anlayışı
gerçekleştirebilir. Yargıçlar hangi yönden gelirse gelsin her türlü dış
etki ve baskıya karşı korunmadıkları müddetçe adalet hizmetlerini hukuka
uygun bir şekilde yerine getirebilmeleri mümkün değildir. Bu nedenledir ki,
yargı bağımsızlığının sağlanabilmesi “yargıç güvencesi” ile
mümkündür.
Bu durum, yargı
bağımsızlığının hukuk devleti açısından önemini açıkça ortaya koymaktadır.
Buna göre eğer yürütme ve yasama işlemlerinin hukuka uygunluğunu
denetleyecek olan yargı, yürütme ve yasama organları karşısında tam bir
bağımsızlığa sahip değil ise yargı denetiminden beklenen yarar sağlanamaz.
Netice olarak yargı bağımsızlığının güvence altına alınmamış olduğu
sistemlerde demokratik hukuk devletinden söz etmeye imkan yoktur.
Anayasa’nın 9. maddesinde;
“Yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı”,
138. maddesinde “mahkemelerin bağımsızlığı”, 139. maddesinde “hakimlik ve
savcılık teminatı” düzenlenmek suretiyle hukuk devleti olmanın temel
öğelerinden olan yargı bağımsızlığı ve hakim teminatı sağlanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında;
5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un;
1) Anayasa’nın 146.
maddesini değiştiren 16. maddesinin incelenmesi;
Anayasa yargısının temeli
Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerine dayanır.
1961 ve 1982 Anayasaları
sisteminde Anayasa Mahkemesi şüphesiz yargı organının bir parçası olmak ve
bir yüksek mahkeme niteliği taşımakla beraber, fonksiyonunun mahiyeti ona
yargı organı içinde özel ve öncelikli bir yer vermiştir.
Anayasa Mahkemesi
kanunların Anayasa’ya uygunluk denetimi yanında, siyasi partilerin mali
denetimi ve kapatılmaları istemiyle açılan davalarda parti tüzük ve
programları ile eylemlerinin Anayasa’ya uygunluk denetimini yapmakta olup,
ayrıca Yüce Divan sıfatı ile yargılama yapma işlevleri vardır. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesi’nin oluşumu yani Mahkeme üyelerinin belirlenmesi büyük
önem taşımaktadır.
Karşılaştırmalı hukuka
baktığımızda, anayasa yargılaması yapan yargı organının bağımsız ve
tarafsızlığının sağlanması ve korunması amacıyla üye seçimlerinde her
ülkenin kendi tarihi, siyasal koşulları ve gelişimlerine göre değişik
yöntemler uygulandığı görülmektedir.
Yapılan düzenleme ile
Anayasa Mahkemesi üye sayısı onyediye çıkarılmaktadır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulu’nun her boş yer için gösterdiği
üçer aday içinden, bir üyeyi ise Baro Başkanlarının avukatlar arasından
gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylama ile seçeceği bu
seçimde ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki, ikinci oylamada üye tam
sayısının salt çoğunluğunun aranacağı, salt çoğunluk sağlanamazsa “en çok
oy alan iki aday arasından en fazla oy alan aday” seçilmiş olacağı
belirtilmektedir.
Görüldüğü gibi bu düzenleme
ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde uzlaşma gerektirecek nitelikte bir
karar yeter sayısı seçim sonuçlanıncaya kadar aranmaması suretiyle yasama
organında çoğunluğun seçeceği bir adayın seçilmesi söz konusu olacaktır. Bu
durum ise parlamentoda çoğunluğa sahip siyasi partinin, Anayasa
Mahkemesi’ne üye seçmesi anlamını taşıyacaktır. Belirtilen nitelikteki bir
seçim sonucunda seçilecek kişi ile ilgili toplumda oluşacak algı da,
yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı bakımından tereddütler doğmasına yol
açacak ve bu yönüyle hukuk devletine aykırı olacaktır.
Diğer taraftan Sayıştay ve
Baro tarafından gösterilecek adayların belirlenmesindeki seçim usulü bu
kurumların iradesini yansıtmayan şekilde “bir aday için oy kullanma”
şeklinde düzenlenmiştir. Bu demokratik ve adil olmayan bir seçim usulüdür.
Netice olarak gerek Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ndeki seçim sistemi, gerekse aday seçimindeki seçim usulü;
Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda mahkemenin bağımsızlığını ve
tarafsızlığını zedeleyecek niteliktedir.
Cumhurbaşkanı üç üyeyi
Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askeri Yargıtay, bir üyeyi Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca boş yer için gösterecekleri üçer
aday arasından; en az ikisi hukukçu olmak üzere, üç üyeyi Yükseköğretim
Kurulunun öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden, dört
üyeyi de üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim ve
savcılar ile en az 5 yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri
arasından seçeceği belirtilmektedir.
Buna göre, Cumhurbaşkanı
dört üyeyi doğrudan, on üyeyi ise yargı organları ve Yükseköğretim
Kurulu’nun göstereceği adaylar arasından seçmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin Yüce
Divan olarak yargılama fonksiyonunun bulunduğu da göz önünde tutulduğunda,
mahkemenin oluşumunda üye sayısının onyedi olarak artırılmasına karşın,
yargı organlarına ayrılan üye kontenjan sayısının düşürülmesi, Mahkemenin
yaptığı görevin niteliği itibariyle hukuka uygun ve demokratik değildir.
Diğer taraftan, kurumlarca
aday seçiminde bir üye “ancak bir aday için oy kullanır” şeklindeki
düzenleme ile demokratik ve eşitliği sağlamayan bir seçim sistemi ile
adaylar belirlenmektedir. Bunun sonucu Anayasa Mahkemesi üyeliği seçiminde
aday gösterecek kurumların çoğunluk iradesini yansıtmayan şekilde
demokratik olmayan bir sonuca ulaşılabilecektir.
Bu durumda, yasama
faaliyetinin denetimi, siyasi partilerin mali denetimi ve kapatılmaları
istemiyle açılan davalarda parti tüzük ve programları ile eylemlerinin
Anayasa’ya uygunluk denetimi ve Yüce Divan görevleri bulunan Anayasa
Mahkemesi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin basit çoğunluk ile seçeceği
üç üye, Cumhurbaşkanı’nın dördü doğrudan, onu dolaylı şekilde ve demokratik
olmayan usullerle seçilen adaylar arasından seçeceği üyeler ile
oluşturulması, Mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığını zedeleyecektir.
Netice olarak 5982 sayılı
Yasa’nın 16. maddesi ile Anayasa’nın 146. maddesinde yapılan değişiklik,
Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığını olumsuz etkilenmesine
yol açacak şekilde sayısal zemin hazırladığı, bu haliyle kuvvetler ayrılığı
ve demokratik hukuk devleti ilkesini zedelediği ve Anayasa’nın 4.
maddesinde belirtilen değiştirme yasağı kapsamında olduğu açıktır.
2) Anayasanın 159.
maddesini değiştiren 22. maddesinin incelenmesi;
Yapılan değişiklikle
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asil ve oniki yedek üyeden
oluşan, üç daire halinde çalışan bir yapı ortaya konulmuştur.
Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu hakim ve savcıların atama, yer değiştirme, yükseltilme, denetim ve
disiplin gibi özlük işlerini yürüten bir kuruldur. Bu nedenle bu yetkileri
kullanacak kurulda yürütme organına yer verilmesi halinde hakimlik
teminatının değer ve etkinliğini büyük ölçüde yitireceği kuşkusuzdur.
