06-05-2019
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 27/2/2019 tarihinde, Hasan Akboğa (B. No: 2016/10380) başvurusunda Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının 19. maddenin üçüncü fıkrası yönünden ihlal edilmediğine, dokuzuncu fıkrası yönünden ise ihlal edildiğine karar vermiştir.
|
Olaylar
Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma ve örgüte bilerek yardım etme suçlarından yürütülen bir soruşturma kapsamında başvurucunun evinde arama yapılmıştır.
Hakkında yakalama ve gözaltı tutanağı düzenlenen başvurucu Emniyet Müdürlüğüne götürülmüş, ertesi gün serbest bırakılmıştır. Soruşturma sonucu başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, haksız yakalama ve gözaltı sebebiyle Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmış, Mahkeme davayı kesin olarak reddetmiştir.
İddialar
Başvurucu; haksız olarak yakalanıp gözaltına alındığını, soruşturma sonucunda hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek uygulanan yakalama ve gözaltı tedbirleri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
1. Anayasa'nın 19. Maddesinin Üçüncü Fıkrası Yönünden
Suç isnadına bağlı olarak uygulanan yakalamanın mahiyeti ve tutuklamadan önce uygulanan bir tedbir olması, bu tedbirin uygulanabilmesi için suç işlendiğine dair belirtinin varlığını zorunlu kılmaktadır.
Bununla birlikte kamu makamlarının yakalama tedbirini uygulama hususundaki takdirinin daha geniş olduğunun, bu nedenle yakalama yapılabilmesi için gerekli olan şüphenin derecesinin tutuklamadakine nazaran daha hafif olduğunun kabulü gerekir.
Suç isnadına bağlı yakalamanın hangi sebeplere dayalı olarak yapılabileceği hususunda Anayasa'da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Fakat bu nitelikteki yakalamanın ancak suç isnadına bağlı olarak uygulanabileceği gerçeği gözetildiğinde bunun meşru amacının soruşturma işlemlerinin yürütülmesini ve nihayetinde suç işlediğinden şüphelenilen kişinin yetkili hâkimin önüne çıkarılmasını temin etmek olduğu anlaşılmaktadır.
Suç işlendiğine dair somut belirti bulunan hâllerde kişinin hâkim önüne çıkarılmasını ve soruşturma işlemlerinin yürütülmesini temin etmek amacıyla yakalanması mümkündür. Ayrıca suç isnadına bağlı olarak yakalanan kişinin hâkim önüne çıkarılmadan serbest bırakılması tek başına yakalama işlemini Anayasa'ya aykırı hâle getirmez.
Somut olayda başvurucu, PKK ile bağlantılı suçlar nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgüte isteyerek yardım etme suçlamalarıyla ilgili kanun hükümleri çerçevesinde yakalanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan yakalamanın kanuni dayanağı bulunmaktadır.
Başvurucu hakkında verilen yakalama amaçlı arama kararında suç şüphesinin varlığına ilişkin olarak başvurucu ile birlikte bir kısım şüphelinin PKK'nın kırsal kadrolarına mensup grubu evlerinde barındırdığı, eleman aktarımı faaliyetlerinde bulunduğu ve daha önce gerçekleştirilen eylemlerde örgüt mensuplarına destek sağladığı yönünde istihbarat bilgileri bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca şüphelilerden birinin evinde terör örgütü mensubu barındırdığına dair bir ihbar bulunduğu ifade edilmiştir. Bu itibarla başvurucu yönünden yakalama için gerekli olan suç şüphesini doğrulayan olguların bulunduğu görülmektedir.
Başvurucunun hâkim kararı olmadan yakalandığı gözetilerek suçüstü hâlinin veya gecikmesinde sakınca bulunan hâlin bulunup bulunmadığına da bakılmıştır. Silahlı terör örgütüne üye olma ve bilerek örgüte yardım etme suçları Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir. Ayrıca terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bıraktığından kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Soruşturma makamlarının gecikmesinde sakınca bulunduğu yolunda ulaştığı kanaate müdahale edilmesini gerektirecek bir durum görülmemiştir.
Son olarak, başvurucu hakkındaki yakalama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmiştir. Soruşturma kapsamında on bir kişi hakkında soruşturma yürütülerek bu kişilerin ifadelerinin alındığı gözetildiğinde başvurucunun toplam 7 saat 28 dakika özgürlüğünden mahrum kalmış olmasının makul olmadığı söylenemez.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
2. Anayasa'nın 19. Maddesinin Dokuzuncu Fıkrası Yönünden
Başvurucunun takipsizlik kararından sonra açtığı tazminat davası derece mahkemesince başvurucunun gözaltına alınmadığı, dolayısıyla tazminat ödenmesinin koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
5271 sayılı Kanun'da, yakalandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen kişilerin maddi ve manevi zararlarının devlet tarafından karşılanması öngörülmektedir. Dolayısıyla, kanun koyucu, Anayasa'da öngörülen güvencelere aykırı olmayan müdahalelerde bile kişinin beraat etmesi veya kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi durumunda kişiye tazminat ödenmesini güvenceye bağlamıştır.
Olayda başvurucu, gece vaktinde evinde yapılan arama sonrasında yakalanmış ve Hakkâri Emniyet Müdürlüğüne götürülmüş, ifadesi alındıktan sonra da serbest bırakılmıştır. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (takipsizlik) verilmiştir.
Başvurucu yakalandıktan sonra serbest bırakılmamış, soruşturma işlemlerinin tamamlanması amacıyla karakola götürülmüş ve işlemleri tamamlanıncaya kadar fiilen özgürlüğünden yoksun bırakılmıştır. Somut olayın, yakalandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen kişilerin maddi ve manevi zararlarının devlet tarafından tazminini öngören hüküm kapsamında olduğu açıktır. Bu itibarla kanun hükmünün öngörülemez biçimde yorumlanmak suretiyle başvurucuya tazminat verilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği değerlendirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.