06-08-2021
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 17/6/2021 tarihinde, Murat Beydili (B. No: 2019/14642) başvurusunda, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Olaylar
Hendek olayları nedeniyle başvurucunun ikamet etmekte olduğu ilçede sokağa çıkma yasağı uygulanmıştır. Başvurucu; ikamet etmekte olduğu ilçede meydana gelen terör olayları nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağı sürecinde evinden ayrılmak zorunda kaldığını, ailevi ve iktisadi düzeninin bozulduğunu belirterek uğradığı manevi zararın giderilmesi talebiyle İçişleri Bakanlığına başvurmuştur. İçişleri Bakanlığı konunun ilgili valilikçe değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek dilekçeyi iade etmiştir.
Başvurucu aynı iddiaları ileri sürerek manevi tazminat istemiyle İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı tam yargı davası reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun manevi zararının toplumun diğer bireylerinin uğradığı zararlardan ayrılabilir ve olağan dışı özellikli bir yönünün bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu karara karşı istinaf yoluna başvurmuş, Bölge İdare Mahkemesi istinaf başvurusunun reddine hükmetmiştir.
İddialar
Başvurucu, terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan tam yargı davasında hukuk kurallarının açık bir biçimde hatalı uygulanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Mahkeme, başvurucunun kısmen manevi zarara uğradığını kabul etmiş ancak yaptığı değerlendirme neticesinde bu manevi zararın sosyal risk ilkesi uyarınca devletçe karşılanmasının koşullarının oluşmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Danıştay içtihadına göre devletin sosyal risk ilkesi sorumluluğunun doğabilmesi için zararın terör eylemleri veya terörle mücadele amacıyla yürütülen faaliyetler kapsamında gerçekleşmesi, zarar görenin bu olayların ortaya çıkmasında bir katkısının bulunmaması, zararın özel ve olağan dışı olması koşullarının bir arada bulunması gerekir.
Somut olayda derece mahkemesince varlığı kabul edilen zararın terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu ortaya çıktığı hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ayrıca zararı doğuran olayın gerçekleşmesinde başvurucunun bir katkısının bulunduğuna dair Mahkemece yapılmış bir tespit de yoktur. Buna karşılık Mahkeme, bu şartlar altında evini terk etmek zorunda kalan başvurucunun yeni bir düzen kurarken karşılaştığı zorluklar nedeniyle birtakım zararlara uğradığını kabul etmekle birlikte bu zararın toplumun diğer bireylerinin uğradığı zararlardan ayrılabilir ve olağan dışı özellik taşıyan bir yönünün bulunmadığı saptamasında bulunmuştur.
Mahkeme, birden fazla ili kapsayacak şekilde yaygınlaşan ve ağır silahların kullanıldığı çatışmalarda onlarca güvenlik görevlisinin şehit olması nedeniyle toplumda genel bir infial hâli oluştuğuna işaret etmiş ise de kararda bu olayların ortaya çıkmasında başvurucunun herhangi bir kusuru olduğunun iddia edilmediğinin altı çizilmelidir.
Mahkeme, devletin güvenlik operasyonlarının yapıldığı bölgede yaşayanların tahliyesi ve gündelik ihtiyaçlarının karşılaması için bir dizi tedbir aldığına vurgu yapmıştır. Kuşkusuz ki devletin anayasal ödevleri kapsamında sözü edilen bölgelerde yaşayanların can ve mal güvenliklerini emniyete almak için aldığı tedbirler başvurucunun manevi zararlarını azaltan veya en azından zararlarının artmasını önleyen etmenler olarak görülebilir. Ancak bu tür tedbirler alınmasının başvurucunun uğradığı zararı özel ve olağan dışı olmaktan çıkardığının kabulü güçtür.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde Mahkemenin başvurucunun uğradığı zararın özel ve olağan dışı olmadığı yorumunun bariz takdir hatasına dayalı olduğu değerlendirilmiştir. Mahkemenin yorumu usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirmiş, başvurucuyu manevi tazminat hakkından mahrum bırakmış, yargılamanın hakkaniyetini zedelemiştir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.