Avrupa Birliği uzmanlarınca
düzenlenen ilerleme raporları, istişari ziyaret raporları, Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesinin kararları, Avrupa Yargıçları Konseyi’nin görüş ve
önerilerinde ve ulusal düzeyde ilgili kurum ve kuruluşların raporlarında
hakimler ve savcıların kariyer ve seçimleri konusunda karar veren kurulun
hükümet ve idareden bağımsız olması, kurul üyelerinin yargıçlardan oluşması
ve kendi emsalleri olan yargı tarafından seçilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
Yapılan düzenleme ile
Kurul’un Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı müsteşarı kurulun tabi
üyesidir. Kurul’un yönetim ve temsili Kurul Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı
tarafından yapılacağından Kurul çalışmalarının Adalet Bakanı tarafından
yönlendirilmesi ve bu durumun kurul çalışmalarını etkileyeceği tabii
bulunmaktadır.
Diğer taraftan yapılan
değişiklikle hakimler ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma işlemleri
ilgili dairenin teklifi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı’nın
oluru ile kurul müfettişlerine yaptırılacağı belirtilmekte olup, buna göre
hakim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma ancak Bakan’ın oluru ile
yapılabilecektir. Öte yandan Kurul’a bağlı olarak kurulan genel sekreterliğe
atamanın Kurul’un belirlediği adaylar arasından Kurul Başkanı sıfatıyla
Adalet Bakanı tarafından yapılacağı belirtilmektedir.
Netice olarak, Adalet
Bakanı ve Bakanlık müsteşarının Kurul’a katılması ve Kurul Başkanı
sıfatıyla Adalet Bakanı’na verilen yetkiler yargının yürütmeye bağımlı
kılınmasına neden olacağından, hukuk devleti olmanın ön koşullarından biri
olan yargı bağımsızlığını zedelediği açıktır.
Yapılan değişiklikle
kurulun üye sayısı artırılarak kurul, yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden
oluşmaktadır.
Buna göre Kurul’un dört
asil üyesinin nitelikleri kanunda belirtilen Yükseköğretim Kurumları’nın
hukuk iktisat ve siyasal bilgiler dallarında görev yapan öğretim üyeleri
üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından
seçileceği belirtilmektedir. Böylece Cumhurbaşkanı’na Kurul’a doğrudan
meslekten (hakim ve savcı) olmayan kişileri seçme yetkisi tanınmaktadır.
Yüksek Hakimler ve Savcılar
Kurulu adından da anlaşıldığı gibi hakim ve savcıların özlük işleri
konusunda karar veren bir mesleki kurul olması itibariyle meslekten olmayan
kişilerin kurula üye olması halinde bu kişilerin kurula nasıl bir katkı
sağlayacakları anlaşılamadığı gibi bu kişileri bilgilendirmek amacıyla
yapılan yönlendirmeler de düşünüldüğünde, bu düzenlemenin yargının
bağımsızlığı ve tarafsızlığını etkileyeceği tabiidir
Cumhurbaşkanınca üç asıl ve
üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki
asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel
Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel
Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci
sınıfa ayrılmış adli hakim ve savcılar arasından adli yargı hakim ve
savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıfa ayrılmış idari
yargı hakim ve savcıları arasından idari yargı hakim ve savcılarınca
seçileceği belirtilmektedir.
Düzenleme ile Kurul’un üye
sayısı artırıldığı halde yapılandırılmasında Yargıtay ve Danıştay’a ayrılan
üye kontenjanının orantısal olarak düşürülmesi kurulun yaptığı görevin
niteliği itibariyle hukuka uygun ve demokratik değildir.
Cumhurbaşkanı tarafından
seçilmek üzere kurumlardan gönderilen adayların bu kurumlar tarafından
seçiminde “ancak bir aday için oy kullanılır” şeklindeki düzenleme; aday
seçimlerinde kurumların çoğunluk iradesini yansıtmayan şekilde, demokratik
olmayan sonuçlar doğurabilecektir. Adil olmayan bir seçim sisteminin hukuk
devleti ile bağdaştırılması mümkün değildir.
Öte yandan bir asıl ve bir
yedek üyenin Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri
arasından seçilmesi, Adalet Akademisinin Adalet Bakanlığı’na bağlı özerk
olmayan bir kurum olduğu ve meslekten olmayan kişilerin de seçilebilmesine
yol açabileceği gözetildiğinde, yargı bağımsızlığına dolayısıyla kuvvetler
ayrılığı ve hukuk devletine aykırıdır.
Bu durumda 5982 sayılı
Yasa’nın 22. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 159. maddesinde
yapılan değişiklik yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını etkileyecek
şekilde Adalet Bakanı’nın Kurul başkanı, Bakanlık Müsteşarının kurulun
tabii üyesi olarak katıldığı ve kurul üyelerinin sayısının artırılması
suretiyle sayısal zemin hazırladığı bu haliyle kuvvetler ayrılığı ve
demokratik hukuk devleti ilkesini zedelediği ve Anayasa’nın 4. maddesinde
belirtilen değiştirme yasağı kapsamında olduğu açıktır.
Diğer taraftan; yukarıda
belirtilen gerekçelerle Anayasa Mahkemesi’nin oluşumuna ilişkin geçiş
sürecini düzenleyen geçici madde 18’in üçüncü fıkrasının (a) ve (b)
bentlerinin son tümcelerinin iptal edilen ibareler dışında kalan bölümleri
ile aynı fıkranın (ç) bendi, aynı maddenin dördüncü fıkrasının;
Yüksek Hakimler ve Savcılar
Kurulu’nun oluşumuna ilişkin geçiş sürecini düzenleyen geçici madde 19’un
birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin iptal edilen ibareler ve
ikinci tümcesi dışında kalan bölümü ile (b), (c) ve (ç) bentlerinin son
tümcesinde iptal edilen ibareler dışında kalan bölümlerinin de kuvvetler
ayrılığı ve demokratik hukuk devleti ilkesini zedelediğinden Anayasa’nın 4.
maddesinde belirtilen değiştirme yasağı kapsamındadır.
Netice olarak 5982 sayılı
Yasa’nın 16.ve 22.maddeleri ile Anayasa’nın 148. ve 159.maddelerinde
yapılan değişiklikle Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurul’unun yeniden oluşturulmasında yasama ve yürütmenin etkisine açık hale
getirilmek suretiyle yargı bağımsızlığının zedelendiği açık olup,
Anayasanın 2. maddesinde yer alan Cumhuriyetin nitelikleri arasında
gönderme yaptığı başlangıç kısmında belirtilen kuvvetler ayrılığı ve
demokratik hukuk devleti ilkelerine aykırıdır.
Yargı bağımsızlığının
olmadığı yerde demokratik hukuk devletinden söz edilemez.
Bu nedenle, 5982 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’un;
1- 16. maddesiyle
değiştirilen, Anayasa’nın 146. maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve
dördüncü fıkralarının,
2- 22. maddesiyle
değiştirilen, Anayasa’nın 159. maddesinin ikinci, üçüncü, beşinci, yedinci,
dokuzuncu, onbirinci fıkralarının;
3- Geçici Madde 18’in
üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin son tümcelerinin iptal edilen
ibareler dışında kalan bölümleri, aynı fıkranın (ç) bendi ve aynı maddenin
dördüncü fıkrasının;
4- Geçici madde 19’un
birinci fıkrasının (a) bendinin birinci tümcesinin iptal edilen ibareler ve
ikinci tümcesi dışında kalan bölümü ile aynı fıkranın (b), (c) ve (ç)
bentlerinin son tümcelerinde iptal edilen ibareler dışında kalan
bölümlerinin;
Anayasa’nın 2., 4. ve 148.
maddeleri gözetilerek değiştirilmezlik ilkesine aykırı olması nedeniyle
iptali gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle kısmen
iptal yolundaki çoğunluk kararına bu yönlerden katılmıyorum.
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
MUHALEFET ŞERHİ
İlk İnceleme Yönünden;
Halkoyuna sunulan anayasa
değişikliği kanunlarına ilişkin dava açma süresinin ne zaman başlayacağına
ilişkin hukuki düzenlemelere bakıldığında, Anayasanın 148. maddesinin
ikinci fıkrasında “kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten
sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz” şeklinde, 2949
sayılı kanunun 22. maddesinde ise “anayasa değişiklikleri ile kanunların
şekil yönünden Anayasaya aykırılıklar, iddiası ile doğrudan doğruya iptal
davası açma hakkı, bunların Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak on
gün … sonra düşer” biçiminde düzenlenmiştir.
Halkoyuna sunulan anayasa
değişikliği kanun ile ilgili olarak Anayasanın 175. maddesinin dördüncü
fıkrasında “Meclisçe üye tam sayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az
oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkında kanun cumhurbaşkanı
tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi
Gazete’de yayımlanır” hükmü yer almaktadır.
Bir kanunun hukuki geçerlilik
kazanması ve yürürlüğe girebilmesi için teklif veya (sadece kanunlar için)
tasarının mevcut olması, teklif veya tasarının TBMM’nde görüşülmesi ve
kabul edilmesi, kabul edilen teklif veya tasarının Cumhurbaşkanınca
yayımlanması gerekir. Ancak bu halde metin kanun olarak geçerlilik kazanır
ve yürürlüğe girerek vatandaşlar için bağlayıcı hale gelir. Kanunlar
aleyhine Anayasa Mahkemesinde dava açabilmek için de bu aşamaların
tamamlanmış yani, kanunun Resmi Gazete’de yayımlanmış olması gerekmektedir.
Anayasa değişikliklerinde ise yukarda belirtilenlere ilaveten bir aşama da
“onay” aşamasıdır. Anayasanın 175. maddesinde öngörülen Anayasayı
değiştirme usulüne bakıldığında TBMM’nin beşte üç çoğunlukla yani 330
milletvekilinin oyuyla bir anayasa değişikliğini kabul etmesi mümkündür,
ancak böyle bir teklifin Cumhurbaşkanınca yayımlanarak yürürlüğe konulması
olasılığı yoktur. Bu kanunun yürürlüğe girebilmesi için mutlaka halkoyuna
sunulması ve halkoylamasında geçerli oylarının yarısından bir fazlasının
alınması gerekmektedir. Aksi takdirde böyle bir düzenlemenin yürürlüğe girmesi
mümkün değildir. Dolayısıyla, halkoylamasının anayasa değişikliklerinin
yasalaşması sürecindeki işlevinin “onay” olduğu görülmektedir. Anayasanın
175. maddesinde bu nitelikteki metinlere “kanun” denilmiş olması
halkoylamasından önce bu metinlerin geçerlilik kazandığı anlamına
gelmemektedir. Çünkü metin ancak halkoylamasında kabul edildikten sonra
geçerlilik kazanmaktadır. Metnin halkoylamasında reddedilmesi halinde kanun
iptal edilmiş olmaktadır. Halkoylamasına sunulan kanun hakkında Anayasa
Mahkemesine dava açılması da aynı anda bir kanunun hem siyasal hem de
yargısal denetimin yapıldığı anlamına gelir ki, böyle bir düşünceyi kabul
etmek mümkün değildir.
Öte yandan, halkoylamasına sunulan
anayasa değişiklikleri üzerinde denetim yapılabilmesi için Anayasa’da açık
bir düzenlemenin bulunması ve denetime başvurulması halinde halk
oylamasının denetim sonuna bırakılması ve Anayasa Mahkemesine inceleme için
kesin bir süre verilmesi gerekir. Anayasada açıkça düzenleme olmadıkça
içtihat yoluyla denetim sistemine başvurma mümkün değildir. Bu nedenle bir
Anayasa değişikliği kanununun denetlenebilir hale gelmesi için, geçerlilik
kazanması ve yürürlüğe girmek üzere yayımlanmış olması zorunludur.
TBMM’nde beşte üçten fazla fakat
üçte ikiden az (330-366) oyla kabul edilen Anayasa değişikliği kanununun
zorunlu olarak halkoylamasına sunulması gerekir. Bu durumdaki anayasa
değişikliği kanunlarının Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe
konulması mümkün olmadığı gibi TBMM’nin de bunları herhangi bir şekilde yürürlüğe
koyma imkânı yoktur. Bu kanunlar ancak halkın olumlu kurucu iradesi ile
geçerlilik kazanır ve bundan sonra yürürlüğe konulabilir. Dolayısıyla
halkın iradesi bu tür yasaların tekâmülü açısından kurucu bir unsurdur.
Sadece yürürlüğe giriş şartı değildir. Bu nedenle halkoylamasından önce bu
kanunların denetlenmesi mümkün değildir.
Anayasanın 148.maddesinde dava açma
süresinin başlangıcı olarak belirlenen Resmi Gazete’de yayımlama koşulu,
Anayasa değişikliği kanunlarının halkoyuna sunulması amacıyla yayımını
değil, halkoylamasında kabul oyu çıkması halinde, kabul edilen metnin
yürürlüğe girmesi amacıyla sonuçların yayımıdır. Dava açma süresi bu yayın
tarihinden itibaren başlamaktadır. Çünkü bu durumda metnin geçerlilik
kazanıp kazanmadığı ancak halkoylaması sonuçlarına bakılarak anlaşılabilir.
Halkoylaması sonucuna ilişkin kararın yayım tarihi, Anayasanın 148.
maddesine göre dava açma süresinin başlangıcını teşkil edecektir.
Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde Anayasanın 148. ve 2949 sayılı yasanın 22. maddelerine göre
dava açma süresi henüz başlamadığı düşüncesiyle, başvurunun REDDİNE karar
verilmesi gerektiğinden çoğunluğun kararına katılmadım.
7.5.2010 günlü, 5982 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’un, 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin
Anayasa’nın 4. maddesi kapsamında öngörülen teklif yasağı kapsamında
incelenmesinin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinde olup olmadığı bir ön sorun
olarak görüşülmüştür.
Anayasa’nın 148. maddesine göre
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından
uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından
inceler ve denetler.” Buradan da anlaşılacağı üzere Anayasa
değişikliklerinin sadece ve sadece şekil yönünden incelenebileceği gayet
net bir şekilde vurgulanmaktadır. Asli kurucu iktidar bununla da
yetinmeyerek bu şekil denetimin nasıl yapılacağını da aynı madde içinde
göstermiştir. Buna göre “kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son
oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa
değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle
görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır.” Anayasa
metninde yer alan “sınırlıdır” ibaresi, bu denetimin başka hususları
içermeyeceğinin bir kanıtıdır.
Anayasa Mahkemesi 2008 yılına kadar
Anayasa değişikliklerini Anayasanın ilgili hükmü çerçevesinde incelemiş ve
anayasa değişikliklerinin iptaline ilişkin üç başvuruyu, 148’inci maddede
sayılan şekil bozuklukları ile ilişkili olmadıkları gerekçesiyle
reddetmiştir. Mahkeme, 2008’e kadar ve Mahkemenin 5.7.2007 tarihli
kararında bu husus, açık olarak ifade edilmiştir: “Anayasa’nın 148’inci
maddesinde, Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisi, teklif, oylama çoğunluğu
ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartlarına uyulup uyulmadığı hususları ile
sınırlandırılmıştır. Esas yönünden denetime olanak tanınmadığı gibi, 148.
maddede tüketici biçimde sayılan koşulların dışında şekil yönünden denetim
yapılması olanaksızdır.”
Mahkeme, 2008 yılında Anayasa’nın
10. ve 42. maddelerindeki değişikliği iptal ettiği kararıyla “şekil” adı
altında Anayasa’da yer verilmeyen esastan denetim yapmıştır. Burada
Mahkeme, Anayasa’nın 4. maddesinde yer alan ilk üç maddenin değiştirilmesi
ya da değiştirilmesinin teklif edilmesinin yasaklanmasından hareketle söz
konusu anayasa değişikliklerinin değiştirilemez madde niteliğinde olup,
olmadığını incelemiştir. Böylece daha önceki içtihatlarıyla da çelişmiştir.
Anayasa’nın önemli bir bölümü 2.
Maddede sayılan ilkelerin somutlaştırılmış düzenlemelerini içermektedir.
Değiştirilemez olan 2. Maddede yer alan ifadelerdir. Bunların dışındaki
maddelerde tali kurucu iktidar usulüne uygun olmak koşuluyla yeni
düzenlemeler ve değişiklikler yapabilir. Değiştirilemez ilkeler diğer
anayasa maddelerindeki değişiklikleri incelemede kullanılacaksa, katı bir
yorumla her türlü anayasa değişikliği değiştirilemez maddelere aykırı
olarak değerlendirilebilir. Mahkeme herhangi bir anayasa değişikliğini
4’ncü maddeye gönderme yaparak 1., 2., ve 3’ncü maddelere aykırılık olarak
değerlendirilip kolayca iptal edilebilecektir. Bunun toplumsal hayatın
dinamizmini yansıtması beklenen anayasayı adeta donduracağı, ona zaman-dışılık
ve metafizik bir nitelik kazandıracağı söylenebilir.
Burada Anayasa Mahkemesi kurulu
iktidarın bir parçası olmaktan çıkıp, kurucu iktidarın alanına girmektedir.
Böyle bir durumda “anayasal devlet Anayasa Mahkemesi devleti halini
almıştır…Anayasanın üstünlüğü… anayasa yargıcının üstünlüğüne dönüşmüştür.”
Anayasa’nın açık hükmüne aykırı yorum yoluna gidilerek olmayan bir yetki
ihdas edilemez.
Kurulu iktidarın bir unsuru olan
Anayasa Mahkemesi, kurucu iktidara ait alana girerek Anayasa’da değişiklik
yapma hakkına sahip değildir. Böyle bir durum kuvvetler ayrılığına
aykırıdır. Demokratik usullere uyularak Meclis tarafından kabul edilen
anayasa değişikliği tekliflerini her defasında, değiştirilemez hükümleri
Demokles’in kılıcı gibi kullanarak esastan incelemek, demokrasinin
işlerliğine telafisi güç zararlar verecektir. Anayasa’nın değiştirilmez
maddelerinden olan 2. Maddesi Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında
demokratikliği de saymaktadır. Demokratikliğin olmazsa olmaz koşullarından
biri de egemenliğin millete ait olmasıdır. Kurulu iktidarın bir parçası
olan Anayasa Mahkemesi’nin kurucu iktidarın Anayasa değişikliklerini
esastan denetlemesi onu kurucu iktidarın üstünde bir konuma getirmekte, bu
da millet egemenliğinin denetlenmesi gibi bir sonuç doğurmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin “şekil” adı
altında esastan inceleme yapması Anayasa’nın 148. maddesindeki
sınırlamaları bir bakıma işlevsiz hale getirmektedir. Asli kurucu iktidarın
işlevsiz olan bir maddeyi Anayasa’ya dahil etmesi düşünülemeyeceğine göre,
anayasal denetimin bu madde kapsamı ile sınırlı tutulması gerekmektedir.
Anayasallık denetimi ideolojik bir denetim olmayıp, kaynağını pozitif hukuk
normlarından almalıdır. Pozitif hukuksal temellerden uzaklaşılırsa normlar
arasındaki olası üstünlük veya öncelik bireysel ideolojik bir
değerlendirmeye denk düşebilir. Lâfzî, tarihsel ve amaçsal yorumlar
bakımından da Anayasa Mahkemesi’ne esastan denetim yetkisi verilmemesine
rağmen Anayasa metninin ötesinde yorum yapılması Mahkeme’nin yetkisini
aşması anlamına gelmektedir.
Anayasa değişikliklerinin esas
bakımından denetiminden söz edilebilmesi için anayasa üstü normların
varlığının kabulü veya anayasa normları arasında bir hiyerarşi bulunması ve
sadece hiyerarşik kademede daha altta olan normun üstte olan norma
uygunluğunun denetimi şeklinde gerçekleşmesi gerekecektir. Anayasa’yı
oluşturan normlar arasında bir hiyerarşik üstünlük bulunmamaktadır. Bir
normun denetimi ancak kendisine üstün olan başka bir norma uygunluk açısından
olabilir. Anayasa değişikliği ile ortaya çıkan norm bir anayasa normu
olduğuna göre her ikisi de eşit değerde olan iki normun birbirine
uygunluğun denetiminin nasıl olacağı ciddi bir kuramsal sorundur.
Anayasa üstü pozitif olmayan bir
takım değerlerin var olduğu varsayılsa bile, bunların somutlaştırılması
yargıçların değil, egemenliğin sahibi olan halkın ve onun adına kurucu
yetki kullanan anayasa yapıcının yetkisindedir. Anayasa üstülük Anayasa’nın
üstünde olan ama Anayasa tarafından ifade edilmeyen kurallar bulunduğu ve
bu kuralların keşfedilmesinin ve uygulamaya konulmasının yüksek bir yargı
organına ait olduğu varsayımına dayanır. Bu ise yargı organının kurucu
iktidar yetkisini ele geçirmesi demektir. Anayasamızın değiştirilemez
hükümlerinin “normatif açıdan Anayasa’nın diğer hükümlerine göre üstün
olduğunu söylemek mümkün değildir”.
Anayasa’nın 6. Maddesi’nin 2.
fıkrası “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır” demektedir. Aynı maddenin 3. fıkrasında
da “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz” ibaresi yer almaktadır. Anayasa’nın 153’üncü maddesinin
2.fıkrasına göre de “Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde
kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi
hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.”
Anayasayı değiştirme iktidarı, üzerinde tartışmaya yer vermeyecek şekilde
milli egemenliğin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir.
Usulüne uygun olarak TBMM tarafından gerçekleştirilen bir anayasa
değişikliğinin çeşitli nedenlerle toplumun bazı kesimlerince eleştirilmesi,
yetersiz ve/veya sakıncalı olduğunun iddia edilmesi, tali kurucu iktidarın
Anayasa’yı değiştirme yetkisini kullanmasının sakıncalı olduğu anlamına
gelmez. Kaldı ki zorunlu olarak halkoyuna sunulacak düzenlemelerin uygun
olup olmadığının denetimini egemenliğin esas sahibi olan halk yapacaktır.
Hukuk devletinde, kamu organ ve
makamları kendilerine açık olarak tanınan yetkiler dışında gerekçesi ne
kadar yüce olursa olsun yetki yaratamazlar. Anayasa Mahkemesi varlık
sebebini Anayasa’ya borçludur ve hukuki meşruiyeti ona dayanmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin kendisinin Anayasa’ya uymaması, “şekil” kapsamında esas
denetimi gibi Anayasa’da olmayan bir yetki yaratarak, bunun kullanılması
Mahkeme’nin hukuki meşruiyetinin yanı sıra toplumsal ve siyasi meşruiyetine
de darbe vurmaktadır. Bu çerçevede ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından
Frankfurter’in, ABD Yüksek Mahkemesi’nin sahip olduğu “müthiş” yetkinin
“azami ihtiyatla” kullanması gerektiği şeklindeki görüşü bize ışık
tutmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin sahip olduğu yetkileri ihtiyatla ve
özenle kullanması gerekmektedir. Yargısal aktivizm yoluna girilerek,
olmayan yetkilerin yaratılmaya çalışılması toplum nezdinde Mahkeme’nin
meşruiyetinin sorgulanmasına neden olabilir.
Anayasa yargısı ve mahkemeleri
yasamanın ve yürütmenin anayasal sınırlar içinde kalmasını sağlamak için
kurulmuşlardır. Anayasa yargısının görevlerinden biri kanunların anayasaya
uygunluğunu denetlemektir. Kurucu iktidar yetkisi, anayasa yapma ve
değiştirme hakkına sahip halk veya onun seçilmiş meşru temsilcilerine
aittir. Anayasa Mahkemesi’nin Meclis’in gerçekleştirdiği anayasa
değişikliklerini “şekil” adı altında esastan denetlemesi kurucu iktidarın
Mahkeme’ye geçmesi sonucunu doğuracaktır. Bu sistemin adı çoğulcu demokrasi
değil, jüristokrasi yani yargıçlar hükümeti olacaktır.
Tali kurucu iktidarın anayasa
değişikliklerini mümkün olduğunca toplumun tüm kesimlerini kapsayıcı ve
bunların katılımını kolaylaştırıcı şekilde gerçekleştirilmesi arzulanan bir
durumdur. Son yıllarda dünyadaki anayasa yapımı ve değiştirilmesi
süreçlerine bakıldığında böyle bir eğilimin yaygınlaştığı da görülmektedir.
Bu eğilimi, modern demokrasilerin karşı karşıya olduğu meşruiyet krizini
aşma yönünde önemli bir adım olarak görmek mümkündür. Bilindiği üzere ünlü
Alman düşünürü ve siyaset kuramcısı Habermas meşruiyet krizinin
demokrasilerin kendilerini sadece hukukun üstünlüğü ilkesiyle
sınırlamalarından kaynaklandığını iddia etmişti. O’na göre “demokratik
yönetim bürokratik modern devletin yalnıza hukukun üstünlüğü ilkesi yoluyla
denetlenmesi anlamına gelmemelidir. Aynı zamanda alttan denetimi sağlayan
ve karar alma süreçlerine katılımı gerçekleştirecek kamusal iletişim
mekânın varlığı da devlet-toplum arasında kurulacak demokratik yönetim için
gereklidir.” Anayasal denetim devlet ile toplum arasında oluşturulacak
demokratik yönetime katkı sağlamalıdır.
Sonuç olarak Anayasa’nın koruyucusu
ve onu zamanın gereklerine göre değişimini sağlayıcı esas güç halkın
kendisidir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında,
7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un, 8., 14., 16., 19.,
22., 25. ve 26. maddelerinin Anayasa’nın 4. maddesi kapsamında öngörülen
teklif yasağı kapsamında incelenmesinin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinde
olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Engin YILDIRIM
MUHALEFET ŞERHİ
1. İLK İNCELEME YÖNÜNDEN
Anayasanın 148. maddesinin
ikinci fıkrasında şekil bozukluklarına dayalı iptal davası açma süresine
ilişkin olarak “Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten
sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz” hükmüne yer
verilmiştir. Aynı konuya ilişkin olarak 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’un 22. maddesinde ise “anayasa
değişiklikleri ile kanunların şekil yönünden Anayasaya aykırılıkları iddiası
ile doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, bunların Resmi Gazete’de
yayımlanmalarından başlayarak on gün... sonra düşer” hükmü yer
almaktadır.
Bu düzenlemelerden şekil
bozukluğuna dayalı iptal davası açma süresinin kanun ya da Anayasa
değişikliğinin Resmi Gazete’de yayımı ile başlayacağı ve on gün sonra
düşeceği anlaşılmaktadır.
Anayasanın 175. maddesinin
dördüncü fıkrasında ise "Meclisçe üye tamsayısının beşte üçü ile
veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkında
kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna
sunulmak üzere Resmi Gazete’de yayımlanır" hükmü yer almaktadır.
Zorunlu ya da ihtiyari
olarak halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin dava açma süresi
konusunda mevzuatımızda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu husus
yukarıdaki düzenlemelerin yorumlanması yoluyla ortaya konulmalıdır. Acaba
Anayasa’nın 148. ve 2949 sayılı Yasa’nın 22. maddesinde belirtilen dava
açma süresini başlatan Resmi Gazete’de yayımlama, Anayasa’nın 175.
maddesinde yer alan halkoyuna sunma amaçlı yayımlama mıdır? Yoksa
halkoylaması sonucunda değişiklik teklifinin, sunuluş biçimine göre bir
kısmının ya da tamamının kabul edilmesi halinde buna ilişkin sonucun
yayımlanması mıdır?
Bu soruya cevap verebilmek
için halkoyuna sunulan anayasa değişikliğinin hukuki niteliğini açıklığa
kavuşturmak gerekir. Hukuk sistemimizde kanunların hukuki geçerlilik
kazanarak yürürlüğe girebilmesi için teklif veya tasarının mevcut olması,
teklif veya tasarının TBMM’de görüşülerek kabul edilmesi ve kabul edilen
kanunun Cumhurbaşkanınca yayımlanması gerekir. Anayasa değişikliklerinin
geçerlilik kazanabilmesi için ise kanunlardan farklı olarak ayrıca
onaylanmış olması gerekir. Anayasa’nın 175. maddesinde “onay” terimine yer
verilmemiş olmakla birlikte Türk Anayasa Hukuku öğretisi 1924 ve 1961
Anayasalarından farklı olarak 1982 Anayasası’nın, Anayasa değişikliklerinde
bir onay aşaması öngördüğünü ittifakla kabul etmektedir. (Erdal Onar, 1982
Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu (Ankara, 1993) 83 vd.; Ergun
Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, (Yetkin, Ankara, 2005)s. 154 vd.;
Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, (Ekin, Bursa, 2000), s. 994 vd.;
İbrahim Kaboğlu, Anayasa Hukuku Dersleri, (Legal, İstanbul, 2009) s.
29.; Bülent Tanör, Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa
Hukuku, (YKY, İstanbul, 2000) s. 273.; Zafer Gören, Anayasa Hukuku,
(Seçkin, Ankara, 2006) s.345; Yavuz Atar, Türk Anayasa Hukuku
(Mimoza, Konya, 2005) s.372.)
Anayasa’nın metninde onay
terimi kullanılmamış olmakla birlikte, anayasa değişikliğinin
gerçekleştirilmesinde Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na ve halkoylamasına
yüklediği işlevin doğasından bunun bir onay olduğu anlaşılmaktadır. Zira
halkoyuna sunulan bir Anayasa değişikliği kanunu, halk tarafından
reddedilerek geçerlilik kazanması engellenebilir. Bu nedenle, Anayasa’nın
175. maddesinde halka tanınan yetkinin bir veto yetkisi olduğu
anlaşılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde beşte üçten fazla, fakat
üçte ikiden az (330-366) oyla kabul edilen Anayasa değişikliği kanunları
zorunlu olarak halkoylamasına sunulmak zorundadır. Bu durumdaki Anayasa
değişikliği kanunlarının Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe
konulması mümkün olmadığı gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de bunları
herhangi bir şekilde yürürlüğe koyma imkânı yoktur. Bu kanunlar, ancak
halkın olumlu kurucu iradesi ile geçerlilik kazanırlar ve bundan sonra
yürürlüğe konulabilirler. Dolayısıyla halkın iradesi bu tür yasaların
tekemmülü açısından kurucu bir unsurdur.
Bu nedenle hukuk
sistemimizde Anayasa değişikliklerinin a priori yargısal denetimi
benimsenmediğinden halkoyuna sunulan Anayasa değişikliği kanunlarının halk
oylamasından önce denetlenmesi mümkün değildir. Bir Anayasa değişikliği
kanununun denetlenebilir hale gelmesi için, geçerlilik kazanması ve
yürürlüğe girmek üzere yayımlanmış olması zorunludur. Bu, Anayasa
değişikliği kanunlarının denetlenebilir hale gelmesi için yürürlüğe girmesi
gerektiği anlamına gelmez. Anayasa değişikliği kanunun yürürlüğe girmesi
için ileri bir tarih öngörülmüş olabilir. Fakat dava açma süresinin
başlayabilmesi için Anayasa değişikliği kanununun geçerlilik kazanması için
gerekli tüm irade açıklamaları tamamlanmış ve Resmi Gazete’de yayımlanmış
olması gerekir. Gerekli irade açıklamaları tamamlanmadan hiç bir hukuksal
işlem geçerlilik kazanamayacağından, halkoyuna sunmak üzere Resmi Gazete’de
yayımlanan bir anayasa değişikliği kanununun halkı bilgilendirme amaçlı bu
yayım ile geçerlilik kazandığı söylenemez. Böyle bir kanun ancak halkın
olumlu iradesi ile geçerlilik kazanabilir.
Anayasa’nın 175.
maddesinde kanun teklifinden değil de kanundan söz edilmiş olması halkoyuna
sunulan metnin geçerlilik kazandığı ve denetlenebileceği anlamına gelmez.
Nitekim kanunlar da Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmekle kanun
niteliği kazanırlar, ancak bu aşamada geçerlilik kazandıkları ve
denetlenebilecekleri söylenemez. Bu nitelikteki kanunlar Cumhurbaşkanınca
tekrar görüşülmek üzere geri gönderilebilirler ya da 15 gün boyunca incelenebilirler.
Bu sürede kanun adı taşısalar da Resmi Gazete’de yayımlanmadıkça bu
metinler aleyhine dava açma süresi başlamaz ve dava açılamaz.
Bu nedenle, Anayasa’nın
148. maddesinde dava açma süresinin başlangıcı olarak öngörülen Resmi
Gazete’de yayımlama koşulunun, Anayasa değişikliği kanunlarının halkoyuna
sunulması amacıyla yayımı değil, halkoylamasında kabul oyu çıkması halinde,
kabul edilen metnin yürürlüğe girmesi amacıyla sonuçların yayımı olduğunun
kabulü gerekir.
Anayasa’nın
175. maddesinde “Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin
kanunların yürürlüğe girmesi için, halkoylamasında kullanılan geçerli
oyların yarısından çoğunun kabul oyu olması gerekir” hükmüne yer
verilmekte ancak kabul edilen metnin yeniden yayımlanmasından söz edilmemektedir.
23.5.1987
tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması
Hakkında Kanunun 8. maddesine göre “Yüksek Seçim Kurulu, İl Seçim
Kurullarından gelen sonuçları birleştirerek ilan eder.
Geçerli
oyların yarısından çoğu ‘Evet’ ise, Anayasa değişikliği Türk Milleti
tarafından kabul edilmiş olur.”
Bu hükümde
yer alan “sonuç” kavramını yalnızca halkoylamasında kullanılan oyların ne
kadarının evet ne kadarının hayır oyu çıktığına ilişkin durum olarak değil,
bu evet ve hayır oylarının doğurduğu hukuki netice yani Anayasa değişikliği
kanunun kabul edilip edilmediği ya da hangi bölümlerinin kabul edildiği ve
hukuki geçerlilik kazandığına ilişkin hukuki sonuç olarak değerlendirmek
gerekir. Bu nedenle halkoylamasında kabul edilen metnin de halkoylamasında
ortaya çıkan oy durumuyla birlikte yayımlanması gerekir. Çünkü kanunların
yürürlüğe girebilmesi için Resmi Gazete’de yayımlanmaları zorunludur.
Kanuna uymak zorunda olan vatandaşlar ve onu uygulamak durumunda olan görevlilerin
hangi metnin yürürlüğe girdiğini bilmeleri gerekir.
Halkoyuna
sunmak amacıyla yayımlanan metin her zaman yürürlüğe giren metin
olmayabilir. Anayasa’nın 175. maddesinin sekizinci fıkrasına göre “Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü
sırasında, bu kanunun halkoylamasına sunulması halinde, Anayasanın
değiştirilen hükümlerinden hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara
bağlar.” Eğer TBMM halkoylamasının ayrı ayrı maddeler ya da gruplar
halinde yapılmasını kararlaştırırsa, bazı hükümlerin kabul, bazılarının ise
reddedilmesi muhtemeldir. Bu durumda hangi hükümlerin yürürlüğe girdiğinin
anlaşılabilmesi için kabul edilen metnin yayımlanması gerekir.
Bununla birlikte metnin
yayımlanmayıp sadece sonuçların yayımlanması halinde de dava açma süresinin
bu yayım tarihinden itibaren başlayacağını kabul etmek gerekir. Çünkü bu
durumda, hangi hükümlerin kabul edilerek geçerlilik kazandığı ve
hangilerinin reddedilerek geçerlilik kazanamadığı ancak halkoylaması sonuçlarına
bakılarak anlaşılabilir. Bu durumda sonuçların yayımı, daha önce halkı
bilgilendirmek amacıyla yayımlanan metnin tekrarlanmaması amacıyla o metne
atıf anlamına gelir. Yüksek Seçim Kurulu, halkoylaması sonuçlarına ilişkin
kararında kabul edilen metni tekrarlamayıp, sadece önceki metne atıf
yapması halinde de önceki metnin yeniden yayımlanmasıyla aynı sonucu
doğuracağı açıktır.
Dolayısıyla Yüksek Seçim
Kurulunun, halkoylaması sonuçlarıyla birlikte kabul edilen metni
yayımlaması, ya da metni yayımlamayıp sadece önce yayımlanan metne atıf
yapması sonucu değiştirmeyecektir. Halkoylamasında kabul edilen Anayasa
değişikliği kanununun yürürlüğe girmesini amaçlayan yayım, Yüksek Seçim
Kurulunun halkoylaması sonucuna ilişkin kararının yayımıdır. Anayasanın 148.
maddesine göre dava açma süresi bu tarihten itibaren başlayacaktır.
Bu nedenle, dava açma
süresi henüz başlamadığından süre yönünden davanın reddine karar verilmesi
gerektiği düşüncesiyle, şekil incelemesine geçilebileceğine ilişkin
çoğunluk görüşüne katılmadım.
2. ŞEKİL İNCELEMESİ
YÖNÜNDEN
Mahkeme çoğunluğunun 5982
sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin bazı
hükümlerinin Anayasanın 4. maddesinde öngörülen değiştirilemezlik yasağına
aykırı olarak Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ve
Başlangıcında yer alan kuvvetler ayrılığı ilkelerini ihlal ettiği
iddiasını, inceleme yetkisinin Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan
Anayasa Mahkemesinin denetleyebileceği şekil unsurları arasında bulunduğu
yönündeki görüşüne aşağıdaki gerekçelerle katılmadım:
Anayasa Mahkemesi’nin
görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 148. maddesinde, Anayasa
değişikliği kanunlarının teklif ve oylama çoğunluğu ve ivedilikle
görüşülememe koşullarına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olarak
sadece şekil yönünden denetlenebileceği hükme bağlanmıştır. İptal istemi
bu sınırlı sebeplerden herhangi birine ilişkin bulunmadığı sürece davanın
dinlenme olanağı yoktur.
Öncelikle belirtmek
gerekir ki, Anayasa’nın 148. maddesinde yer alan “teklif çoğunluğu”
kavramı, Anayasa’nın 175. maddesinde belirtilen TBMM üye tamsayısının
1/3’üne denk gelen 184 sayısını göstermektedir ve “teklif konusu”
ile herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır. Şekil denetiminin konusunu
oluşturan “teklif çoğunluğu” “neyin teklif edildiği?” ile değil,
“nasıl teklif edildiği?” sorusuyla ilgilidir. Neyin teklif edildiğine
ilişkin denetim, şekille ilgili olmayıp içerikle ilgili bir denetimdir.
Anayasa’nın 4. maddesinde
yer alan değiştirme ve değişiklik teklifinde bulunma yasağı, “neyin”
değiştirilemez olduğuna ilişkin bir düzenleme olup, içeriksel bir sınırlama
öngörmektedir. Yoksa “nasıl” değişikliğin yapılamayacağına ilişkin şekli
bir sınırlama getirmemektedir. O nedenle Anayasa’nın 148. maddesinde
düzenlenen şekil unsurları, Anayasada neyin değiştirilemeyeceğine ilişkin
4. madde ile ilgili değil, Anayasa’nın nasıl değiştirileceğini düzenleyen
175. madde ile ilgilidir.
Anayasanın 148. maddesinin
birinci fıkrasındaki “Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil
yönünden inceler ve denetler” ibaresi, ikinci fıkradaki “Anayasa
değişikliklerinde ise teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle
görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır”
hükmündeki “teklif” kelimesinin Anayasanın 4. maddesi ile
ilişkilendirilmesine engeldir. Zira buradaki unsurlar içerikle değil,
şekille ilgilidir. Anayasanın 4. maddesi tekliften söz etmekle birlikte,
teklifin şekline, yani nasıl yapılacağına ilişkin değil, teklifin
içeriğine, yani neyin teklif edilemeyeceğine ilişkin bir düzenlemedir.
Anayasa’nın 148.
maddesinde geçen “teklif ve oylama çoğunluğu” ibaresinin “teklif” ve
“oylama çoğunluğu” şeklinde ayrıştırılarak 148. maddenin “teklif
çoğunluğu”ndan değil, “teklif” ten söz ettiği dolayısıyla teklifin, teklif
yetkisini de içereceği söylenemez. Zira, ardışık isim tamlaması olan
“teklif ve oylama çoğunluğu” ibaresi, anayasa koyucunun “teklif çoğunluğu
ve oylama çoğunluğu” şeklindeki ardışık isim tamlamalarının akıcılığı
sağlamak açısından dil kurallarına uygun olarak kısaltmış şeklidir. Bu
nedenle “teklif çoğunluğu” kavramının “teklif yetkisi” şeklinde
değiştirilmesi mümkün değildir.
Anayasa’nın 148.
maddesinin değiştirilemez maddeler açısından bir denetim yapmaya imkân
tanımadığı açıktır. Bu konu Anayasanın yapımı sırasında kurucu meclis
tarafından tartışılmış ve Mahkemeye böyle bir yetki tanınmamıştır.
Danışma
Meclisinde Anayasa Tasarısı üzerindeki görüşmeler sırasında Danışma Meclisi üyesi Kamer Genç,
anayasa değişikliklerinin denetimine ilişkin hükmün, "Anayasa değişikliklerini ise sadece
devlet şeklinin değişmezliği ve şekil bakımından inceler ve denetler" şeklinde değiştirilmesini isteyen bir önerge vermiş
değiştirilemezlik hükmünün ancak bu şekilde yaptırıma kavuşacağını savunmuş
ise de Danışma Meclisi Genel
Kurulu bu önergeyi kabul etmemiştir. Kamer Genç’in önergesini savunmak için ileri sürdüğü "... Devlet şeklinin
Cumhuriyet olduğuna dair değişmezlik ilkesi değiştirilirse,
o zaman kim buna engel olacak?"
sorusuna Danışma Meclisi
Anayasa Komisyonu Sözcüsü Şener Akyol,
"Sayın
Genç arkadaşımız müsterih olsunlar, biz 45 milyon buna karşı koyarız" diyerek, bu konuda
Anayasa Mahkemesinin bir yetkisi bulunmadığına işaret etmiştir (DMTD, C.
10, s. 192.)
1987 yılında yapılan
Anayasa değişiklikleri sırasında da Anayasa’nın 175. maddesinde değişiklik
yapan teklifin 3. maddesine ilişkin olarak, değiştirilemez maddelere
aykırılığın Anayasa Mahkemesi tarafından istişari nitelikte bir öndenetim
şeklinde denetlenmesini öngören bir önerge tartışılarak reddedilmiştir. (TBMMTD, Cilt 40, B. 103, s.
366-371)
Sonuç
olarak, anayasa koyucu değiştirilemez hükümlerin yargı denetimi konusu
yapılmasını bilinçli bir şekilde reddetmiş ve Anayasa metninde denetimi
sadece şekle özgüleyerek açık bir şekilde yasaklamıştır. Milli egemenlik
ilkesini esas alan bir anayasal düzende bütün yetkilerin kaynağı Anayasa
olduğundan, Anayasa Mahkemesinin, anayasa
koyucunun tanımadığı, aksine 148. madde ile yasakladığı bir yetkiyi içtihat
yoluyla türetmesinin mümkün olmaması gerekir.
Yasama
organının yetkisini kötüye kullanarak temel ilkeleri ortadan kaldırmaya
yönelik değişikliklere girişmesi halinde bunun yargısal denetiminin
yapılması gerektiği savunulabilir. Ancak bunun için bir Anayasa değişikliği
yapılarak Mahkemeye açık bir denetim yetkisi verilmiş olmalı ya da en
azından 148. maddede öngörülen esas denetimi yasağı kaldırılmalıdır. Böyle
bir değişiklik yapılmadığı sürece parlamentonun tali kurucu iktidar
yetkisini kötüye kullanabileceğine yönelik bazı uç örneklerden hareketle
Mahkemenin esas denetim yetkisinin bulunduğunun söylenmesi ve her türlü
değişikliğin denetlenebileceğine yönelik bir karine türetilmesi mümkün değildir.
Yargıcın
yorum yetkisinin bazı sınırları vardır. Bu sınırların başında da normun
metni yer almaktadır. Zira metin, yorumunun başlangıcı ve sınırıdır. Yorum,
bir metnin anlamlandırılması olduğuna göre, yorum yoluyla metnin
söylemediği, ya da metnin söylediğinin tam aksine bir sonuca ulaşılması
mümkün değildir. Hangi yorum yöntemi kullanılırsa kullanılsın yorum yoluyla
ulaşılabilecek sonuç, yorum konusu metinden çıkarılabilir bir sonuç olmak
durumundadır. Anayasa’yı yorumlayan yargıcın ulaştığı sonuçlar da Anayasa
metninin açık anlamıyla çatışma halinde olamaz. Aksi takdirde yorum
yetkisinin sınırlarının aşıldığı ve anayasa yapıcı organın yetki alanına
girildiği anlamına gelir.
Anayasa koyucunun Anayasa’nın
bazı ilke ve hükümlerini değiştirilemez olarak niteleyerek tali kurucu
iktidarın yetkilerini içerik bakımından sınırlandırması, tali kurucu
iktidar yetkisine sahip olan yasama organı açısından bağlayıcı olmakla
birlikte, bu hususun zorunlu olarak yargı denetimi konusu olacağı anlamına
gelmez. Anayasa koyucunun Anayasa’nın 4. maddesi ile tali kurucu iktidara
getirdiği sınırlama ile Anayasa’nın 148. maddesiyle Anayasa Mahkemesine
getirdiği sınırlama nitelik itibariyle aynıdır ve her ikisi de aynı derecede
bağlayıcıdır. Her ikisinin aşılması da aynı derecede hukuk devleti ilkesini
zedeleyecektir.
Anayasa’nın değiştirilemez
olarak nitelendirdiği hüküm ve ilkelerin doğrudan değiştirilmesine ilişkin
olarak getirilen denetim yasağının aşılarak, hatta bunun ötesine geçerek
diğer maddelerde yapılacak değişikliklerin de dolaylı bir şekilde
değiştirilemez maddelerin içeriğini etkileyebileceği gerekçesiyle
denetlenmesi hiç bir şekilde mümkün değildir. Çünkü öncelikle, böyle bir
denetim içerik incelemesi yapılmaksızın gerçekleştirilemez ve Anayasa’nın
açıkça yasakladığı esas denetiminin yorum yoluyla türetilmesi Anayasa’nın
yargı kararıyla değiştirilmesi anlamına gelir.
Diğer maddelerde yapılacak
değişikliklerin de değiştirilmez maddeleri dolaylı bir şekilde değiştirdiği
gerekçesiyle denetime açılması sınırsız ve ölçüsüz bir esas denetiminin
önünün açılması anlamına gelir ki bu pek çok soruna yol açacaktır.
Öncelikle böyle bir denetim değiştirilemez maddelerinin normlar
hiyerarşisinde diğer Anayasa hükümlerinden daha üstte olduğunun kabulü
anlamındadır. Böyle bir hiyerarşinin kabulü Anayasanın uygulamasında başka
sorunlara yol açacaktır. Mesela değiştirilemez maddelere aykırı Anayasa
hükümlerinin ihmal edilmesi ve uygulanmaması gerekliliği ilk akla gelebilecek
sorunlardan birisidir.
Diğer taraftan böyle bir
denetim tali kurucu iktidarın iradesine yönelik anayasal sınırlamanın 4.
maddede öngörülmeyen diğer maddeleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi
sonucunu doğurur ki, bu 4. maddenin tüm Anayasa’yı kapsayacak şekilde
genişletilmesi dolayısıyla içinin boşaltılması anlamına gelir.
Zira, Anayasa’nın 4.
maddesinde yasaklanan şey ilk üç maddeye aykırı değişiklikler değil, ilk üç
maddenin değiştirilmesidir. Eğer 4. maddede yasaklanan değişiklikler sadece
ilk üç maddeyi değiştiren değişiklikler değil de burada yer alan ilkelerin
somutlaştığı maddeleri de kapsayan bir yasaksa, bu yasağın sınırlarını
çizmek olanaksızdır. Çünkü Anayasa’da, Anayasa’nın 2. maddesindeki
ilkelerin somutlaştırılması niteliğinde olmayan bir hüküm bulmak mümkün
değildir. Eğer değiştirilemezlik ilkesi 2. maddede yer alan ilkelerin
kendilerini aşıp, bu ilkelerin somut uygulamasını gösteren diğer maddeleri
de kapsar şekilde yorumlanırsa, 4. maddede öngörülen yasak, olumlu ya da
olumsuz olduğuna bakılmaksızın her türlü değişikliğe engel olduğundan
Anayasa’da herhangi bir değişiklik yapılması mümkün olmayacaktır. Böyle bir
yorumun doğru olmadığı açıktır. Zira, bu durumda bir taraftan Anayasanın 4.
maddesiyle bazı hükümlerin değiştirilmesi yasaklanırken aslında Anayasanın
tamamının değiştirilemez hale geldiği kabul edilmekte, diğer taraftan da
Anayasanın 175. maddesinin anlamsız olduğu sonucu çıkmaktadır.
Ancak değiştirilemezlik
ilkesi sadece olumsuz değişiklik yapılamayacağı şeklinde yorumlanıyorsa, o
zaman da olumlu ya da olumsuzluk kavramlarının sübjektif niteliği
dolayısıyla hangi değişikliğin yapılabileceğine ilişkin nihai karar verme
yetkisinin, denetim yetkisine sahip olduğu varsayılan Anayasa Mahkemesine
ait olduğu kabul ediliyor demektir. Bu durumda kurucu iktidar yetkisi
fiilen Anayasa Mahkemesine geçmektedir. Çünkü nihai olarak Anayasa’da hangi
değişikliğin yapılacağına artık Anayasa Mahkemesi karar verecek demektir.
Bu durumun kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olduğunu söylemek mümkün
olmadığı gibi, Anayasa’nın sistematik incelemesinden böyle bir sonucun
çıkarılamayacağı da açıktır.
Kuvvetler ayrılığı
ilkesinin temelinde farklı devlet fonksiyonlarının farklı organlara
verilmesi ve bu organların sahip olduğu yetkiler yoluyla birbirlerini
dengelemesi ve kontrol etmesi fikri yatmaktadır. Bu “kontrol ve denge”
mekanizmasının işlemesi ise sistem içinde hiçbir organın son sözü söyleme
yetkisine sahip olmamasına bağlıdır. Eğer bir organ son sözü söyleme
yetkisiyle donatılırsa, artık o organ diğerlerinden üstün hale geleceğinden
kontrol ve dengeden söz etmek mümkün olmayacaktır, denge o organ lehine
bozulacak ve kontrol o organın eline geçecektir. Anayasa değişikliklerinin
esas bakımından Anayasa Mahkemesince denetlenebileceğinin kabulü, Anayasa
değişikliklerine ilişkin son sözü söyleme yetkisinin Anayasa Mahkemesine
geçmesi anlamına gelir. Bu ise kuvvetlerin birbirini dengeleme imkânının
ortadan kalktığının göstergesidir. Kuvvetler ayrılığına dayalı bir
demokraside son sözü söyleme yetkisinin her zaman egemenliğin sahibi olan
ulusa ait olduğu hatırda tutularak egemenlik yetkisini zedeleyici
yorumlardan kaçınılmalıdır.
Özetlemek gerekirse, 148.
maddede yer alan “teklif çoğunluğu” kavramının teklif yetkisini de
içerdiği, bu nedenle 4. maddeye aykırı tekliflerin teklif yetkisi içinde
sayılamayacağı görüşü kabul edilse bile, bu ancak 1., 2. ve 3. maddelerde
doğrudan değişiklik yapan yasalar açısından geçerli olacaktır.
Bu yorum diğer maddelerde
yapılan değişikliklerin dolaylı olarak ilk üç maddede değişiklik yaptığı
iddialarının incelenmesine olanak vermez. Zira diğer maddeler
değiştirilemezlik kapsamında değildir. İkinci olarak başka maddelerde
yapılan değişikliklerin ilk üç maddenin içeriğini dolaylı olarak
değiştirebileceği iddiası kabul edilse bile bir değişikliğin bu nitelikte
olup olmadığı esas denetimi yapılmaksızın tespit edilemez. Anayasa’nın 148.
maddesinde yer alan ve Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini
denetleme yetkisini “sadece şekil bakımından inceleme” ile sınırlandıran
hükmü karşısında Anayasa Mahkemesinin esas denetimi yapması olanağı
bulunmadığı düşüncesindeyim. Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılmadım.
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|